Evrensel Nefes Alma Hakkı
Makale / Achille Mbembe

5sept_achillembembe_ae Fransızca'dan Çeviren; Tuncay Şur

Eğer Covid 19’un insanlığın içinde bulunduğu küresel çıkmaza karşılık gelen çarpıcı bir ifadesi varsa, o halde bu, yaşanılabilinir bir dünyayı yeniden dizayn etmekten başka bir şey değildir. Çünkü bu kriz aynı zamanda herkesin nefes alabileceği bir yaşam potansiyeli sunacaktır. Aynı türe ait olduğumuz ve aramızda kopmaz bağların olduğu diğer tüm canlılarla olan ilişkilerimizi yeniden keşfedebilecek miyiz? Belki de bu soru, kapıların herkes için kapanmasından önceki son soru olabilir.

Bazı insanlar şimdiden “Post Covid-19” hakkında konuşmaya başladılar. Neden olmasın? Birçoğumuz için, fakat özellikle de yıllar boyunca sağlık sistemi kasıtlı bir biçimde ihmal edilerek yıkıma uğratılmış dünyanın belirli coğrafyaları için, en kötü olan henüz gelmedi. Hastanelerdeki yatak kapasitesinin yetersizliği, yoğun bakım üniteleri, kitlesel testler, maskeler, alkol bazlı dezenfektanlar ve hâlihazırda enfekte olmuş olanlar için diğer karantina uygulamaları, ne yazık ki insanların birçoğu bu iğne deliğinden geçemeyecek.

Yaşamın Politikası

Birkaç hafta önce bazılarımız içinde yaşadığımız ve gelecek olan kaos ve karmaşa karşısında içinde yaşadığımız zamanı tarif etmeye çalışıyorduk. Öngörülemez ve umut vaat etmeyen bir zaman, tedricen kendi sonunun korkusunun egemen olduğu bir dünya diyorduk. Fakat aynı zamanda “kırılganlığın eşitsiz bir biçimde yeniden dağıtılması” ve “arkaik oldukları kadar fütüristik şiddet biçimleriyle yeni ve yıkıcı tavizler” tarafından karakterize edilmiş bir zaman[1]. Ve hatta daha da ötesinde bir barbarlık[2] (le brutalisme) zamanı.

Yirminci yüzyılın ortalarındaki mimari (architectural) hareketin kökenlerinin ötesinde, gaddarlığı, “iktidarın artık jeomorfik bir güç olarak oluşturulduğu, ifade edildiği, yeniden yapılandırıldığı, hareket ettiği ve yeninden üretildiği” çağdaş bir süreç olarak tanımlıyoruz. “Kırarak ya da bozarak” değil bilakis. “Kırma ya da çatlamayla” değil bilakis "damarların içini tasfiye etme ile, "sondajlama" yahut "organik maddelerin boşaltılması" ile[3],  kısacası "tükenme" dediğimiz şeyle? [4]

Haklı olarak bu süreçlerin, moleküler, kimyasal ve hatta radyoaktif süreçlerine dikkat çekiyoruz. “Toksisite, yani, kimyasal maddelerin ve tehlikeli atıkların çoğalması günümüzün yapısal bir boyutunu teşkil etmiyor mu? Bu maddeler ve atıklar sadece doğaya ve tabiata saldırmakla kalmıyor (hava, toprak, su, besin zincirleri) aynı zamanda kurşun, fosfor, civa, berilyum ve soğutucu akışkanlara maruz kalan bedenleri de etkiliyor[5].

Kuşkusuz, “fiziksel yok olmaya maruz kalan canlı bedenlere ve zaman zaman görünmez olan farklı biyolojik risklere değindik”. Öte yandan, “sınır canlılar/bedenler” bölümünde, metaforik bir değinme dışında, virüslerden kendi isimleriyle bahsetmedik (yaklaşık olarak 600.000 virüs her tür memeli tarafından taşındı). Ancak geri kalanı için, bir kez daha, bir bütün olarak yaşam politikasının[6] bir sorusuydu ki Koronavirüs denilen şeyin ta kendisidir bu.

Yolunu Kaybeden İnsanlık

Tüm zamanların şahsına müşahhas bir rengi olduğunu varsayarsak, o halde belki de, bu erguvan renkli zamanlarda bizi hâlihazırda terk etmiş olanların önünde eğilerek işe başlamalıyız. Akciğer hücrelerinin bariyerleri kırıldı ve virüs kan dolaşımına sızdı, ardından en kırılgan olanlardan başlayarak organlara ve diğer dokulara saldırdı. Bunu sistematik inflamasyonlar takip etti, kardiyovasküler, nörolojik veya metabolik problemleri olan veya kirlilikle ilgili patolojilerden muzdarip olanlar virüsün saldırıları karşısında en savunmasızlar oldu. Solunumdan ve solunum cihazlarından yoksun bırakılanlar, aniden ve bir veda etme ihtimali dahi olmadan aramızdan ayrıldı. Ölü bedenden geriye kalanlar, yalnızlık içinde, hemen yakıldı ya da gömüldü. Bize onlardan mümkün olduğu ölçüde erken kurtulmamız söylendi.

Öte yandan içinde bulunduğumuz momentte, yukarıda bahsedilenlere ekleyebileceğimiz on milyonlarca insandan neden bahsetmiyoruz, bunları da bu listeye eklememek için bir neden yok. AIDS kurbanları, Kolera, Sıtma, Ebola, Nipah Virüsü, Lassa Ateşi /Sıtması, Sarı Humma, Zika, Chikungunya, her türden kanser türleri, salgın hastalıklar ve domuz gribi (salgını) veya bluetongue (bir tür büyükbaş hayvan salgını) gibi diğer hayvan pandemileri, yüzyıllar boyunca dünyanın marjlarında isimsiz insanları kırıp geçiren tahayyül edilebilir veya edilemez tüm salgın hastalıklar...On binlerce insanı öldüren ya da sakat bırakan patlayıcı maddelerden, yüz binlerce insanı göç yollarına süren vahşi işgal savaşlarından bahsetmiyoruz bile.

Tüm bunların yanında, kitlesel olarak ormanların yok edilmesini, büyük çaptaki yangınları ve ekosistemin yok edilişini, biyolojik çeşitliliği (biyodiversite) yok eden şirketlerin yaptıklarını ve bu günlerde hayatımızın bir parçası olan karantinayı/kapatılmayı, dünyanın hapishanelerini dolduran kalabalıkları ve yaşamları duvarlar ve diğer sınır geçiş teknikleri ile parçalara bölünmüş olanları ya da birçok yere serpilmiş sayısız kontrol noktaları (check points), denizleri, okyanusları, çölleri, ve tüm geri kalanları nasıl unutabiliriz?

Düne kadar bu aslında sadece hızlanma, tüm dünyayı çevreleyerek genişleyen bağlantı ağlarının, hız ve kaydileştirmenin kaçınılmaz mekaniğinin hızlanması meselesiydi. Bu kompütasyonelin de, insan gruplarının ve maddi üretimin yanı sıra canlıların geleceğini de ikame etmesi gerekiyordu. Yaygın kanaat, yüksek hızlı dolaşım ve devasa belleklerle tek yapılması gerekenin “yaşamın tüm becerilerinin dijital bir kopyaya aktarılması idi” ve bütün mesele buydu[7]. Gezegendeki kısa tarihimizin en yüksek aşamasında, insan nihayet plastik bir cihaza dönüştürülebilirdi. Bu yolla piyasanın sonsuz genişlemesine yönelik eski projenin tamamlanmasının yolu açıldı.

Genel sarhoşluğun ortasında, Brutalizm’in başka bir yerinde anlatılan bu Dionysos ırkı, virüs, her şey yerinde kalsa bile, kesin olarak bitmese de yavaşlar. Bununla birlikte, şimdi, boğulma ve çürüme, yığılma ve cesetlerin yakılması, öyle ki, zaman zaman en güzel cenaze maskesi ve viral giydirilmiş bedenlerin dirilmesi zamanı. İnsanlar için Dünya, evrensel bir nekropol olan bir hışırtıya dönüşecek mi? Her yirmi yılda bir, yaklaşık 100 milyon hektar yağmur ormanının (Dünya'nın akciğerleri) kesilmesi gerekiyorsa, bakterilerin vahşi hayvanlardan insanlara yayılması ne kadar zaman alacak?

Batı'da sanayi devriminin başlangıcından bu yana, sulak alanların yaklaşık %85'i çoraklaştırıldı. Habitatların yok edilmesi hız kesmeden devam ettikçe, tehlikeli bir sağlık durumunda olan insan popülasyonları hemen hemen her gün yeni patojenlere maruz kalmaktadır. Kolonizasyondan önce, patojenlerin ana membaası olan vahşi hayvanlar, sadece izole popülasyonların yaşadığı ortamlarla sınırlıydı. Örneğin, dünyanın kalan son ormanlık ülkeleri olan Kongo Havzası'nda durum böyleydi. Bugün bu bölgelerde yaşayan ve doğal kaynaklara bağımlı olan topluluklar istimlak edildi. Tiranlık ve yolsuzluk rejimleriyle arazi satışı ve tarımsal gıda konsorsiyumlarına geniş devlet imtiyazları verilmesi yoluyla evlerinden sürülenler için, yüzyıllardır gıda ve enerji bakımından kendi kendine yeten yapılar varlıklarını sürdürememektedir.

Ölmeyi Hiçbir Zaman Öğrenemedik

Bu koşullar altında, iki şeyden söz edilebilir. Bunlardan ilki, başkalarının, çok uzaktaki ölümü hakkında endişelenmektir. Bir diğeri, aniden kendi çürümüşlüğünün (putrescibilité) farkına varmak, kendi ölümünün yakınında yaşamak, gerçek bir olasılık olarak ölümü düşünmektir. Bu, kısmen, birçoğunun hapsedilmesinin dehşetidir, nihayet birinin adı ve hayatı için karar verme yükümlülüğüdür.

Geldiğimiz noktada yeryüzünde başkaları ile birlikte (buna virüsler dahil) yaşadığımız hayat ve ortak gelecek tahayyülümüze dair bir yanıt vermek zorundayız ki, içinden geçtiğimiz patojenik dönemin insanlığa dayattığı şey tam anlamı ile budur. Patonejik olmasının yanında aynı anda katabolik bir dönem. Bedenlerin deforme olması, her türden insan kaynaklı atığın ayrıştırılması ve bertaraf edilmesi, virüsün muazzam bir hızla yayılması karşısında, “büyük kopuş” ve büyük karantina ve nihayet dünyanın kitlesel olarak dijitalleşmesi.

Fakat öte yandan, her ne kadar ondan kurtulmaya çalışsak da her şey bedene geri döner. Bedeni, bir cisim gövdesi, bir makine gövdesi, bir dijital beden, ontofanik (ontophanique)[8] bir beden haline sokmaya, ona birtakım destekler aşılamaya çalıştık. Beden bize en vahşi formuyla, kontaminasyon aracı, polenler, sporlar ve küf vektörleri olarak, geri dönüyor.

Bu meydan okumada yalnız olmadığımızı ya da birçoğumuzun bundan kaçamayacak olduğumuzu bilmek bize ancak palyatif bir konfor sağlar. Çünkü biz hiçbir zaman diğer canlılarla birlikte yaşamayı öğrenemedik, gezegenin akciğerlerinde ve organizmasında yarattığımız tahribatı gerçek anlamda önemsemedik. Sonuç olarak hiçbir zaman ölmeyi öğrenemedik. Yeni Dünyanın keşfine müteakip birkaç yüzyıl sonra, "sanayileşmiş ırkların" ortaya çıkmasıyla, hususen, bir çeşit ontolojik zaferle, ölümümüzü başkalarına devretmeyi ve var oluşun kendisini büyük bir kurban seremonisi haline getirmeyi seçtik. Ancak, çok kısa bir süre sonra ölümü başkalarına devretmek mümkün olmayacağı gibi nihayet kimse bizim yerimize de ölmeyecek. Öte yandan sadece kendi ölümümüzün doğrudan yükümlülüğünü almanın yanı sıra veda etme şansımız da tedricen azalacak. Otofaji zamanı yaklaşıyor ve bununla birlikte topluluğun sonu da öyle; çünkü son bir kez elveda diyemeyen, eş deyişle, yaşamın hafızasından yoksun olan bir toplumu toplum olarak adlandırmak neredeyse imkansızdır artık. Çünkü toplum, ya da daha doğrusu topluluk yalnızca veda etme potansiyelinin üzerine inşa edilmez, yani, başkalarıyla her bir buluşmanın eşsizliği ve her bir buluşmanın yeniden onurlandırılması ihtimali üzerinde bina edilmez. Topluluk, aynı zamanda, koşulsuz olarak ve her defasında bihakkın şahsına münhasır, sayılamayan, hesaplanamayan, ve bu yüzden paha biçilmez bir potansiyelin üzerine kuruludur.

Dijital; Patlamayla Yeryüzüne Açılan Yeni Delik/Boşluk

Gökyüzü giderek daha da kararıyor. Bir yandan içinde yaşadığımız dünyanın giderek daha çok geliştiği fikri yaygınlaşırken öte yandan adaletsizliğin ve eşitsizliğin pençesi altında kalan insanlığın büyük kahir ekseriyeti boğulmak üzere. Şayet bu koşullar altında bir gelecek olacaksa, bunun, birtakım insanların pahasına olması neredeyse mümkün değildir, tıpkı eski ekonomilerde olduğu gibi. Mezkur gelecek, yeryüzündeki tüm yaşayanlar için olmak zorundadır; tür, ırk, cinsiyet, vatandaşlık ve din gibi herhangi bir eksepsiyon gözetmeksizin. Başka bir biçimde ifade etmek gerekirse, gelecek ancak radikal bir imajinasyonun neticesi olan güçlü bir kırılma ile mümkün olabilir. Dolayısıyla basit bir onarım ya da yenileme yeterli değildir. Sosyal alandan başlayarak, kraterin/boşluğun tam merkezinde yatan şeyi yeniden yaratmamız gerekmektedir. Çünkü çalışmak, tedarik etmek, bilgi edinmek, iletişim kurmak, beslenmek ve ilişkileri sürdürmek, konuşmak ve paylaşmak, birlikte içmek ve cenaze töreni organize etmek sadece ekranlar dolayımıyla vuku buluyor; o halde etrafımızın ateş halkaları ile kuşatıldığını anlamamızın zamanı geldi. Dijital, büyük ölçüde, patlamayla yeryüzüne açılan yeni delik/boşluktur; eşzamanlı olarak bir siper, bir tünel, bir ay manzarası, erkeklerin ve kadınların kendilerini izole etmeye davet edildikleri bir sığınaktır.

Dijital vasıtasıyla, etten ve kemikten bedenin, fiziksel ve ölümlü bedenin ağırlığından ve ataletinden kurtarılacağına inanılıyor. Bu transfigürasyonun sonunda beden, nihayet aynanın içine doğru nüfuz edebilecek, biyolojik bozulmadan çıkacak ve sentetik akış evrenine yeninden angaje olacaktır. Bu bir yanılsamadır, zira bedensiz bir insanlık mümkün olmayacağı gibi, toplumun dışında biyosfer pahasına, insanlık için de tek başına bir özgürlük olmayacaktır.

Yaşama Karşı Şavaş

Kendi yaşamımızın sürdürülebilmesinin gereklilikleri adına, (biyosfer dahil) tüm canlılara ihtiyaç duydukları alanı ve enerjiyi vermek zorundayız. Bu sebeple yeni bir yerden tekrar başlamamız gerekiyor. Modernite, görünmeyen yüzünün ardında, yaşama karşı baştan sona bitmek tükenmek bilmeyen bir savaş halindedir ve bu savaşın sonu pek de yakın görünmemektedir. Dijital tabiyet, bu savaşın metodlarından biridir ki, bu da doğrudan bir bütün olarak dünyanın yoksullaşmasına ve gezegenin her bir parçasının kurutulmasına yol açıyor. Bu felaketin ardından, tüm canlı türlerinin yaşamlarını sürdürecekleri bir sığınak bir yana, dünyanın yeni bir gerilim ve barbarlık dönemine girmesinden endişe duyulmalıdır. Jeopolitik anlamda zora dayalı akıl dominasyonunu sürdürecektir. Ortak bir altyapının namevcutluğu halinde, dünyanın büyük bir kısmındaki bölünme daha da belirgin hale gelecek ve sınır hatları tahkim edilecektir. Birçok ülke, dış dünyadan korunma umuduyla, kendi sınırlarını güçlendirmeye çalışacaktır. İlaveten, sınırların içinde kalan en savunmasız olanlara karşı uygulayacakları yapısal şiddeti de alışılageldiği üzere görünmez kılmak için çabalayacaklardır. Ekranların ardında ve özel güvenlik firmaları tarafından korunan güvenlikli sitelerdeki yaşam norm haline gelecektir.

Münhasıran Afrika’da, fakat aynı zamanda dünyanın güney yarı küresinde, maden çıkarma, tarımsal genişleme, arazilerin yağmalanması ve ormansızlaştırma kesintiye uğramadan devam edecek. Süper bilgisayarların ve çiplerin tedarik edilmesi ve soğutulması buna bağlıdır.  Küresel bilgi işlem altyapısı için lüzumlu olan kaynakların sağlanması ve dağıtılması, insan mobilitesi üzerinde daha fazla kısıtlamaya mal olacaktır. Tüm potansiyel riskleri bertaraf etmek adına dünya ile mesafelenmek bir tür norm haline gelecektir. Ancak bağışıklık ve salgın teorilerinden mülhem bu katabolik vizyon, ekolojik risklere değinmediği için içinde yaşadığımız küresel çıkmazdan kurtulmamıza olanak sunmuyor.

Temel Varoluş Hakkı

Yaşama karşı yürütülen savaşların öncelikli niteliklerinin nefes almayı durdurmak olduğunu söyleyebiliriz. Covid-19 da aynı yolu takip ederek nefes almayı ve insan bedeninin ve dokularının yeninden üretimini durduruyor. Gerçekten de, oksijen emilimi ve karbondioksit salınımı ya da kan ve dokular arasında dinamik bir değişim olmanın ötesinde nefes almanın amacı nedir? Ancak dünyadaki yaşamın ritmi ve gezegenin zenginliğinden geriye kalanlar göz önüne alındığında, solumak için oksijenden daha fazla karbondioksitin olacağı zamandan çok mu uzaktayız?

Covid-19’dan önce insanlık hâlihazırda boğulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Dolayısıyla eğer bir savaş olacaksa, bu savaş insanlığın büyük bir bölümünün solunumun erken sonlanmasına neden olan spesifik bir virüse karşı değil, temel nefes alma alanlarına saldıran her şeye, kapitalizmin uzun hükümranlığı boyunca bütün nüfusun segmentlerini ve tüm ırkları boğan, onları ağır yaşam şartlarına mahkum eden her şeye karşı olmalıdır. Bu durumdan kurtulmak için, tanımının da içerdiği üzere bizler için ortak olan ve bütün çıkar ilişkilerinden arındırılmış, biyolojik kavrayışın ötesinde bir nefes alma edimini anlamalıyız. Bunu yaparken evrensel bir nefes alma hakkından bahsediyoruz.

Somut bir temelden yoksun olmakla birlikte aynı zamanda üzerinde ortaklaştığımız evrensel nefes alma hakkı, ölçülemez ve devredilemezdir ve evrensel bir nazardan baktığımızda bu hak sadece insanlara mahsus bir hak değil tüm canlıların hakkıdır. Bundan ötürü nefes alma hakkı temel bir varoluş hakkı olarak anlaşılmalıdır. Bu sebepledir ki bu hak müsadere edilemez ve dahası tüm egemenlik biçimlerini bizzatihi kendi içinde özetlediği için herhangi bir egemenlik kurma girişiminin çok uzağındadır. Bunun da ötesinde, evrensel nefes alma hakkı yeryüzünde yaşamaktan kaynaklanan bir haktır, insan ya da başka türler farkı gözetmeksizin yeryüzü sakinlerinin evrensel topluluğuna ait bir haktır[9].

Sonuç

Hâlihazırda binlerce defa ortaya çıkmış bir süreçten bahsediyoruz. Temel iddiaları gözü kapalı bir şekilde listeleyebiliriz. Biyosferin tahrip edilmesi, zihinlerin tekno bilim tarafından ele geçirilmesi, direnişin parçalanması, ardısıra akla yöneltilen saldırılar, zihinsel gerileme, determinizmin yükselişi (genetik, nöronal, biyolojik, ekolojik), tehlikeler insanlık için giderek varoluşsal bir hale geliyor. Bütün bu tehlikelerden en büyüğü, tüm yaşam formlarının imkansız bir hale gelecek olmasıdır. Bilincimizi makinelere yüklemeyi hayal edenlerle türlerin bir sonraki mutasyonunun biyolojik gangtan kurtulmak olduğuna ikna olanlar arasındaki fark yok denecek kadar azdır. Bu, öjenik arzunun ortadan kalkması bir yana, son yıllarda bilim ve teknolojideki gelişmelerin membasını teşkil etmektedir.

Yaşadığımız bu dönüm noktasında, tarihin değil, anlamakta henüz zorluk çektiğimiz bir şeyin aniden durması söz konusu. Eğer Covid 19’un insanlığın içinde bulunduğu gezegensel çıkmaza karşılık gelen çarpıcı bir ifadesi varsa, o halde bu, yaşanılabilinir bir dünyayı yeniden dizayn etmekten başka bir şey değildir. Dolayısıyla bu, aynı zamanda yaşanılabilir bir yeryüzü inşa etmek için dünyanın kaynaklarının yeniden düzenlenmesi meselesidir. İnsan ve biyosfer birbiriyle doğrudan ilintilidir. Çünkü bu kriz aynı zamanda herkesin nefes alabileceği bir yaşam potansiyeli sunacaktır. Aynı türe ait olduğumuz ve aramızda kopmaz bağların olduğu diğer tüm canlılarla olan ilişkilerimizi yeniden keşfedebilecek miyiz? Belki de bu soru, kapıların herkes için kapanmasından önceki son soru olabilir.

Yazının orijinaline ulaşmak için tıklayın

Dipnotlar
[1] Achille Mbembe et Felwine Sarr, Politique des temps, Philippe Rey, 2019, ss. 8-9.

[2] Mbembe, Achille. Brutalisme. La Découverte, 2020.
[3] Mbembe, Achille. Brutalisme, s. 11.
[4] A.g.e.,ss. 9-11.
[5] A.g.e.,s. 10.
[6] Achille Mbembe. Necropolitics, Duke University Press, 2019.
[7] Alexandre Friederich, H+. Vers une civilisation 0.0, Editions Allia, 2020, s. 50.
[8]Algı ve teknoloji arasındaki fenomenolojik ilişkiselliği tanımlamak üzere kullanılan bir kavram. Buna göre, dünyayı algılama ve onu deneyimleme biçimimizi içinde bulunduğumuz dijital çağda biilim ve teknolojiden bağımsız düşünmek artık mümkün değildir (ç.n). Bkz. Stéphane Vial, Ce que le numérique change à autrui : introduction à la fabrique phénoménotechnique de l'altérité, https://www.cairn.info/revue-hermes-la-revue-2014-1-page-151.htm (Erişim, Temmuz 2020).
[9] Sarah Vanuxem, La propriété de la Terre, Wildproject, 2018 ; et Marin Schaffner, Un sol commun. Lutter, habiter, penser, Wildproject, 2019.