Beyaz Halüsinasyonlar*
Makale / Lucas Van Milders

 

ekran_resmi_2022-01-15_00.17.13

İngilizce’den Çeviren: Mahmut Demir

  “Beyaz adamlar hayal güçlerini kontrol edemedikleri için siyah adamlar ölüyor.”

- Claudia Rankine

Özet

Bu yazıda beyaz halüsinasyon kavramı, sömürgeciliği savunmanın caiz olup olmadığı hakkında yakın zamanda yapılan bir tartışmanın prizması üzerinden söz konusu edilmektedir. Bu prizma şaşırtıcı olmayan bir şekilde, sömürge nostaljisi ve ifade özgürlüğü savunmasıyla doludur. Bu argümanlar beyazlığın işleyişiyle ilgilidir. Beyaz halüsinasyonlar, beyazlığın dünyadaki hâkimiyetini durmadan yeniden kaydetmeye yönelik psikopatolojik eğilimle ilgilidir. Sömürgeciliği savunma örnekleri, kolonyal boyun eğdirme ve insanlıktan çıkarmanın tanıklık epistemolojileri tarafından ileri sürülen alternatif bilgi iddialarını bir kenara bırakırken aynı anda normatifliğine karşı 'kanıt' talep ederek yeniden ileri sürülen beyazlığın bir yanılsama olduğunu ortaya koyuyor. Bu argüman, kendini rasyonellik, nesnellik ve insanlıkla özdeşleştirerek beyaz olmayan bakış açılarını, deneyimleri ve bilgileri var olmama hayaletine boyun eğdirme yoluyla normatifliğini ve üstünlüğünü sürdürmeye çalışan beyazlığı konumsallığı olmayan bir konum olarak daha da aydınlatmaktadır.

Giriş

 “A Case for Colonialism[1]” (Sömürgecilik Örneği). Yakın zamanda hakemli bir dergide yayınlanan ve kısa bir süre sonra geri çekilen akademik bir makalenin, bu başlığı nasıl okunursa okunsun, kolonyal köleleştirme, fetih, soykırım, sömürü, boyun eğdirme ve insandışılaştırmanın makul ve içten bir savunması olduğu iddiası, masum provokasyon söyleminin ötesine geçiyor. Bunu bir clickbait (tık tuzağı) olarak değerlendirip önemsememek kolay olsa da, bu durumu tartışmasız bırakmak, meselenin normalleşmesinde suç ortağı olma riskini taşıyor. Makalenin argümanı etrafında birçok tartışma yapıldı ve bu argümanla aynı fikirde olmasalar da makalenin geri çekilmesine, bilgi üretiminin erdemli çabasını sansürleme yoluyla ihlali olduğu gerekçesiyle, tepki gösteren birçok kişi oldu.

“Sömürgecilik Örneği”nin içinde yer aldığı bilimsel ton, faşizmi tartışarak normalleştiren liberal argümanlarla arasında retorik bir mesafe yaratmayı başarsa da, her iki yaklaşım da “epistemik egemenlik üzerinde kolonyal ısrar ve başka türlü bilmenin heterojen yollarının reddi[2]” ile karakterize edilebilir. Her iki durumda da, sömürgeciliğin savunulabileceği ve faşizmin tartışılabileceği fikrine meydan okuyan bilgi ve deneyimlere yönelik saldırgan ihmal, alternatif bilgiler üzerindeki epistemik hâkimiyetin yeniden kurulmasında başarılı olmaktadır.

Bahse konu makaleyi geri çekme kararı, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ifade özgürlüğü hakkının ihlali olarak eleştirildi; bu, beyazlığın normatifliğine destek olduğu haklı olarak teşhir edilen retorik bir hareketti. Bu harekete, genellikle beyazlıktan vazgeçmeye çalışan projeler aracılığıyla karşı konulur[3]. Bu makalede tartışılacak olan şey beyazlığın basitçe merkezsizleştirilemeyeceğidir; çünkü bunu yapmak beyazlığın dünya üzerindeki hâkimiyetinin sürekli olarak yeniden üretildiği köklü stratejileri ve mekanizmaları kavrayamamaktır. Bu stratejiler ve mekanizmalar beyazlığın çarpık gerçekliğini evrensel insanlıkla örtüşüyormuş gibi yayan “beyaz halüsinasyonlar” olarak anılacaktır. Beyazlık, kolonyal boyun eğdirme ve insanlıktan çıkarmanın tanıklık epistemolojileri tarafından ileri sürülen alternatif bilgi iddialarını bir kenara bırakırken aynı zamanda normatifliğine durmadan "kanıt" talep ederek yeniden öne sürülen psikopatolojik bir kuruntuya dayanır. Ve beyazlığın üstünlüğünü ve normatifliğini yeniden yazmaya yönelik bu ikili stratejinin gerçekleşmesine genellikle hizmet eden şey tam olarak ifade özgürlüğü için yapılan çağrılardır. Bu makalede tartışılacak olan şey, “Sömürgecilik Örneği” gibi argümanların, sadece kolonyal nostaljiyi savunmaktan ziyade, doğası gereği beyaz olan üstünlük mantığını sürdürmeye derinden yatırım yaptıkları için beyazlık kategorisi ve işleyişiyle doğrudan ilişkili olması gerektiğidir.

Beyaz Halüsinasyonlar

        İfade özgürlüğüne dair tartışmalar son yıllarda çeşitli konulardaki siyasi tartışmaların merkezine sıçradı. İfade özgürlüğünün akademideki savunucuları, bu hakkı mesleklerinin merkezi bir ilkesi olarak akademik özgürlükle eşitleme eğilimindedirler. Bunu kolonyalizmi savunmanın ve neokolonyalizmi teşvik etmenin ahlaki açıdan kabul edilebilirliği hakkındaki tartışmalardan daha iyi anlatan çok az resim vardır. Kendini ifade özgürlüğü savunucusu olarak tanımlayan birçok kişiyi çileden çıkartan şey makaleyi geri çekme kararıydı. “Sömürgecilik Örneği”ne karşı yapılan çürütme, bu dergi de dahil olmak üzere[4] bir dizi yayın organında şart koşulmuş olsa da kolonyal nostaljiyi bilimsel bir cila ile beslemeye çalışan argümanlar samimiyetsizce ifade özgürlüğüyle akademik özgürlüğü eşit görmektedir[5].  Yine daha fazlası da var. Irkçı milliyetçiliğin, aşikâr sağcı şiddetin yoğunlaştığı ve demokratik kurumların erozyona uğradığı zamanlarda, ifade özgürlüğü suistimal edilerek eleştirinin önünü kapatmanın bir aracı olarak etkili bir şekilde işler. Bu nedenle, ırksal boyun eğdirme ve kolonyal hâkimiyetin desteklenmesi, hiçbir şekilde akademik titizliği ve bilgi üretimini savunmakla değil, kurumsal ırkçılığı ve beyaz üstünlüğünü ikiye katlamakla ilgilidir[6]. Gerçekten ifade özgürlüğü hem beyaz üstünlüğünün hem de patriyarka, heteronormative ve transfobi gibi diğer baskı ve dışlama biçimlerinin eleştirel sorgulamasını durdurmaya yönelik bir araç haline geldi[7]. İfade özgürlüğünün sağcı geri kazanımlarının, ki bunlar ne kadar temelsiz olursa olsun kişinin fikrini ifade etme hakkına indirgenme eğilimindedir[8], doğrudan akademik özgürlüğün koşullarını baltaladığı anlaşılmalıdır. Bir fikir pazarı olarak nitelendirilen kişinin, -otoriter misilleme ve müdahale ile düzenlenmeyen- ifade özgürlüğünün görünüşte ahlaki ve politik gerekçelerle denenmiş ve sınanmış fikirlerin hakemi olarak işlev göreceğine inandırılır. Kamusal tartışmayı ve ifade özgürlüğünü piyasalaştırma söylemlerine maruz bırakmaya ilişkin somut endişeleri bir an için bir kenara bırakırsak, bu tasvirin temel sorunu, ifade özgürlüğünün savunucusu ve karşıtı argümanlar arasında birinin ifade özgürlüğünün lehinde, diğerininse aleyhinde olduğunu söyleyerek yanlış ve yanıltıcı bir ikili oluşturmasıdır. Liberal ifade özgürlüğü savunucuları tarafından yaygın olarak kabul edilen bu özgürlüğün gerçekten de bir dizi istisnası vardır. Bunlar, diğer şeylerin yanı sıra, özel mülkiyeti, telif hakkı ihlalini, şiddeti teşvik etmeyi, kamusal müstehcenliği ve hapse atmayı kapsayan yasaları ve kısıtlamaları içerir. Gerçekten de bu ortak istisnaların çoğu, burjuva kapitalizminin, milliyetçi militarizmin, neokolonyalizmin ve kurumsal ırkçılığın örtülü ideolojisine batmış durumdadır. Aşağıda tartışılacağı gibi beyaz maskülinitenin yazılması için“ ifadenin” fetişize edilmesi esastır. Bu nedenle soru burada kimin ifadesinin fiilen kısıtlandığıdır. Bu makale boyunca akademinin piyasa mantığını veya akademik titizliğin ve yayıncılık etiğinin ihmalini bariz bir şekilde daha da ileriye taşıyan bir clickbait’ten (tıklama tuzağı) daha fazlası tartışılacaktır. Cesaret verici sömürge nostaljisi, beyaz üstünlüğü ve ırkçılık, bir "nefret çetesinin”[9] kendi kendini ifşa eden bu kurbanların hem nedeni hem de sonucudur.

Bu gelişmenin akademi dışında, hiyerarşik iktidar yapılarını yeniden üretme ve sürdürmede çıkarları olan ve bu ayrıcalıkların eleştirel sorgulanmasını ifade özgürlüklerine bir saldırı olarak algılayanları tetikleyen bir köpek ıslığı (dog-whistle) siyaseti biçiminde geniş kapsamlı etkileri de vardır. Tipik olarak beyaz nesnelliğin tarafsız göstergeleri olarak çerçevelenen bu hiyerarşiler, ırksal kapitalist düzenin çıkarları engellendiğinde ifade özgürlüğünü gerçekten baltalayan şekillerde yeniden yazılabilir.

Amerika bağlamında sadece anti-kapitalistlerin McCarthyci[10] cadı avını müjdeleyen 1941 California Senatosu Amerikan-Karşıtı Faaliyetleri Araştırma Alt Komitesi (California Senate Fact-finding Subcommittee on Un-American Activities) ile akademik titizliğe ve kesinliğe uymadığı düşünülen “Kültürel Marksizm”e son zamanlarda verilen savaş olarak, kendi değimiyle derslerdeki solcu propagandaları araştıran, Profesör İzleme Listesi (Professor Watchlist)[11] arasındaki tarihsel sürekliliği hatırlamak yeterlidir. En trajik olanı, "yanlış anlatılara karşı koymak ve onları destekleyen ideolojileri ortaya koymak için bilimsel titizliği kullanma hakkı”na sahip olduğu için bu gelişmeye karşı direnişin tek çekirdeğinin akademik özgürlük olmasıdır[12].  Bundan dolayı ifade özgürlüğü üzerine tartışmalar, ifade özgürlüğü lehinde ve aleyhinde olanlar arasındaki kaba ikilik hakkında değil, daha çok bu özgürlüğe dayatılan sınırlar tarafından kolaylaştırılan destekleyici ideolojiler ve güç dinamikleri hakkındadır. İfade özgürlüğünün yasal kodlamalarının (Amerika Birleşik Devletleri Anayasası Birinci Değişikliği  /First Amendment in the United States gibi)[13] her zaman ifade özgürlüğünü garantilemekten ziyade ifadeye müdahalenin yasaklanmasıyla ilgili olarak beyaz erkek ideolojilerin içindeki ifadenin fetişleştirilmesi o halde tarihseldir. Bunlar her daim yalnızca ifade sahibi olanlar, yani mülk sahibi beyaz adamlar için geçerlidir[14]. İfadeyi umursamazca ödüllendirmeye ve şiddet içeren ifadeyi önemsizleştirmeye çalışan bir araç olarak beyaz adamın söylemi şeklinde tanımlanabilecek şey, beyazlığın normativitesini ve üstünlüğünü yeniden yazma ideolojisi olarak işlev görür[15]. Ne yazık ki, akademik özgürlük, bu ideolojileri teşhir etme ve dağıtma yeteneğine sahip birkaç güçlü ve temel araçtan biri gibi görünüyor.

Irksallaştırılmış kolonyalizmi savunmak ve esasen beyaz olmayan halkları boyun eğdirme ve insandışılaştırma politikalarına geri dönüşü teşvik etmedeki durum şaşırtıcı olmayan bir şekilde beyaz üstünlüğü anlatılarını bilimsel bir cila ile ifade etme yönündeki daha geniş bir eğilimin parçasıdır. Mezkûr makaleyle birlikte bu aynı zamanda kötü şöhretli İmparatorluk Etiği (Ethics of Empire) araştırma projesini ve ona eşlik eden kolonyal tarih hakkında suçlu hissetmeyi bırakma çağrısını da içeriyor[16]. Kolonyal nostaljinin bu biçimleri elbette her zaman beyaz anlatısının merkezinde yer almıştır. Örneğin Nicolas Sarkozy'nin "Afrika'nın trajedisi, Afrikalının hiçbir zaman gerçekten tarihe girmemiş olmasıdır[17]" ifadesi, GWF Hegel'in Afrika'nın “dünyanın tarihi bir parçası olmadığı ve sergileyecek bir hareketi ya da gelişimi” olmadığı şeklindeki ifadesinin çağdaş bir yankısı değil midir?[18] Burada tartışılacak olan, bunun gibi -tipik olarak kolonyal kinayelerde kalkınma ve iyi niyetler üzerine dile getirilen- argümanların beyazlık kategorisinin kendisiyle doğrudan ilgili olması gerektiğidir. İfade özgürlüğü retoriğine batmış bir kolonyalizm savunmasının beyaz üstünlüğünün yapısına ve beyazlığın işleyişine nasıl dahil edildiğini anlamak için, beyazlık ve özellikle onun çalışma stratejileri hakkında biraz daha söz söylenmesi gerekiyor.

Irksal bir kategori olarak beyazlık, sosyal ve söylemsel olarak inşa edilmiş bir kategori olarak tanımlanır. Fenotipler arasındaki farklılaşma, hiyerarşik olarak ırkların doğal aşağılığı veya üstünlüğü şeklinde kategorize edilir. Beyazlık burada, diğer tüm kategoriler arasındaki ilişkileri belirleyen norm olarak merkezileştirilmiştir. Bununla birlikte, beyazlığın işleyişini anlamak için, tarihini anlatmak ve ırksallaştırılmış bedenler üzerindeki günlük etkilerini hesaplamak gerekir. İkincisi ile ilgili olarak, ırkın kendisi kolonyal sömürünün bir ürünü olduğu için beyazlık her zaman kapitalist mülkiyet ilişkilerinde derinden yer almıştır[19]. Beyazlık sadece söylemsel olarak yapılanmakla kalmaz, aynı zamanda maddi kurumsallaşmayla bedenlere ibareler yazar[20]. Beyazlığın kolonyal tarihine üçüncü bölümde döneceğim. Bu noktada yeterli olan şey, kolonyal nostalji ideolojileri ile üstünlüğün rengi olarak beyazlık arasındaki çatallanmayı ortadan kaldırmaktır çünkü ikisi yakından ilişkilidir. Sosyal ve maddi olarak yapılandırılmış iki geleneksel beyazlık kavramını birlikte ele alırsak, ırk ilişkilerini sosyal ve maddi olarak yapılandıran bir efendi imleyeni olarak beyazlığı inşa eden ve sürdüren bir dizi stratejinin var olduğu sarihleşir: "Irksal bir özne olmak, imleyenin beyazlığına maruz kalmaktır[21]". Bir efendi imleyeni olarak beyazlık, beyaz olmayan insanları doğası gereği aşağı olan ırksal kategorilere tabi tuttuğu için biçimsellikten yoksun gibi görünmektedir. Bu durum beyaz görünmezliği yani beyazların kendi beyazlıklarını kendilerine görünür hale getirememeleri olarak bilinir. Elbette bu yetersizlik, beyazlığın normatifliğini ve üstünlüğünü ortadan kaldırabilecek epistemik araçların yanlış anlaşılmasına, yanlış yorumlanmasına veya tamamen göz ardı edilmesine izin veren kasıtlı bir cehaletten başka bir şey değildir[22].

        Bu, beyazlığın herhangi bir biçimsel içeriğe sahip olmadan var olmasına izin verir çünkü kendisi normdur. Bu nedenle, normatiflik ve üstünlüğün bağlantı noktasında beyazlığın insan uygarlığı ile denklemi yatmaktadır. McLaren ve Torres'in yazdığı gibi:  “Bu, kendisini Avrupa'nın üstünlüğü mitlerinin semiyotik döküntüsünden çıkarıp retorik olarak kendi kendine çalışmaktadır. Bunlar Avrupalı olmayan kültürlerin tuhaf, egzotik veya barbar karakterinin aksine, Avrupa soyundan gelenleri gerçekten medeni olarak ayrıcalıklı kılan, ontolojik olarak boş, epistemolojik olarak yanıltıcı ve ahlaki olarak zararlı mitlerdir[23].”

    Her ne kadar beyazlık gerçekten de ayrıcalığı meşrulaştırmaya çalışan mitlere dayansa da, bu mitlerin kendileri, beyaz olmayanlar şeklinde ırksallaştırılanlar için beyazlığı aşırı görünür kılan küresel tahakküm sistemlerine yatırım yapmaktadır. İkincisine göre, beyazlık yalnızca söylemsel bir kategori değil, aynı zamanda gerçek, maddi ve hepsinden önemlisi yaşanan bir şeydir. Beyazlığın tarihi, kolonyal köleliğe ve kapitalist sömürüye derinden kök salmış bir yatırıma sahiptir[24]. Beyazlığa yalnızca beyaz bedenlerin bilmeden işgal ettiği ayrıcalıklı konumu içeren bir şey olarak çok fazla vurgu yapmak, potansiyel olarak beyazlığın masumiyetini pekiştirme, failliğini ayrıcalıklı bedenler olarak ortadan kaldırma ve onu bir tahakküm mantığı, yani beyaz üstünlüğü olarak gizleme riski barındırır. Bu sadece dünyanın dört bir yanındaki insanları beyazlıkla ilişkili olarak yapılandıran küreselleşmiş bir tahakküm sistemi değil, aynı zamanda yukarıda da belirtildiği gibi, beyaz üstünlüğünün opaklığına karşı epistemik bir körlük etrafında yapılandırılmıştır. Ve bu, kolonyalizmin "bilimsel" savunmalarının ve kolonyal ideolojilerin desteklenmesinin analize yeniden girdiği yerdir. Genellikle akademik tarafsızlık ve ifade özgürlüğü gibi samimiyetsiz çağrılar yoluyla yapıldığı için bu analizlere olanak sağlayan şey, beyaz üstünlüğüne karşı kasıtlı cehalet veya körlüktür. Beyaz adamın normatifliğini ve üstünlüğünü yeniden yazma bağlamında konuşmanın kendisini fetişleştirmeyi kavramak için akla "şeytanın avukatını oynamak" veya "sadece eleştirel sorular sormak" gibi beyaz erkek konuşma kanonundaki tipik mecazları getirmek yeterlidir. Tarafsızlığa ve aslında nesnelliğe yapılan bu göndermeler, tarihsel olarak tarafsız bilginin hakemi olarak Dekartçı ego cogito'nun nesnelliğini akla getirir[25]. Bunun hakkında sonra daha fazla konuşacağız. İfade özgürlüğü, örneğin ırk ve zekâ arasındaki ilişkiye veya kolonyal nostaljiye dair spekülasyonları kolaylaştırdığı için beyazlığın meşrulaştırılmasında her zaman tercih edilen mantık olmuştur[26]. Ataerkillik ve cinsiyete dayalı baskı konusundaki tartışmalara benzer şekilde, ifade özgürlüğü çağrıları tipik olarak genellikle rasyonalite, zekâ veya fizyonomi üzerine sahte bilimsel söylemlerde ve yukarıda gördüğümüz gibi tarafsızlık ve nesnelliğe yapılan göndermeler içeren ırkçı iddiaların veya beyaz soykırımı ve beyaz erkek mağduriyeti gibi beyaz karşıtı komplo teorilerinin önünü açmak için kullanılır. İfade özgürlüğü hakkına yönelik bu çağrılar, beyaz nesnelliğin ve tarafsızlığın yeniden yazılması yoluyla, eleştirinin kanıtlanmamış bir şekilde askıya alınmasına veya reddedilmesine izin verir, çünkü ikincisi kabaca ve samimiyetsizce ifade özgürlüğünün ihlali olarak kodlanmıştır.

      En önemlisi de, bu strateji aynı zamanda beyaz perspektifi sarsmaya çalışan bilinçli perspektiflerin dışlanması ve reddedilmesiyle çakışmaktadır. Bu tanıklığa dayalı kanıt kolonyal yönetimin kolonileştirilenlerin yaşamları ve bedenleri üzerinde yarattığı etkilerden doğan deneyimlere ve bilgilere başvurur[27]. Beyaz normatif beyaz insanlara kendi perspektiflerini nesnel ve gerçeğin temsilcisi olarak görmeyi öğrettiğinden beyazlığın hiper görünür olduğu perspektiflerden ziyade beyazlığın görünmezlikle var olduğu perspektiflere dikkat edilmelidir[28]. Charles Mills bu durumu hem beyaz üstünlüğüne dair yanlış inançları hem de beyaz üstünlüğünün mantığına ilişkin doğru inançların yokluğunu gerektiren uzun bir geçmişe sahip bilişsel bir fenomen olarak “beyaz cehaleti/beyaz bilgisizliği” (white ignorance) şeklinde tanımlamıştır[29]. Bu nedenle beyazlığın tarafsızlığı ve masumiyeti, alternatif bakış açılarının güvenilirliğini olumsuz yönde etkilemek için kullanılan stratejik araçlardan başka bir şey değildir. Bu epistemik varsayıma bir sonraki bölümde döneceğim. Bu aşamada, ifade özgürlüğüne ve bilimsel tarafsızlığa atıfta bulunarak kolonyalizmi savunmanın ve neokolonyalizmi teşvik etmenin, emperyal beyaz üstünlüğü projesini sürdürmeye çalışan beyaz bir bağışıklık sistemi tarafından tetiklenen yapısal savunma mekanizmaları olduğu sonucuna varabiliriz[30]. Beyazlığı yalnızca belirli bir bilinçsiz önyargı türü olarak psikolojikleştirme riskini göz önünde bulundurduğumuzda, bu savunma mekanizmalarının yapısal doğasının, beyazlığın normatifliğini ve üstünlüğünü barındıran maddi kurumlara nasıl başvurduğunu vurgulamak çok önemlidir. Bunlar da, üçüncü bölümde tartışılacak olan ifade özgürlüğü ve bilimsel tarafsızlığın samimiyetsiz açıklamalarını beyaz normatifliğin ve üstünlüğünün savunması olarak şekillendiren jeopolitik epistemik yapının parçalarıdır.

      Beyaz üstünlüğü stratejilerini hangi dinamiklerin harekete geçirdiğini açığa vurmadan önce, bu yapının bilişsel sonuçlarını daha fazla keşfetmek gerekir. Irksal boyun eğdirmenin ve insandışılaştırmanın varoluşsal sonuçları, “Siyah Deri Beyaz Maskeler”de Frantz Fanon tarafından açıkça ortaya konmuştur. Fanon psikopatolojiyle ilgili bölümde, beyazlıkla temasın ırksallaştırılmış öznenin egosunun çöküşünü tetiklediğini öne sürer: “Zenci (negro) beyaz dünyayla temas kurduğunda, hassaslaştırıcı bir eylem gerçekleşir. Eğer psişik yapısı zayıfsa, egonun çöküşü görülür. Siyah adam fiili bir insan gibi davranmayı bırakır. Davranışının amacı (beyaz adam kılığında) öteki olacaktır, çünkü ona değeri ancak öteki verebilir.[31]

 

     İnsanlığın bir parçası olmaktan yoksun bırakan bu hassaslaştırıcı eylemin etkisi, kişiliğin, bireyselliğin, öznelliğin ve failliğin tamamen çöküşüdür. Zencinin kendisi beyaz kaygının ürünüdür, esasen siyah bedene ırksal çağrışımla yazılan fobik bir nesnedir: "Bak, bir Zenci[32]". Beyazlık, beyaz olmayan bedenleri ırksallaştırılmış şemalara göre yapılandırır, bu da bu bedenlerin benlik algısını bozar ve onları kendi aşağılık imajlarıyla sonsuza kadar savaşmaya hazırlar[33].

     Bununla birlikte, ırk patolojisini yalnızca daha aşağı bir nitelikte olma düzeyine yerleştirmek bir hata olur. Tekrarlamak gerekirse, ırksal çağrışım, fobik nesnesiyle karşılaşmanın tetiklediği beyaz kaygıdan kaynaklanır. Beyaz adam kendini dünyanın mukadder efendisi olarak gördüğünden, beyazlığın insanlığın özü olarak doğrulanması bu karşılaşma aracılığıyla gerçekleşir. Irksal ilişkiler, beyaz ve medeni ile siyah ve vahşiyi yan yana getiren ikili çağrışımlarla kodlanmıştır. Bu ilişki bir karşıtlık ilişkisi değil bir hiyerarşi ilişkisidir: beyaz, beyaz olmayan dünyaya yönelik bir arzu kategorisi olarak sunulur.

Bunun sonucu, siyahın farklı bir insanlık değil, insanlıktan yoksunluk anlamına gelmesidir. Buna üçüncü bölümde tekrardan döneceğim. Burada vurgulanması gereken şey, beyazlığın dünyaya hâkimiyetini doğallaştırmak için bu ontolojikleştirilmiş ikili stereotipleri ürettiği gerçeğidir. Kehinde Andrews, beyaz insanların imtiyazlarıyla yüzleşerek beyazlıklarına yatırım yapmaktan vazgeçebilecekleri fikrinin asılsız olduğunu göstermek için[34], beyazlığın rasyonel tartışma yoluyla tüm uslanmalardan kaçan söylemsel bir psikoz olarak görülmesi gerektiğini savunmuştur[35]. Bu, beyazlığın ağırlıklı olarak maddi ve kurumsal sonuçlarıyla ilgili olmaktan daha ziyade bu yapının kalbinde işleyen temel mantıksızlığı ortaya koyar. Bunu beyazlığın yapısal savunma mekanizmalarına ekleyip psikopatolojik bir fantezinin kesintileri olarak anlamalıyız. Ek olarak, beyaz üstünlüğünün çarpıtılmış gerçekliğini pekiştirme stratejilerinde tüm bunlar etkin halüsinasyonlar olarak işlev görürler. Halüsinasyonlar psikolojik açıdan tipik olarak dış uyaran olmadığı halde 'gerçek' olarak algılanan deneyimleri içerir. Başka bir deyişle halüsinasyonlar, bu deneyimin dışında herhangi bir nesnel dayanağı olmayan bir deneyimi gerçek olarak nitelendirme işlevi görür. Beyaz halüsinasyonlar, beyazlığın insanlığa karşılık gelen bir efendi imleyeni olarak çarpıtılmasını gizlemeleri ve ikincisini nesnel bir gerçeklik olarak deneyimlenen bir psikopatoloji olarak nitelendirmeleri bakımından benzer şekilde işlev görürler. Kolonyal nostaljiyi savunmak için ifade özgürlüğü çağrıları bu nedenle beyaz halüsinasyonlar olarak işlev görürler. Bu sebeple kolonyal nostalji ve beyaz üstünlüğü ideolojisini güçlendirmeye çalışan akademik argümanların çoğalması, köleliğin, soykırımın ve nihayetinde insanlıktan çıkmanın yaşanmış ve somutlaşmış gerçekliğini reddedip çarpık başka bir gerçekliği yayan bariz bir halüsinasyon değil midir? Beyaz halüsinasyonlar bu nedenle her zaman doğal olarak özgür ifadenin fetişize edilmesine bağlıdır; çünkü her ikisi de beyaz normatifliği ve üstünlüğünün yeniden yazılmasıyla alakalıdır. Beyazlığın dünyadaki hâkimiyetini durmadan yeniden kaydetmeye yönelik psikopatolojik eğilimler olarak bu argümanlara beyaz halüsinasyonlar diyebiliriz.

Epistemik Endosmoz

     Kolonyal şiddet ve tahakkümün akıl almaz vahşetlerini ve uzun süreli psikolojik, duygusal, maddi, politik, ekonomik ve kültürel etkilerinin şaşırtıcı miktardaki tanıklığa dayalı kanıtının ışığında, sadece kolonyal nostaljinin yeniden canlanmasına neden şahit olduğumuzu değil aynı zamanda beyaz halüsinasyonların üretiminin epistemolojik terimlerle nasıl kolaylaştırıldığını da sorgulamamız gerekir. Bu, yalnızca kolonyal nostaljiyi ve beyaz üstünlüğünü desteklemek için ifade özgürlüğü hakkının zikredilmesiyle değil, aynı zamanda hoşgörü talebiyle de ilgilidir. Hoşgörü, kültürel kimlikler arasındaki doğal sürtüşmeler olarak eşitsizlik ve toplumsal zarar konularını siyasetten uzaklaştıran bir iktidar söylemi ve bir “yönetimsellik” (governmentality) aygıtı haline geldi[36]. Özgür ifade ve kolonyal nostalji bağlamında hoşgörü, beyaz üstünlükçü yapıların restorasyonunu kolaylaştırmadaki rolünü gizleyen liberal bir fantezi olarak teşhir edilmelidir. Ancak hoşgörü sınırsız değildir. Örneğin Alasdair MacIntyre, uzun süre önce çürütülmüş olan filojiston yanma kuramına (phlogiston theory of combustion)[37] atıfta bulunarak hoşgörü sınırlarını belirlemiştir: Birisinin bu teoriyi toplum içinde ciddi bir şekilde yeniden öne sürmesine göz yummaya hazır mıyız? Bu, birinin Holokost'u inkâr etmesi durumuna benzetilebilir. Filojiston kuramı veya Holokost inkârı gibi görüşleri ifade edenler susturulmalı ve sadece karar alma tartışmalarından değil, bunun yanında okullar veya kolejler gibi yerel topluluklarda herhangi bir pozisyonda bulunmaktan da dışlanmalıdır[38]. Çürütülmüş bilimsel teoriler ve Holokost inkarı ışığında hoşgörü konusu, kolonyal nostalji ve beyaz üstünlüğü ideolojileriyle hiçbir şekilde aynı olmasa da, yine de bundan çıkarılabilecek önemli şeyler var. Önceki bölümde bahsedildiği gibi, beyazlığın merkezileştirilmiş perspektifi diğer alternatif perspektifleri dışlama pahasına çalışır. Bu dışlama mekanizmalarının yeniden üretilmesi, ifade özgürlüğünün ve onu fetişize eden beyaz maskülinite ideolojilerin çağrılması yoluyla gerçekleşir. Akademik yayıncılık döngüleri aracılığıyla ve daha genel olarak fikirlerin pazarı olarak bu tartışmanın fetişize edilmesi beyazlığı daha da normalleştirerek, tartışmanın dokusuna epistemik bir konjonktür yerleşir. Filojiston teorisine veya Holokost inkârına hoşgörü onların çürütme talebini ve gerekliliğini yeniden üretmektir. Bu, bir yönetimsellik (governmentality) pratiği olarak modern hoşgörü söyleminin merkezinde yer alan ve bu konuları doğası gereği kişisel veya kültürel sürtüşmeler olarak dile getiren depolitizasyonun etkisiyle daha da silahlandırılmaktadır. Mevcut analize uygulandığında, insanlar ifade özgürlüğünün ve liberal hoşgörünün samimiyetsiz çağrılarına boyun eğerek, kolonyalizmin (ve dolayısıyla beyaz üstünlüğünün) izin verilebilirliğini ve meşruiyetini durmadan tartışmaya ve meydan okumaya zorlanıyor. Aslında, kolonyal nostalji ve beyaz üstünlüğü ideolojilerinin normalleştirilmeye devam etmesi ve beyazlığın durmadan bir efendi imleyeni olarak yeniden yazılması, tam da bunun kasıtlı bir yıpratma savaşına dönüştüğü ölçüde mümkündür.

Beyazlığın işleyişine aracı olan bu ifade özgürlüğü ve liberal hoşgörü çağrılarının, kolonyal boyun eğdirme ve insandışılaştırma mantığının merkezinde yer alan eşitsizlik ve baskıyı korumaya nasıl hizmet ettiğini not etmek zorunludur. Bu strateji, ayrıcalıklı kişiler marjinalleştirilmiş kişileri karşılaştıkları baskının doğası hakkında bir eğitim veya açıklama üretmeye zorladıkları zaman gerçekleşen epistemik bir sömürü olarak adlandırılabilir[39]. Epistemik sömürü, ayrıcalık perspektifiyle baskıya maruz kalanlara bu baskıyı açıklamak veya kanıtlamak için sorumluluk yükleyerek, ki tipik olarak bu baskının sebebini kişisel veya kültürel başarısızlık olarak tasvir eder, sömürü yapılarını yeniden üretir. Ezilenler böylece tazmin edilmeyen ve tanınmayan psikolojik ve duygusal olarak zorlayıcı bir emekle meşgul olma yükü altına girer. Epistemik sömürü, kendisini samimiyetsizce bilimsel ilerlemenin erdemli çabasının hayati bir aracı olarak sunma yoluyla bir taraftan ezilenleri sistematik olarak ezilmelerinin hesabını vermekle meşgul eder bir taraftan da ezilenler aleyhine edinilen imtiyazların hesabını vermekten kurtarır ve böylece baskı sistemlerini yeniden üretmeyi başarır. Başka bir deyişle, beyazlığın, beyaz insanların bu sömürü ve dışlama mekanizmalarındaki suç ortaklığı fikrini bu epistemik sömürü prizması aracılığıyla terk edebiliriz. Gerçekten de, epistemik sömürü, dışlananlara dışlanma mekanizmaları aracılığıyla yeniden yazmaya çalıştığı gerçekliğin çarpık doğasını kanıtlama sorumluluğunu yükleyerek beyaz bir halüsinasyon olarak işlev görür. Bu süreçte sağlam bir şekilde bozulmadan kalan şey, hem dışlama ve baskı yapılarına yönelik sürekli bir sorgulamanın yokluğu hem de kolonyalizm bağlamında, kolonyal ideolojileri kavgacı bir şekilde yaymak için baskıya dayanak kılınan referansların geçerliliğini sorgulamaya çalışanları dışlama ve susturma yeteneğidir. Kolonyalizm mantığını destekleyen tek bir akademik makale, bu boyun eğdirme ve insandışılaştırma yapısının yansımalarından hala etkilenenlere bu argümanı çürütme görevini yüklemek ve onları beyaz üstünlüğünden ve ayrıcalığından yararlananların ayrıcalıklarını kabul etmeye devam ettirmek için yeterlidir[40]. Gerçekten de bu, beyaz halüsinasyonların, beyaz normatifliği ve üstünlüğünü yeniden tanımlamadaki etkinliklerini ve güçlerini korudukları, sürekli ve kasıtlı olarak tarih dışı bir tartışma sahnelemektedir. Epistemik sömürü, kişinin dünyaya onun yapısını veya tarihini görmeden baktığı koşullar altında gelişir[41]. Umursamaz ve şiddetli konuşmalar önemsizleştirildiğinde, ırksal kolonyalizmin yapılarına ve tarihine atıfta bulunmak zorunda kalmadan her tartışmaya – ne kadar temelsiz veya samimiyetsiz olursa olsun – tekrar tekrar ev sahipliği yapılabilir. Bu nedenle, beyaz halüsinasyonların etkinliğinin ve gücünün kaynağı, yaşanmış bir gerçekliği (yani ırksal kolonyalizm altında insandışılaştırma ve kölelik) psikopatolojik bir kurguyla (yani kolonyal nostalji ve neokolonyalizm ideolojileri) aktarma yeteneğidir. Epistemik sömürü, kendimizi yeniden tanımlamada, bugünü değiştirmek ve geleceği inşa etmek için gerçekçi senaryolar tasarlamada hep daha iyi kullanılabilecek sürekli bir enerji tüketimine bağlıdır[42].

Tartışmasız, epistemik sömürüye aşılanmış ve onun etkisini daha da ileri götüren kapitalist bir mantık da söz konusudur. Bu mantık epistemik emeğin maliyet yükünü ezilenlerin veya marjinalize edilmişlerin omuzlarına kârı ise imtiyazlıların veya zalimlerin eline bırakır. Birinciler engellenir, ikinciler de bir bütün olarak sömürü ve baskı sistemini dağıtmaktan muaf tutulur. Sömürücü kapitalizm için gerekli olan doğal kaynakların maddi tüketimine benzer şekilde, tanıklıklarının temelsiz olup olmadığını sorgulatarak ezilenleri ve marjinalleştirilenleri yoran duygusal bir enerji tüketimi söz konusudur.  İnsanların kendinden şüphe etmesini sağlayan bu manipülasyoncu stratejiler, kolonyalizm psikopatolojisinin merkezinde yer almaktadır.

       Bununla birlikte, bu baskı sistemleri aracılığıyla marjinalleştirilenlerin geliştirdiği bilgiyi ortadan kaldırma girişimi olarak epistemik sömürünün ve beyaz halüsinasyonların etkisi sadece sömürü değil, aynı zamanda şiddettir. Kolonyalizmin doğasının özünün şiddet olduğu göz önüne alındığında bu durum hiç de şaşırtıcı olmaz. Buradaki şiddet, baskıdan olumsuz etkilenenleri eyleme geçmekten, onurlu bir muhatap ve bilgi temsilcisi olarak tanınma kapasitesinden mahrum bırakan epistemik veya hermenötik eşitsizliğin sürdürülmesidir[43]. Bu nedenle bu, kolonyal öznenin özneleştirilmesinin yanı sıra bir boyun eğdirme sistemidir. Kolonyal özneyi oluşturma sürecinde, ezilen ve marjinalleştirilenler konuşma kapasitelerinden yoksun bırakılır. Bu nedenle, ayrıcalıklı beyaz perspektifin diğer tüm perspektifler adına konuşmak üzere normalleştirilmiş davranışı, epistemik şiddetin bir dinamiğidir[44]. Beyaz perspektif tarafından dile getirilen tipik kolonyal gelişme ve iyi niyet kinayelerinde epistemik şiddet ve sömürüyü ayırt etmek kolaydır. Aynı şey yeni bir sömürgecilik ideolojisini ve bir yeniden sömürgeleştirme siyasetini açıkça teşvik etmek için de geçerlidir: her iki durumda da, beyaz perspektif bilginin tek temsilcisi olarak merkezileştirilmiştir. Bunu anlamak için, bu süreci, beyaz perspektifin kendisini evrensellikle özdeşleştirdiği ve bunu yaparken konumsallığını sildiği bir süreç olarak çerçevelendirmek gerekir. Bu silikleştirmede gizlenen şey, o halde kendini beyaz perspektifin üstünlüğü olarak, ötekinin tüm diğer perspektiflerin aşağısında olarak inşası yoluyla kuran iktidarın yapısal konumsallığıdır. Beyaz insanlar kendilerini evrensellikle özdeşleştirme yoluyla konumsallıklarını (ve failliklerini) silip ayrıcalıklarını görünmez kılarlar.

 Bu nedenle de bu şiddete direnmeye yönelik eldeki görev, beyazlığın konumsallığını vurgulayarak beyaz seslerin bu ayrıcalığını konumlandırmaktır. Yapılması gereken en önemli şey, genellikle Batı ya da Avrupa'nınkiyle özdeşleştirilen bu epistemik konumsallığın ortaya çıkışının izini sürmek ve söylemsel ve emperyal haritacılığını Amerika’nın 1492'deki fethi içinde konumlandırmaktır[45]. Enrique Dussel'i takip ederek, evrensellikle özdeşleşmenin, modern felsefede ortaya çıkan soyut bir evrensellik kavramının Avrupalı kolonyal imparatorlukların küresel hegemonyasıyla kasıtlı olarak birleştirilmesiyle kolaylaştırıldığı argümanı ortaya atılabilir[46]. Bu evrensellik gerçekten de Avrupa'nın diğer kıtalardaki insanlarla karşılaşmasından kaynaklandı ve bu da ontolojik ırkçılıkla eşleştirilen epistemik bütünlük duygusunu güçlendirdi[47]. Ve Avrupa fikri üzerinden işleyen jeopolitik epistemik yapıları belirlemeye de hala devam ediyor[48]. Başka bir deyişle, Avrupa'nın hegemonyasını pekiştirdiği emperyal süreç, kimliğinin Avrupalı olmayan ötekiye göre oluşumuna tekabül eder. Gerçekten de Amerika'nın fethinin Avrupa beyaz kimliğinin benmerkezci oluşumuyla eşzamanlı olarak gerçekleşmesi hiçbir şekilde tesadüf değildi. Aslında bir yüzyıldan fazla bir süredir Amerika'daki soykırımların pratik ego conquireo'sunu (ego fethi) öngören Dekartçı ego cogito'da özetlenen modern Avrupa felsefesinin benmerkezci temeliydi[49].

Daha da önemlisi, konumsallığın silinmesine damgasını vuran şey, kartezyen ego cogito fikrinin ta kendisidir. Bilginin temeli olarak tanrının yerine insanı koyan Dekart değil miydi? Bu süreçte ortaya çıkan şey, kendisini herhangi bir konumsallığı, yerelliği veya özgüllüğü aşmış gibi sunarak kendi konumsallığını gizleyen veya arkada bırakan bir bakış açısıdır. Bunun etkili bir şekilde başardığı şey, evrensel bilince ulaşabilen tek şey olarak beyaz Batı perspektifi ile belirli doğal bir bilinç olarak kalan diğer perspektifler arasındaki epistemik bir hiyerarşidir. Beyazlığın görünmezliği, beyaz insanların, özellikle de beyaz erkeklerin, tarafsızca konuşmasına izin verir. Bu konuşmayı ifade eden bir diğer terim de beyaz halüsinasyonlardır.

         O halde bu, beyaz dünyayı hiyerarşik olarak beyaz olmayan dünyaya göre betimleyen bir gelişmeyle ilgilidir. Bunun izi örneğin Hegel'in Afrika'yı tarih dışında yapılandıran tarih felsefesine ve aynı zamanda Immanuel Kant'ın ırkların fizyonomik taksonomisine bakılarak Avrupa felsefesinde takip edilebilir. Her ikisi de aslında Avrupa felsefesindeki kolonyal farklılığın temel tekrarlarıdır[50]. Kant, antropolojiyi insanın psikolojik, ahlaki ve içsel yönlerini inceleyen entelektüel girişim olarak kodladı ve daha sonra, insanları doğalarının farklı yönlerine göre sınıflandırmak için fizyonomik bir projeye giriştiğinde, beyaz olmayan tüm ırkların tek bir standarda doğru ilerlemek için eğitim ve öğretime ihtiyaç duydukları sonucuna vardı: “Beyaz ırk, kendi içinde tüm motive edici güçlere ve yeteneklere sahiptir; bu yüzden onu biraz daha yakından incelemeliyiz.[51]” Beyazlık için bunun esas olarak gerektirdiği şey, yalnızca genel olarak evrensellikle değil, aynı zamanda insanlıkla da özdeşleşmedir. Başka bir deyişle Kant, fenotiplerdeki farklılıkları, rasyonel üstünlüğün veya aşağılığın farklı kodlamalarının kanıtı olarak görüyordu. Bu durum, Kant'ın Afrikalı bir adam hakkında "bu alçağın tepeden tırnağa tamamen siyah olması, söylediklerinin aptalca olduğunun açık bir kanıtıdır" şeklindeki yorumuyla daha da desteklenmiştir[52]. Burada ortaya çıkan şey, Avrupalılar için ırksal hiyerarşinin ve üstünlüğün Kant’ın kendisine çok benzeyen bir şey etrafında kodlanmasıdır: beyaz, Avrupalı ve erkek[53]. Bu nedenle Kant'ın taksonomisinde yankılanan şey, beyaz maskülitenin insanlık olarak konuştuğu inancıdır. Kendisini nesnel bilginin tezahürü olarak gören Kant felsefesinin doğası, beyazlığın silinmiş konumsallığına karşılık gelir. Kant'ın tekil insan doğası anlayışı kusursuz bir şekilde beyaz erkekliğe karşılık gelir. Kant antropolojisi, akıl kategorisinin, meşrulaştırmaya çalıştığı ırksal hiyerarşiyi gizlemek için bir araç olarak nasıl kullanıldığını göstermektedir. Beyazlık her zaman bir güç ideolojisi olmuştur.

        Buradaki temel nokta, Kant'ın ırkı kodlamasıyla etkili bir şekilde yeniden üretilen şey, beyazlığın evrenselliğini, ontolojik olarak beyaz olmayan dünyadan üstün olarak ayrıcalıklı kılan anlayıştır. Beyaz halüsinasyonların, beyazlığın normatifliğini ve üstünlüğünü yeniden yazmaya çalıştıklarında başvurdukları yer bu ideolojik rezervuardır. Tüm bunlar, yukarıda belirtildiği gibi,  kolonyal fetih ve genişleme zemininde aynı anda ortaya çıkan ve bunun sonucunda üstün ve aşağı bilgiler arasında ırksallaştırılmış hiyerarşi inşasına izin veren bir model anlamına gelir.

       Burada iki yönlü bir soru vardır. Bir yandan, beyazlık, 500 yıl önce küresel bir egemenlik konumuna ulaştığında Avrupa'nın evrensellik ve insanlıkla özdeşleşmesiyle ortaya çıkan bir iktidar ideolojisiyse, böylesi bir jeopolitik epistemik yapının varlığının günümüzdeki izini nasıl sürebiliriz? İkincisi gerçekten de ilk bölümde tartışıldığı gibi beyaz üstünlüğünün yapısal savunma mekanizmalarının bir parçasıdır. Öte yandan, beyazlık her yerde ve her zaman hazır bir yapıysa nasıl oluyor da beyaz halüsinasyonlar gibi bir dizi stratejiyle sürekli olarak yeniden ileri sürülmeye ihtiyaç duyuyor? Bu soruların karşılıklı olarak kendileriyle çeliştiği anlaşılabilir, çünkü birincisi beyazlığın dirençliliğini ikincisi ise zayıflığını açığa vuruyor gibi görünmektedir. Bu çelişkili konjonktür yine de beyazlığın iç işleyişiyle tamamen uyumludur. Bunu açmak için, beyazlığın on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılların Avrupa emperyal yönetimlerine sabitlenmediğini vurgulamakta fayda var. Michael Hardt ve Antonio Negri'nin yaklaşık yirmi yıl önce tartıştığı gibi, Batı'nın emperyal konumunun küresel alanda merkezsizleşmesine ve yerinden yurdundan edilmiş bir imparatorluğa doğru uçup gitmesine tanık olduk[54]. Bu süreç, sırayla kolonyal imparatorluklarda ve egemen ulus devletlerde beyazlığı betonlaşmaktan kurtararak zincirlerini kırmıştır. Beyazlık artık emperyal egemenlik konumundan değil, böyle bir konumsallığın yokluğundan hareket etmektedir. Hamid Dabashi'yi takiben bu, epistemik hiyerarşinin artık her şeyi bilen özne olarak imparatorluk egemenliğiyle doğrudan ilişkili olmadığı bir epistemik endosmoz süreci (yani Kartezyen ego cogito) olarak adlandırılabilir. Bu, hegemonyası olmayan bir imparatorluğun işleyiş biçimi olarak öznelerden yoksun bir bilgi tarzıyla ilgilidir[55]. Önceki bölümde değinildiği gibi, beyaz kırılganlığın psikopatolojik doğası, emperyal kolonyalizm için nostaljik beyaz halüsinasyonlarının üretimini besler. Beyaz soykırım komplo teorisi ve eril beyaz mağduriyeti gibi beyaz hayal gücünün ürünleri aracılığıyla beyaz üstünlüğünü ve gücünü yeniden ortaya koyma gerekliliği Oswald Spengler'in Batı'nın Çöküşü’nde değindiği faşizmin büyümesini besleyen kültürel gerilemeye yönelik kolektif kaygıyla çok benzerdir[56]. Bununla birlikte, epistemik endozmoz, çökmekte olan beyaz kimliğin bir belirtisi olarak görülmemelidir. Daha önce de belirtildiği gibi, beyazlık en iyi şekilde görünmezliği sayesinde çalışır. Bu nedenle epistemik endosmoz, beyazlığı küresel bir iktidar kolonyalitesi[57] (Coloniality of Power) olarak yeniden yazmaya çalıştığından aynı zamanda bir güç mantığıdır. Beyazlığın normatifliğini yeniden ortaya koymaya çalıştıkları için kolonyal nostalji ve neokolonyalizme dair beyaz halüsinasyonlar bu sürece içkindir. Bununla birlikte bu kesintisiz bir yeniden yazma süreci olarak beyaz halüsinasyonlar, beyazlığın kırılganlığını hem açığa çıkarır hem de örtbas etmeye çalışır. Yani, beyaz üstünlüğü ırksal farklılığı zarar verecek şekilde düzenlese de yine de kapitalizmin yaptığı gibi onu desteklemek, krizini, çelişkilerini ve zayıflıklarını hafifletmek için sürekli çabalara ve kaynaklara ihtiyaç duyar[58]. Bir mücadele alanı olarak beyaz halüsinasyonlara aşağıda geri döneceğim. Yukarıda özetlenen iki soruya şimdilik cevap verecek olursak, beyazlık endozmozu kolonyal düzen içindeki tarihsel konumunu sildiği için, beyazlığın bugün küresel üstünlük yapısını gizlilikle yeniden ortaya koyan beyaz halüsinasyonların üretimi yoluyla işlediği söylenebilir. Epistemik şiddetin beyazlık yoluyla, kendi özel perspektifini her zaman soyut evrensellik örtüsü altında gizleyen konumsallığı olmayan bir pozisyon olarak durmadan yeniden üretildiği yer burasıdır.

Epistemik Ölüm (Epistemecide)

      Siyah Deri, Beyaz Maskeler'de Fanon şöyle der “kolonilerde zenciyi beyaz bir adama çevirmek için her türlü çabayı gösterdiler. Onu düşürdükten sonra da ‘Beyaz adama karşı tartışılmaz bir bağımlılık kompleksiniz var dediler[59].’” Norm olarak beyazlık, beyaz olmayanların beyazlığa yükselişi için istek uyandıran, buna dair vaatlerde bulunan ancak aynı zamanda bunu imkânsız kılan çözümsüz bir mantık olarak işler. Tek başına bu bile kolonyal ilişkiyi sürekli bir bağımlılığa dönüştürür. Bununla birlikte bu tanınmanın imkânsızlığı artık beyaz olmayan dünyayı sadece aşağı olan şey olarak üretmiyor: "Aşağılık duygusu mu? Hayır, bir yokluk hissi. Günah zencidir, erdem beyazdır. Ellerinde silahlarla bütün o beyaz adamlar yanlış olamazlar. Suçluyum ben. Ne olduğunu bilmiyorum ama iyi olmadığımı biliyorum[60]." İnsanlığın beyaz olduğu bir dünyada, diğer her şey yoktur. Beyaz olmayanlar için nihai yuva ‘bir var olmama bölgesi, olağanüstü steril ve çorak bir bölgedir’[61]. Burası varoluşun olmadığı gibi insanlığın da olmadığı bir bölgedir. Bu var olmama bölgesini varlık bölgesinden ayıran şey, bir uçurumdur. Yokluk bölgesinde, kişi kaçınılmaz olarak güçsüzleştirmeye ve nesnelleştirmeye maruz kalır. Bunun arkasındaki nedenler açık ve basittir: "Beyaz adam dünyayı istiyor; sadece kendisi için istiyor. Kendisini bu dünyanın önceden belirlenmiş efendisi olarak buluyor. Onu köleleştiriyor. Dünyayla arasında açgözlü bir ilişki kuruyor.[62]"

           Var olmama bölgesinin şemasını mevcut sorgulama doğrultusunda okumak iki kavrayışı sarihleştirir. Birincisi, Beyaz olmayan dünyanın beyaz dünyanınkine eşit ahlaki ve ontolojik bir statü kazanabileceğine dair her türlü naif inanç sorgulanır.  Var olmama bölgesi insan olmayanın bölgesidir ve rasgele varlık bölgesine aktarılamaz. Bu nedenle, beyaz üstünlüğünün küresel yapısını yeniden ortaya koyan beyaz halüsinasyonların üretimi, varlık bölgesini var olmama bölgesinden ayırmaya ve beyaz olmayan dünyanın insansızlığını yeniden üretmeye yönelik beyazlık stratejilerinden başka bir şey değildir. Kolonyal nostalji de bu insandışılaştırma kalıplarının romantikleştirilmesidir. Gerçekten de, var olmama (yokluk) bölgesi sömürgeci ideolojileri açıkça teşvik ederek,  Foucaultcu bir analoji kullanırsak, beyaz bir panoptikon tarafından disipline edilen ontolojik bir hapishane haline gelir. İkincisi gerçekten de sözde görünmezliği sayesinde, beyaz olmayan dünyayı farklı şiddet yöntemleriyle sürekli olarak denetleyen konumsallıktan yoksun bir pozisyonla karakterize edilir. İkincisi, yukarıda tartışıldığı gibi, genellikle hermenötik veya epistemiktir, ancak çoğunlukla maddi ve fizikseldir. Beyazlık söylemi, insanı insan olmayandan ayıran yapısal bir dinamiği yeniden üreten ve destekleyen bir anlatı olarak görülmelidir. Bu dinamik, farklı mesafelendirme, mekânsallaştırma, ötekileştirme ve betimleme pratikleriyle çalışır. Gerçekten de beyazlık fikrinin kendisi, medeniyet olarak beyaz dünya fikrini beyaz olmayan dünyadan vahşet veya barbarlık olarak ayıran tarih yazımsal bir uydurma olarak ortaya çıkar[63]. Bu analiz boyunca tartışıldığı gibi, bu yapı beyazlığın epistemik konumsallığının kademeli endozmozu yoluyla bir araya getirildi ve beyaz halüsinasyonlarla sürekli olarak yeniden yazıldı. İkincisi, beyaz konumsallık, Kant'ın felsefesinde tam olarak aşkın bir özne haline gelen ve bir bütün olarak insanlık adına konuştuğunu iddia eden beyaz maskülinitenin sesini daha da gizleyen evrensel ego cogito'suna doğru ilerlemesini desteklemektedir. Fanon'un analizinden türetilebilecek ikinci bir anlayış, beyazlığın konumsallığı olmayan bir konum olarak etkileri hakkında bize daha iyi bir fikir verir. Bir önceki bölümde belirtildiği gibi, epistemik endozmozun etkilerinden biri, beyaz olmayan bakış açılarının, deneyimlerin ve bilgilerin belirginleştirilmesidir ki bunun da onları var olmama (yokluk) bölgesindeki var olmayanlar (yoklar) hale getirdiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, iki bölge arasındaki çizginin diğer tarafı olarak beyaz olmayan bölgedeki her şey bir yokluk uçurumuna atılır. Yokluk bölgesindeki beyaz olmayanlar öteki olmaktan çıkar çünkü bu aldatıcı çizgisinin diğer tarafında bir varoluş yoktur. Beyaz halüsinasyonların bu yokluk bölgesini nasıl yeniden ürettiklerinin bir örneği, artan nüfusu ırksallaştırılmış kodlamalar yoluyla insanlığından mahrum bırakan hapishane devletinin disiplin aygıtlarında görülebilir. Hapsetme, artık sözde terörle mücadele durumunda hukukun üstünlüğünün, insan haklarının, medeni hakların, demokratik temsilin, oy kullanmaya uygunluğun ve hatta tıbbi bakımın olmadığı bir yokluk bölgesi yaratıyor.

        Beyaz halüsinasyonlar epistemolojik düzeyde, varlık bölgesi ile var olmama bölgesi arasındaki sapma çizgisini yeniden üreten bir düşünce biçimi tarafından üretilir. Bununla birlikte, önceki bölümde belirtildiği gibi, bu düşüncenin var olmama bölgesi içindekilerin konuşamayacağı veya düşünemeyeceği varsayımına dayandığı gerçeğine karşı dikkatli olunmalıdır. Bu nedenle, mevcut analiz için vurgulanması gerekli olan asıl önemli şey, bunun çizginin diğer tarafında yaşayanların deneyimleri üzerindeki etkisidir. Bu etki, bilginin yok edilmesi veya öldürülmesi anlamında “epistimicide” (epistemik öldürme) olarak tanımlanabilir[64]. Bu, alternatif bilgi geliştirme biçimlerinin kasıtlı olarak yok edilmesini ve beyaz olmayan öznelerin bilgi temsilciliğinden diskalifiyesin içerir. Epistemicide, beyazlığın alternatif deneyim ve bilgilere yönelik büyük bir israfı nasıl yarattığının ifadesidir. Epistimiside, beyaz üstünlüğünün gizli bir küresel yapısını yeniden öne sürmenin yanı sıra, beyazlığın kırılganlığını ortaya çıkaran alternatif bakış açılarını veya referansları ortadan kaldırmaya veya yok etmeye çalışan beyaz halüsinasyonların üretimiyle ilgili olduğu için makalenin önceki bölümünde tanımlanmaya çalışılan dinamikleri konsolide eder. Epistemik endozmoz olarak epistimiside aynı zamanda beyazlık yoluyla, varlık bölgesini ve yokluk bölgesini oluşturan konumsuz-pozisyon (position-without-positionality) olarak da işlev görür. Epistemiside evrensellik, rasyonellik, nesnellik ve insanlıkla özdeşleşmedir ve bu şekilde her biri belirli, irrasyonel, öznel ve insan dışı olarak hiyerarşik bir ikiliği empoze eder. Bunun kaynağı, Amerika'nın fethi ile Avrupa beyaz epistemolojisinin gelişimi arasındaki dolayımın ego conquireo ve ego cogito arasındaki korelasyon olduğu fikridir. Beyaz epistemolojinin gelişimi bu nedenle,  evrensel bilginin temeli haline gelen soykırımcı bir ego exterminasyonuyla (ego yok edişi) kolaylaştırılır[65]. O zaman epistemiside’yi şöyle tanımlayabiliriz: varlığın maddi imhasına uygun olarak bilginin bilişsel imhası. Avrupalı bilginin temeli soykırımla ayakta kalmaya daha fazla dayanamadı muhtemelen ancak epistemisidal dinamik sağlam bir şekilde yerinde kaldı.

Beyaz halüsinasyonlar, eleştirel sorgulama, rasyonel tartışma veya basit bir negatif yatırım yoluyla kolayca çürütülebilecek beyaz hayal gücü ürünlerinden daha fazlasıdır. Kolonyal nostalji ve beyaz üstünlüğü hakkında psikopatolojik bir fantezinin yeniden öne sürülmesi, beyazlığı rahatsız eden aksaklıkları baypas etmeye hizmet eder. Beyaz normatifliğini ve üstünlüğünü yeniden ileri sürme ve yeniden yazma yönündeki süreklilik gösteren ihtiyaç, yalnızca beyazlığın içsel kırılganlığıyla ilgili değildir, beyazlığı aynı zamanda direniş ve muhalefet için taktiksel fırsatlar içeren sürekli bir mücadele alanı olarak dağıtır. Bu nedenle, beyazlığın kırılganlıkları, zayıflıkları ve çelişkileri, ifade özgürlüğü nesnel bilgi üretimine dair samimiyetsiz kaygılarla süslenmiş argümanlarda fetişize edilerek örtbas edilir. Bu liberal savunucuların gerçek endişesi ifade özgürlüğünü savunmak olsaydı, burjuva kapitalizminin mantığı, kırılgan maskülinite ve görünmez beyazlık tarafından yönlendirilen ifade özgürlüğü istisnalarını sorgulamaya yönelik girişimlerin durdurulması kesinlikle söz konusu olmazdı. Beyazlık, konumsallığı olmayan bir pozisyondur. Yine de, tam da bu epistemik endozmoz, normatifliğini ve üstünlüğünü yeniden yazmaya çalışan beyaz halüsinasyonların üretiminin, bireysel failliğin yerleştirilebileceği yerdir. Bu daha sonra, beyaz olmayan bakış açılarının, deneyimlerin ve bilgilerin fazlasını bir yokluk (hayalet) haline getirerek evrensel insanlık ile özdeşleşmeyi geri besler. Çoğu zaman beyazlığın kırılganlıklarının ince ve marjinal sorgulamalarını gölgeleyen ve gizleyen bu epistimetik şiddet, daha sonra beyaz olmayan perspektifleri bir yanda var olmamanın umutsuzluğu ve güvencesizliği ile diğer yanda boyun eğdirilmelerinin ve insandışılaştırmanın somut kanıtlarını sağlamaya zorlama arasında hapseder. Ve bu, beyaz normatifliğini ve üstünlüğünü bozmayı pek başaramadığından, ikincisi psikopatolojik bir kurgu olarak değil, yaşanan bir gerçeklik olarak etkili bir şekilde restore edilir.

Dipnotlar

 * Bu makale Postcolonial Studies dergisinden alınmıştır. Makalenin Ingilizce orjinali için bkz.. Lucas Van Milders (2021): White hallucinations, Postcolonial Studies,25(2): 175-191 DOI: 10.1080/13688790.2021.1938834

[1] “The Case for Colonisalism”, 2017’de Routledge yayını olan Third World Quarterly ( TWQ ) dergisinde yayınlanmış olan Bruce Gilley’e ait bir makaledir. Bruce Gilley bu makalede Batı kolonyalizminin son yüzyıldır tamamen kötü bir şekilde tanımlanıyor ve anılıyor oluşunu eleştirmiştir. Batı sömürgeciliğinin gittiği yerleri ileriye taşıdığı iddiasında bulunan bu makale akademik camiadan gelen yoğun tepkiler neticesinde yayından kaldırılmıştır. Bunu, makalenin yayından kaldırılışının akademik özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü baltaladığına dair eleştiriler takip etmiştir (çev. notu).

[2] Manu Vimalassery, Juliana Hu Pegues and Alyosha Goldstein, ‘Introduction: On Colonial Unknowing’, Theory & Event 19(4), 2016:1.

[3] Noel Ignatiev and John H Garvey, Race Traitor, London: Routledge, 1996.

[4] Diğerleri arasında şunlar sayılabilir: Hamid Dabashi, ‘Moral Paralysis in American Academia’, Al Jazeera, 28 September 2017. Available at: https://www.aljazeera.com/indepth/opinion/moralparalysis- american-academia-170928091638481.html; Joseph McQuaide, ‘Colonialism was a Disaster and the Facts Prove It’, The Conversation, 26 September 2017. Available at: https://theconversation.com/colonialism-was-a-disaster-and-the-facts-prove-it-84496; Vijay Prashad, ‘Third World Quarterly Row: Why Some Western Intellectuals Are Trying to Debrutalise Colonialism’, Scroll.in, 21 September 2017. Available at: https://scroll.in/article/ 851305/third-world-quarterly-row-why-some-western-intellectuals-are-trying-todebrutalise- colonialism; Amardo Rodriguez, ‘A Case Against Colonialism’, Postcolonial Studies 21(2), 2018, pp 254–259.

[5] Farhana Sultana, ‘The False Equivalence of Academic Freedom and Free Speech: Defending Academic Integrity in the Age of White Supremacy, Colonial Nostalgia, and Anti-Intellectualism’, ACME: An International Journal of Critical Geographies 17(2), 2018, pp 228–257.

[6] Sultana, ‘The False Equivalence’, p 236.

[7] George Ciccariello-Maher, ‘Conservatives Are the Real Campus Thought Police Squashing Academic Freedom’, The Washington Post, 10 October 2017. Available at: https://www. washingtonpost.com/news/posteverything/wp/2017/10/10/conservatives-are-the-real-camp us-thought-police-squashing-academic-freedom/?noredirect=on&utm_term=.4847e07108f8.

[8] Joan W Scott, ‘How the Right has Weaponised Free Speech’, The Chronicle of Higher Education, January 2018.

[9] Bruce Gilley, ‘How the Hate Mob Tried to Silence Me’, Standpoint, December 2017. Available at: http://www.standpointmag.co.uk/features-december-17-bruce-gilley-how-the-hatemob- tried-to-silence-me.

[10] McCarthycilik 1940-1950 yılları arasında ABD'de sürmüş antikomünist kuşkuculuğu belirtmektedir. İkinci Kızıl Tehlike olarak da anılan terim, adını ABD senatörü Joseph McCarthy'den almaktadır (çev. notu).

[11] Professor Watchlist, muhafazakarlığı savanan Turning Point USA adlı örgüt tarafından yönetilen ve Turning Point'in muhafazakar öğrencilere karşı ayrımcılık yaptığına, Amerikan karşıtı değerleri desteklediğine ve sınıfta solcu propaganda yaptığına inandığı akademik personeli listeleyen bir web sitesidir (çev. notu).

[12] Sultana, ‘The False Equivalence’, pp 24–50.

[13] Amerika Birleşik Devletleri Anayasası Birinci Değişiklik ( Amendment I),  din, ifade, toplanma ve dilekçe hakkı ile ilgili özgürlükleri garanti eden, bir dini diğerlerine üstün tutmanın hem de bir bireyin dini uygulamalarını kısıtlamanın yasaklandığı kongredi. 15 Aralık 1791 tarihinde Haklar Bildirisi'ni oluşturan on değişiklikten biri olarak kabul edilmiştir (çev. notu).

[14] Catharine A MacKinnon, Feminism Unmodified: Discourses on Life and Law, Harvard, MA: Harvard University Press, 1987, p 204.

[15] Mary Anne Franks, ‘Fearless Speech’, First Amendment Law Review 17, 2018, p 315.

[16] James McDougall, Erin O’Halloran, Hussein Ahmed Hussein Omar and Peter Hill, ‘Ethics and Empire: An Open Letter from Oxford Scholars’, The Conversation, 19 December 2017. Available at: https://theconversation.com/ethics-and-empire-an-open-letter-from-oxfordscholars- 89333.

[17] Nicolas Sarkozy, cited in Diadie Ba, ‘Africans Still Seething over Sarkozy Speech’, Reuters, 5 September 2007. Available at: https://uk.reuters.com/article/uk-africa-sarkozy/africans-stillseething- over-sarkozy-speech-idUKL0513034620070905.

[18] G W F Hegel, cited in Babacar Camara, ‘The Falsity of Hegel’s Theses on Africa’, Journal of Black Studies 36(1), September 2005, p 85.

[19] Cheryl I Harris, ‘Whiteness as Property’, Harvard Law Review 106(6), June 1993, pp 1707–1791.

[20] Sara Ahmed, ‘A Phenomenology of Whiteness’, Feminist Theory 8(2), 2007, pp 149–168.

[21] Kalpana Seshadri-Crooks, Desiring Whiteness: A Lacanian Analysis of Race, London: Routledge, pp 24–25.

[22] Gaile Phlhaus, Jr., ‘Relational Knowing and Epistemic Injustice: Toward a Theory of Wilful Hermeneutical Ignorance’, Hypatia 27(4), 2012, pp 715–735.

[23] Peter McLaren and Rodolfo Torres, ‘Racism and Multicultural Education: Rethinking “Race” and “Whiteness” in Late Capitalism’, in Stephen May (ed), Critical Multiculturalism: Rethinking Multicultural and Antiracist Education, London: Falmer Press, 1999, p 61.

[24] Eric Williams, Capitalism and Slavery, Chapel Hill, NC: University of North Carolina Press, 1994.

[25] Ramon Grosfoguel, ‘The Structure of Knowledge in Westernised Universities: Epistemic Racism/Sexism and the Four Genocides/Epistemicides of the Long 16th Century’, Human Architecture 11(1), 2013, p 75.

[26] David Gillborn, ‘Risk-Free Racism: Whiteness and So-Called “Free-Speech”’, The Wake Forest Law Review 44, 2009, pp 535–555.

[27] Nicole M Rizzuto, Insurgent Testimonies: Witnessing Colonial Trauma in Modern and Anglophone Literature, New York: Fordham University Press, 2015; Lynn Stephen, We Are the Face of Oaxaca: Testimony and Social Movements, Durham, NC: Duke University Press, 2013.

[28] Robin DiAngelo, ‘White Fragility’, International Journal of Critical Pedagogy 3(3), 2011,p 59.

[29] Charles Mills, ‘White Ignorance’, in Shannon Sullican Nancy Tuana (ed), Race and Epistemologies of Ignorance, New York: State University of New York Press, 2007, pp 11- 36.

[30] Houria Bouteldja, Whites, Jews, and Us: Towards a Politics of Revolutionary Love, Cambridge, MA: The MIT Press, 2017.

[31] Frantz Fanon, Black Skin, White Masks, London: Pluto Press, 2008, p 119.

[32] Fanon, Black Skin, White Masks, p 82.

[33] Fanon, Black Skin, White Masks, p 156.

[34] Emma Kowal and Yin Paradies, ‘Indigeneity and the Refusal of Whiteness’, Postcolonial Studies 20(1), 2017, pp 101–117.

[35] Kehinde Andrews, ‘The Psychosis of Whiteness: The Celluloid Hallucinations of Amazing Grace and Belle’, Journal of Black Studies 47(5), 2016, p 442.

[36] Wendy Brown, Regulating Aversion: Tolerance in the Age of Identity and Empire, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2008.

[37] Filojiston, 18. yüzyıl kimyacılarının tüm yanıcı cisimlerde var olduğu ve yanma sonucu açığa çıktığı varsayılan bir maddedir (çev. notu)

[38] Alasdair MacIntyre, Ethics and Politics: Selected Essays, Volume 2, Cambridge: Cambridge University Press, 2006, p 221.

[39] Nora Berenstain, ‘Epistemic Exploitation’, Ergo: An Open Access Journal of Philosophy 3(22), 2016, p 570.

[40] Rodriguez, ‘A Case Against Colonialism’, p 256.

[41] Joshua Clover, ‘Free Speech Year’, BLARB: Blog of the Los Angeles Review of Books, September 2017.

[42] Audre Lorde, ‘Age, Race, Class, and Sex: Women Redefining Difference’, in Audre Lorde (ed), Sister Outsider: Essays and Speeches, Freedom, CA: Crossing Press, 1984, p 115.

[43] Miranda Fricker, Epistemic Injustice: Power and the Ethics of Knowing, Oxford: Oxford University Press, 2007.

[44] Gayatra Chkravorty Spivak, ‘Can the Subaltern Speak?’, in Patrick Williams and Laura Chrisman (eds), Colonial Discourse and Post-Colonial Theory: A Reader, New York: Columbia University Press, 1983, p 76.

[45] Gurminder Bhambra, ‘Postcolonial and Decolonial Dialogues’, Postcolonial Studies 17(2), 2014, p 115.

[46] Enrique Dussel, ‘Europe, Modernity, and Eurocentrism’, Nepantla: Views from South 1(3), 2000, p 471.

[47] Walter D Mignolo and Catherine E Walsh, On Decoloniality: Concepts, Analytics, Praxis, Durham, NC: Duke University Press, 2018, p 205.

[48] Dipesh Chakrabarty, Provincializing Europe: Postcolonial Thought and Historical Difference, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2000.

[49] Dussel, ‘Europe, Modernity, and Eurocentrism’, p 471.

[50] Gayatri Chakravorty Spivak, A Critique of Postcolonial Reason: Toward a History of the Vanishing Present, Cambridge, MA: Harvard University Press, 1999.

[51] Immanuel Kant, cited in Emmanuel Chukwudi Eze, ‘The Color of Reason’, in Emmanuel Chukwudi Eze (ed), Postcolonial African Philosophy: A Critical Reader, London: Wiley: Blackwell, 1997, p 117.

[52] Immanuel Kant, Observations on the Feeling of the Beautiful and Sublime and Other Writings, Cambridge: Cambridge University Press, 2011, p 61.

[53] Eze, ‘The Colour of Reason’, p 130.

[54] Michael Hardt and Antonio Negri, Empire, Harvard, MA: Harvard University Press, 2000, p xii.

[55] Hamid Dabashi, Post-Orientalism: Knowledge and Power in Time of Terror, London: Transaction Publishers, 2009, p 213.

[56] Tessa Berenson, ‘A Drexel Professor Tweeted That He Wants “White Genocide” for Christmas’, Time, 26 December 2016. Available at: https://time.com/4618146/drexel-professorwhite- genocide-tweet/.

[57] Anibal Quijano, ‘Coloniality of Power, Eurocentrism, and Latin America’, Nepantla: Views from South 1(3), 2000, pp 533–580.

[58] John Holloway, Crack Capitalism, London: Pluto Press, 2010, p 9.

[59] Fanon, Black Skin, White Masks, p 168.

[60] Fanon, Black Skin, White Masks, p 160.

[61] Fanon, Black Skin, White Masks, p 2.

[62] Fanon, Black Skin, White Masks, p 107.

[63] Ziauddin Sardar, Ashis Nandy and Merryl Wyn Davis, Barbaric Others: A Manifesto on Western Racism, London: Pluto Press, 1993.

[64] Boaventura de Sousa Santos, Epistemologies of the South: Justice Against Epistemicide, London: Routledge, 2016.

[65] Grosfoguel, ‘The Structure of Knowledge’, p 77.