İran Kürdistan’ında Toplumsal Cinsiyet ve Militanlık
Makale / Fatemeh Karimi

whatsapp_image_2022-03-08_at_13.14.32

Fransızca'dan Çeviren: Bilal Ata Aktaş

İran Kürdistanı’ndan olan ve 2013’ten beri Fransa’da yaşayan Fatemeh Karimi École des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de (Ehess) sosyoloji doktorası yapmıştır. İran Kürdistanı'nda Cinsiyet ve Militanlık, Komala’nın Kürt Kadınları 1979-1991 başlıklı doktora tezi 2021 yılında Fransızca  kitap olarak basılmıştır. Yazar  İran Kürdistan’ında kurulmuş olan KOMALA’da (İran Kürdistanı Devrimci Emekçiler Topluluğu) yer alan kadın peşmergelerini ele aldığı geniş kapsamlı bu eserini aşağıda kısaca özetlemektedir.

Bu kitap, Fransa'da yürüttüğüm 7 yıllık araştırmamın sonucudur. Bir araştırmacı olarak,  İran'daki Kürt toplumunda kadın sünneti ve çok eşlilik gibi çeşitli kadın sorunları üzerinde çalıştım. Ancak İran'da siyasi alanı araştırmak pek mümkün olmadı. Bu nedenle, 2013 yılında Fransa'ya gelir gelmez, tezimi 1980'lerde tarih tarafından tamamen “görmezden gelinen” ve “unutulan” Kürt kadınlarının, Kürt militan ve peşmerge kadınların deneyimlerinin önemli bir kısmına ayırmaya karar verdim. Söz konusu kadınların birçoğu 1990'lardan beri sürgünde oldukları için zaten Avrupa'da bulunuyorlardı.


Bu çalışmanın iki ana amacı var:
Birincisi, kadınların Komala bünyesindeki siyasi ve silahlı katılımı bugüne kadar herhangi bir  akademik calışmanın konusu olmamıştı. Bu kadın figürler İran'daki Kürt kamuoyunun çoğu  tarafından bile bilinmiyor. Irak Kürdistanı'ndan iki kadın figür, Kürtlerin özellikle de Irak Kürtlerinin ortak hafızasında canlı kaldı: 12 Mayıs 1974'te Bağdat'ta Baas rejimi tarafından asılan genç aktivist Leyla Qasim ve 1960'larda Baas rejimine karşı silahlı mücadelede yer alan Süryani kökenli ilk kadın peşmerge olan Margaret George Shello. Türkiye ve Suriye Kürdistanı'ndaki PKK'li kadın savaşçıların ise özel bir yeri var. Batı medyası onları sadece Kürt kadınları için değil, tüm kadınlar için özgürlük vaat eden devrimci ve özgürleştirici savaşçılar olarak görüyor. Bununla birlikte, Komala militanları, özellikle de örgütün yürüttüğü çatışmalarda hayatını kaybetmiş veya hapsedilmiş onlarca kadın (110 kadın), marjinalleştirilmiş ve hala bilinmezliğini koruyor. On beş yıl İran'da Kürt kadınları üzerine araştırmacı olarak çalıştığım halde, bu örgütten son yıllarda medyada daha çok yer alan birkaç kadın savaşçı dışında kimseyi tanımıyordum. Bu araştırma, hem Komala'yı hem de bu mücadelenin kolektif hafızasının görünmez kıldığı kadın peşmergeleri daha iyi tanımamı sağladı. Dolayısıyla bu çalışma, Komala'daki kadın militan ve peşmergelerin deneyimlerini analiz etmektedir.

Çalışmanın ikinci amacı, bu örgütlenme içindeki kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlikleri ve bunların (yeniden) üretim mekanizmalarını analiz etmektir. Toplumsal cinsiyet çalışmalarının teorik külliyatını militanlık ve toplumsal cinsiyet perspektifiyle ele aldım. Dolayısıyla bu kitabın güçlü yönlerinden biri, Komala içindeki toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasını incelemek olmuştur, şöyle ki:


- Bu yeniden yapılandırma hangi bakımdan söz konusu örgüte özgüdür?
- Komala iş bölümünü belirli bir şekilde nasıl yeniden yapılandırıyor?
- Ve son olarak, bu yeniden yapılandırma, cinsiyetin toplumsal ilişkileri hakkında ne söylüyor?

Bu iki amaca ulaşmak için söz konusu çalışma üç bölüm şeklinde düzenlenmiştir. Birinci bölüm, İran'da 1979 devrimi öncesi özellikle Komala içinde siyasi ilişkilerini sürdüren Kürt kadınlarının hem kamusal hem de özel yaşamdaki durumunu incelemiştir. Bu ilk bölüm, kadın militanların bu siyasi çalkantıya neden ve nasıl katıldıklarını anlamayı amaçlıyor. Devrimin başarılı olmasından sonra 1980'lerin sonuna kadar kadınların Komala'ya katılımı iki farklı döneme tekabül ediyor. Bu nedenle, bu kitabın ikinci bölümü, devrimin zaferinden (11 Şubat 1979) Mart 1981'e kadar Komala tarafından düzenlenen tüm sosyo-politik olaylara sempatizan olarak kentsel alandan birçok Kürt kadının katılımını incelemeye ayrılıyor. Üçüncü bölüm, Komala'nın kendisini kadınları silahlandırmayı ve onları birer savaşçıya dönüştürmeyi kabul eden ilk Kürt siyasi örgütü (İran, Irak, Suriye ve Türkiye'de) olarak sunabildiği Mart 1981'den 1980'lerin sonuna kadar kadınların Komala içindeki silahlı mücadeleye katılımını analiz ediyor. 


Bu araştırma üç tür kaynağa dayanmaktadır: yazılı kaynaklar, görsel-işitsel kaynaklar ve nitel görüşmeler. Bununla birlikte, Komala'daki kadınların durumunu ortaya çıkaran ilk iki kaynak, örgütün tekrar eden iç bölünmeleri ve aynı zamanda üyelerinin kitlesel sürgünü nedeniyle oldukça yetersiz, dağınık ve erişilmesi zordu. Bu nedenle, bu çalışmayla ilgili bilgilerin çoğu, 2014 ve 2018 yılları arasında başta Almanya ve İsveç olmak üzere Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde sürgünde olan 47 (37 kadın ve 9 erkek) eski militan, eski savaşçı ve militanla yapılan nitel görüşmeler yoluyla elde edildi. Böylece bir söyleşi külliyatının oluşturulması ve analizi, bu dönem boyunca bilimsel üretimin görmezden geldiği olayları görünür kılmış ve örgüt içindeki Kürt kadınlarıyla ilgili dönüşümleri kronolojinin merkezine yerleştirmeyi mümkün kılmıştır. Yine de birkaç nedenden dolayı görüşme yapmak kolay değildi:


Bu çalışmanın ilk zorluğu, görüşülen kişilerin güvensizliğiydi. İkincisi, Irak Kürdistanı'ndaki kamplara çekilmeden önce birkaç Kürt bölgesine dağılan militanların deneyimlerinin eşit şekilde belgelenmemiş olmasıdır; her birinin kendi deneyimlerini tek gerçeklik olarak görmelerinin nedeni budur. Üçüncüsü, incelenen döneme kıyasla otuz yıllık düşüş ve çok sayıda peşmergenin istifası, bazılarının, özellikle de eski kadın peşmergelerin, örgüt içindeki toplumsal cinsiyet ilişkilerine dair sonradan eleştirel bir görüş geliştirmesine yol açmıştır. Bu durum, söz konusu çalışmayı zenginleştirmektedir. Ancak, parti üyeleri bu süre zarfında karşılaştıkları çabaları ve engelleri genellikle hafife alıyorlardı. Ve son olarak, örgüt içindeki bölünmeler nedeniyle gerçeği bilmek o kadar kolay değildi, çünkü görüşülen kişiler büyük ölçüde mevcut siyasi konumlarıyla ilintili bir vizyona sahipti. Bu nedenle işleri kolaylaştırmak için, görüşülen kişilerle sadece çevreleri tarafından güvenilir olarak algılanan kimseler aracılığıyla temas kurulmuştur. 

Tarihsel vizyonların çeşitliliği karşısında, röportajları çeşitlendirmek ve insanları hem ideolojik inançları hem de somut deneyimleri hakkında konuşturmak önemliydi. Yani onlara resmi konuşmaları, pratikleri ve deneyimlerini aynı anda yaşatmak söz konusuydu. Bu nedenle görüşmeleri yaparken ideolojik söylem düzeyinin dışına çıkmak için sık sık ceşitli söylentilere atıfta bulundum. 


Bu çalışmanın ilk bölümünün analizlerine göre, kadın ve Kürt olarak çifte ayrımcılığa uğrayan Kürt kadınlarının neredeyse tamamı 1970'lerin siyasi yaşamına katılamamışken, bu durum devrimin zaferinden sonra artık böyle değildi. Ancak kadınların devrim sonrası Komala'ya katılımları büyük ölçüde toplumsal cinsiyet ilişkilerinden etkileniyordu ve Komala, toplumsal cinsiyet ilişkilerine dair kuralın bir “istisnası” değildi. Bu çalışmanın ikinci ve üçüncü bölümleri, Komala içindeki cinsiyete dayalı işbölümünün yeniden formüle edilmesini göstermektedir. Gerçekten de köklü toplumsal cinsiyet ilişkilerine meydan okumak kolay değildir ve devrim, savaş gibi sosyo-politik değişimler bunları kolayca ortadan kaldıramaz. 


Pehlevi rejiminin modernleştirici söylemi ve özellikle 1970'lerde Marksist örgütler tarafından yayılan İran muhalefetinin devrimci söylemi gibi bu çalışmanın ilk bölümünde incelenen ideolojik ve politik söylemlerde oldugu gibi Komala'nın taşıdığı söylem ve pratikler de toplumsal cinsiyet ilişkilerinin (yeniden) üretilmesinden muaf değildi. Teorik düzeyde, "kadın sorunu" Komala’nin kaygılarından biri iken ve örgütün ideolojisi, kadınları 1979'dan 1983'e kadar ezilen Kürt halkının ya da 1983'te İran Komünist Partisi'nin (IKP) oluşumundan itibaren işçi sınıfının birer üyesi olarak değerlendirmesine rağmen, yine de onları ataerkil sistem ve toplumun egemen normları tarafından ezilen belirli bir kategori olarak görmedi. Dolayısıyla, IKP'nin söylemine göre, kadınlar işçi sınıfının durumunu iyileştirmek amacıyla özellikle kapitalist sisteme karşı genel toplumsal mücadelelere tam olarak katılmadıkları takdirde, ataerkilliğin ortadan kaldırılması mümkün değildi. Çünkü örgütün söylemine göre işçilerin toplumsal mücadeleleri ile kadınların toplumsal mücadeleleri karşılıklı olarak birbirine “hizmet” ediyordu. Pratik düzeyde, bu çalışmada yapılan analiz, kadınların varlığına rağmen, Komala tarafından yürütülen politikaların ne kadar özcü ve eşitsiz bir toplumsal cinsiyet vizyonunun parçası olduğunu güçlü bir şekilde göstermektedir. Gerçekten de örgütün resmi söylemi ile içindeki uygulamalar arasında büyük bir farklılık mevcut. Bu ilişkiler, çeşitli nedenlerle Komala içinde (yeniden) üretiliyor. Öncelikle toplumsal cinsiyet ilişkileri Komala peşmergelerine dışarıdan dayatılıyor. Üyelerinin gençliği, devrim sırasında örgütsel deneyimin olmaması ve örgütün silahlı mücadeleye girmesi de bu duruma katkıda bulunuyor. Ancak bu ilişkiler hem teorik hem de pratik olarak örgütün kendi içinde de meydana gelmektedir. Bu çalışmanın büyük bir kısmının ayrıldığı bu tema, bu ilişkilerin farklı aşamalarda nasıl (yeniden) üretildiğini gösteriyor. Örneğin, kadınlar 1981'den itibaren peşmerge olarak kabul edildikten sonra, erkek peşmerge arkadaşları tarafından kendilerini nasıl temsil etmeleri ve etkileşim kurmaları gerektiğine dair eskisinden çok daha büyük bir kolektif kontrole maruz kaldılar. Namusun korunması ve kadınların cinselliğinin kontrol altında tutulması için yapılan aile baskısı yerini kadınların örgütsel gözetimine bırakmıştı. Komala'nın silahlı kanadı da silahlı mücadele Nisan 1980'de başlamasına rağmen 1982 yılına kadar maskülen kaldı ve ahlaki imajını korumak için örgüt içinde evlilik kurumunu resmileştirdi. Ancak peşmerge evliliği toplumdaki ana akım evlilikten biraz farklılaşırken, örgütsel evlilikler ve özellikle hipergamik evlilik, peşmerge çiftlerinde erkek egemenliğini pekiştirdi. Bilhassa annelikle ilgili cinsiyet rolleri saklı tutuldu ve örgüt, en azından peşmerge çiftleri arasında kadına yönelik şiddet ve ayrımcılıkla mücadele konusunda yeterince kararlılık göstermedi. Bu araştırmanın son bölümünde de gösterildiği gibi, çoğu kadın görünmezken, “büyük” erkekler örgütün kaderinde belirleyici bir role sahipti. Nitekim bu örgüt kendisini devrimci ve avangard olarak görse de, toplumun egemen normları ile yarattığı kırılmalar arasında daima “bir ileri - bir geri” şeklinde gidip geldi.