Postkolonyal nedir?
Makale / Robert J.C. Young

mural_panoramico

Postkolonyal her yerde mevcut hale gelmiş görünüyor. Günümüzde postkolonyal teori, beşeri bilimler ve sosyal bilimlerde antropolojiden orta çağ çalışmalarına ve teolojiye kadar hemen her disiplinde ele alınmıştır. Bu sadece göçle ilgili değildir: Entelektüel olarak disiplinlerarası göç biçimini almıştır. İster disiplin, ister ulus isterse de halklar olsun hiçbir sınır tanımıyor. Postkolonyalin disipliner dağılımından sonra, sorabilirsek, postkolonyal diye bir şey kalmadıysa? Kendini artık belirgin bir politik kimliğe sahip ayrı bir entelektüel alan olarak mevcut olmayacak kadar çok geniş ve başarılı bir şekilde dağıttı mı? Bu soruya cevap bulmak için, postkolonyal veya postkolonyalite ile ne kastettiğimizi sorarak işe başlayabiliriz. İnsanlar bu kelimeleri çok sayıda farklı biçimde tanımlıyor ve kullanıyor: Postkolonyal için bariz çekirdek anlam olarak görünen şey, yani kolonyalden sonra gelen bile şüphelidir. Bazı yazarlar, anakronik biçimde gerçek anlamıyla sömürgecilikten kurtulmuş toplumlar durumunda ve ideolojik olarak hala sömürgeleştirilen toplumlar için herhangi bir zamanda sömürgeye karşı direnişi kastetmek amacıyla postkolonyali yeniden tanımlamaya çalışmıştır. Postkolonyal terimi kesinlikle her zaman direniş fikrini kapsamasına rağmen terimin tarihi özgüllüğünü korumayı ve postkolonyalin basit şekilde sömürgenin sonucu olarak adlandırabileceğimiz şeyi içerdiğini düşünmeyi tercih ediyorum. İster önceden sömürgeci olan veya sömürgeleştirilmiş ülkede olsun dekolonizasyonu izleyen durumlar ve sorunlar postkolonyalite teriminde kapsanmaktadır. O halde, postkolonyalizm terimi ne anlama geliyor? Poskolonyalite, postkolonyalin durumunu tarif ederken postkolonyalizm bunun politikasını, radikal bir üç kıtalı dönüştürme politikasını tarif etmektedir. Bu neyi kapsıyor?

En basit düzeyinde, postkolonyal sadece insan deneyiminin, ancak tipik olarak hiçbir kurumsal düzeyde kayıtlı olmayan veya temsil edilmeyen türde insan deneyiminin ürünüdür. Daha özel olarak, farklı kültürel ve ulusal kökenlerin, derinizin rengi veya doğum yeriniz ve şartlarınızın ayrıcalıklı ve zevkli veya ezilen ve sömürülen gibi bu dünyada sahip olacağınız yaşam türünü tanımladığı yolların sonucudur.

Postkolonyalizmin endişeleri, büyük ölçüde görünmez kalmış, fakat tarih, etnisite, karmaşık kültürel kimliklere dair sorunları, temsil, mülteciler, göç ve göçmenlik, yoksulluk ve zenginliğe dair sorunları, fakat daha da önemlisi bu tür zorlu durumlardan çok olumlu şekillerde ortaya çıkan enerji, titreşim ve yaratıcı kültürel dinamiklere dair soruları harekete geçiren veya içeren coğrafi yoğunluk bölgelerine odaklanmaktadır. Postkolonyalizm, yeri olmayanların, ait olmayanların, bilgileri ve tarihlerinin sayılmasına izin verilmeyenlerin dilini sunar. Her şeyden önce, ezilenlere, alt sınıflara, herhangi bir toplumdaki azınlıklara, başka yerde yaşayanlar veya başka yerden gelenlerin endişelerine yönelik, postkolonyal politikanın temelini oluşturan ve devam eden gücünü oluşturan çekirdek halinde kalan bu kaygıdır.

Postkolonyal nereden geldi? Benim iddiam, postkolonyal teorinin, batı egemenliğine ve kültürel hakimiyetine karşı sömürgeci direniş sürecinde, özellikle de on dokuzuncu ve yirminci yüzyılların sömürge karşıtı mücadeleleri sırasında geliştirilen politik kavrayış ve deneyimlerden oluşturulduğu yönündedir. Bu mücadelelerin tarihi üzerinde çalışırken şu anda üretilen entelektüel çalışmanın olağanüstü gücü beni özellikle etkiledi. Teorik katılık ve dogmatizm yerine, yaratıcılık, bir yenilik ruhu ve toplumsal adaletin evrensel fikirlerini yerel kültürlerin gerçekleri ve özel koşulları ile birleştirme arzusu buldum. Bir disiplin olarak postkolonyal çalışmalar şimdiye kadar Batının ölçütleri ve bilgi formasyonlarının hakim olduğu bu kökten farklı bakış açılarının akademiye girişini işaret ediyor. Bildiğimiz gibi, insan bilgisinin ayrı disiplinlere bölündüğü üniversite sistemi on dokuzuncu yüzyılda modernite fikriyle ilişkili bilgi türü olan beyaz, erkek, Avrupa bilgisinin tek gerçek bilgi türü olduğu temelinde kuruldu. 1970'lerin sonlarından itibaren, “sözde” üçüncü dünyadan getirilen akademisyenlerin batı üniversitelerine gelişiyle postkolonyalizm politikası batı bilgisinde etnosentrik varsayımların yapısökümüne başlamıştı – Kenya’nın büyük romancısı Ngugi wa Thiong'o'nun söylediği gibi, eski imparatorlukların politik dekolonizasyonundan sonra, artık "zihnin sömürgelikten kurtulması" söz konusuydu.

Batı bilgisinin merkezinin kaydırılmasına ve yerinden oynatılmasına yönelik bu süreç başlangıçta kolonyalizm ve ırkçılığa olan bağlantılarını incelemeye ve batı tarihi ve felsefesinin bakış açılarını sorgulamaya odaklandı. Batı bilgisi felsefi olarak, batılı insanların sıklıkla öteki diye nitelendirdiklerini şeytanileştirme veya aşağılama etkisine sahip ikili karşıtlıklar yoluyla kuruldu: Köle/efendi, erkek/kadın, medeni/medeniyetsiz/kültür/barbarlık,modern/ilkel,sömürgeci/sömürgeleştirilen yerine postkolonyal, kimliklerin artık büsbütün karşıt veya sadece tekil olmadığı, fakat başkalarıyla karmaşık ve karşılıklı ilişkileri ile tanımlandığı farklı bir paradigma geliştirmeye çalışmaktadır. Sömürgeci ve sömürgeleştirilen, Ashis Nandy'nin (Nandy 1983) çağrışımcı cümlesindeki "yakın düşmanlar" olarak görülmeye başlandı. Aynı zamanda, postkolonyal proje sadece diğer kültürlerin bilgisinin değil, fakat diğer kültürlerden farklı bilgi türlerinin, yeni epistemolojilerin girişini hedeflemektedir.

Bu nedenle, postkolonyalizm kendi karşı bilgilerinden ve kültürel deneyimlerinin çeşitliliğinden başlar ve Batıdakilerin, özellikle akademi içinde ve dışında, bilgi üzerindeki tekellerinden vazgeçmesi gerektiği ve diğer bilgileri, diğer bakış açılarını Batılı olanlar kadar ciddiye alması gerektiği öncülünden başlar. Postkolonyalizm veya yine adlandırdığım şekilde üç kıtacılık Postkolonyalizm: Tarihsel Bir Giriş), yani üç kıtanın, Güney Afrika, Asya ve Latin Amerika'nın dili ve bakış açısı, isyancı bilginin, özellikle de hepimizin içinde yaşadığımız şartlar ve değerleri değiştirmeye çalışan, alt sınıftan, mülksüzleştirilenlerden doğan bilgiler için genel bir adı temsil eder. 1980'lerin başlarından itibaren, postkolonyal çalışmalar batılı ve batılı olmayan insanlar ve dünyaları aralarındaki ilişkilerin görüldüğü baskın şekilleri değiştirmeye çalışan bir yazı biçimi geliştirmiştir. Bu neyi kapsıyor? Bu, batılı varsayımların normlarının dışında mücadele etmeyi ve düşünmeyi öğrenmek hakkındadır. Başlamanız gereken tek nitelik, dünyaya yukarıdan değil, fakat aşağıdan, kuzeyden değil, fakat güneyden, içeriden değil, fakat dışarıdan, merkezden değil, fakat sınırın unutulmuş kenarından baktığınızdan emin olmaktır. Bu, Kuzeyin baskın bakış açılarına meydan okuyan Güneyin dilidir.

Christopher Hill'in on yedinci yüzyılın radikal İngiliz devrimine ilişkin yankılanan tanımını alıntılamak gerekirse, baş aşağı çevrilmiş dünyadır. Berlin veya Boston'dan ziyade Bağdat'ta veya Benin'de yaşarken şeylerin ne kadar farklı göründüğünü deneyimlemek ve nedenini anlamak anlamına gelir. Edward Said'in (1978) iddia ettiği gibi, batılı insanlar batılı olmayan dünyaya baktıklarında gördükleri şeyin çoğunlukla gerçekten orada olanın veya Batı dışındaki insanların gerçekten nasıl hissettiklerinin veya kendilerinin algıladıklarının gerçekliğinden ziyade kendilerinin bir ayna imgesi ve kendi varsayımları olduğunun farkına varmak anlamına gelir. Kendinizi bir batılı veya bir batı ülkesinde yaşamanıza rağmen bir şekilde bütünüyle batılı olarak tanımlamayan biriyseniz veya bir kültürün parçası olan, fakat baskın sesleri tarafından dışlanan, içeride, ancak dışarıda olan, ötekileştirilmiş azınlıktan biriyseniz o halde postkolonyalizm size şeyleri farklı şekilde görmenin bir yolunu, çıkarlarınızın sonra değil önce geldiği bir dil ve bir politika sunar.

Tarih ve sosyoloji gibi çok sayıda akademik disiplinin aksine postkolonyalizmin ayırıcı özelliği, nesnel tarihsel süreçlerin analizlerini bu süreçlerden geçenlerin öznel deneyimleri ile birleştirmesidir. Edebiyatın postkolonyal için her zaman merkezi bir öneme sahip olmasının nedeni budur, çünkü edebiyat, her şeyden önce roman, öznel olanı nesnel olanı eş zamanlı olarak dile getirmek için en uygun yazı formudur. Nesnel süreçlerin öznel deneyiminin, sıradan insanların nabızlarında bunların hissedilme biçimlerinin anlaşılması ve dile getirilmesi en büyük postkolonyal ve sömürge karşıtı yazarların eserlerinde yaygındır. Jean-Paul Sartre'ın tarihsel determinizm tanımının öznelliği, bir tarihsel özne olarak hareket eden bilinci tarihsel süreçlerin belirleniminin bütünlüğü ile birleştirme şekli açısından benzersiz kaldığını onaylayan Frantz Fanon ile başladığı söylenebilir. Fanon, öznel deneyimin nesnel analiz (buna ayrıca form diyebiliriz) ile, kültürün kendisi ile bu kombinasyonunu tanımlamıştır. Aynı zamanda, yazını sömürgeci yönetimin etkisinin bu pozitif diyalektiği nasıl tersine çevirdiğini göstermektedir: Homi Bhabha'nın (1994) iddia ettiği gibi, Fanon sürekli olarak bir kişinin, bir halkın benlik algıları ve dışsal, nesnel karakterizasyon veya durum arasında şiddetli bir bölünmeyi ortaya koyar. İstizah süreçlerinin, güç biçimlerinin ruhsal ve toplumsal, içeri ve dışarı arasında nasıl bir kayma algısı yarattığının bu dile getirilişi Fanon'u postkolonyal kuramcılar için böylesine güçlü bir ilham kaynağı haline getirir. Fanon'da, bir teorik sorun, malum teorik sorun mevcuttur, fakat hayal gücüyle ruhsal ve maddi, bedensel yaşam arasındaki sınırları mesken tutan, yaralarını araştıran, onlara dokunan yazınının temel üslubunu oluşturmuştur.

Bu felsefi ve kuramsal analiz her zaman toplumsal aktivizmle bağlantılıdır. Postkolonyalin çalışması sadece, dünyada hiçbir adaletsiz ve anlaşılmaz güç hiyerarşileri kalmadığında, hiçbir dışlama biçimi, başkalarının yabancı olduğu hiçbir içeri olmadığında bitecektir. Postkolonyalizm bu dünyadaki tüm insanların aynı maddi ve kültürel refah hakkını talep etmektedir. Buna karşın, gerçek günümüz dünyasının bir eşitsizlikler dünyası olması ve farkın büyük bir kısmının Batılı insanlar ve Batılı olmayan insanlar arasındaki geniş bölünmeden kaynaklanmasıdır.

Nerede ve ne olursa olsun, üniversiteler gibi kurumlar dahil olmak üzere içeride veya iktidar pozisyonlarında çalışanlar için bu ne anlama geliyor? Yeniden öğrenme, yeniden eğitim için sıradan dünyaya geri dönme anlamına gelir. Yolun karşısına geçmeye dair çocuklara öğretilen kurallarla başlanabilir: Dur. Bak. Dinle. Bilhassa son terim. Çünkü postkolonyalizm dinler. Çoğu sömürge karşıtı hareketlerin uzun seyri sırasında veya daha yakın zamanda, göç, ırkçılık, üçüncü dünyadaki sömürü veya metropol deneyimlerinden yola çıkan, Fanon'un İngilizce çevirmeninin güç cümlesiyle insanların durduğu gizli dengesizlik bölgesinden çekilen bilgilerden başlar. Postkolonyalizm, insanların deneyimlediği haliyle dünyadan başlar. İtalyanların il basso dediği sokak düzeyinde yaşayan insanların bilgisi, Walter Benjamin'in söylediği gibi sokak isyanının bilgisidir. Basit veya ideolojik olarak deneyimlerine verdikleri anlamı reddetmek yerine, postkolonyalizm bunlardan, yerel anlayıştan ve konuştukları dilden öğrenmeye çalışır. Sömürüye ve mülksüzleştirilmelerine, umutsuz göç yolculuklarının umutlarına ve zorluklarına, dünyanın metropol şehirlerindeki acımasızca ikircikli kültürel deneyimlerine dair hikayelerini dile getirirlerken onları dinler: "Bizim için—bu böyle, bizim için—bu böyleydi."

1970'lerin sonlarından itibaren, postkolonyal çalışmaların temel faaliyeti, alt sınıfların görüşlerini ve onların farklı, dışlanmış bilgilerini araştırmak, dile getirmek ve temsil etmek için dünya tarihini ve kültürlerini Avrupalı olmayan bir bakış açısıyla analiz etmek olmuştur. Başkalarının kendileri veya bizim hakkımızda ne söylediklerini dinlemek belki de herhangi bir postkolonyal eleştirmen için temel gereksinimdir. Gayatri Spivak'ın hep alıntılanan cümlesiyle ifade edersek (A Critique of Postcolonial Reason) sorun sadece alt sınıfın/madunun konuşamaması değil, fakat aynı zamanda egemenin dinlemeyecek olmasıdır. İktidardakiler genellikle ilgili, fakat semptomatik bir sağırlığa yakalanır.

Söylemin duyulmasına veya susturulmasına neden olan kültürel bakış açılarının Fransız yazar Antoine de Saint-Exupery'nin 1945 tarihli ünlü çocuk kitabı The Little Prince'in bir bölümünde kibarca, fakat beklenmedik bir şekilde anlatıldığını düşünüyorum. Bunun bir çocuk kitabından gelmesi bir tesadüf gibi durmuyor. Charles Dickens'ın da bildiği üzere, bir çocuk olarak herkes bir tür postkolonyal deneyime sahiptir, çünkü çocukken dünyaya aşağıdan, güçsüz şekilde bakarsınız. Sonraki yaşamdaki fark, Dickens'ınkiler gibi politikaları bu deneyimin belleği üzerine kurulu insanlar ve güçlendiklerinde bunu unutmayı tercih eden insanlar arasındadır: Küçük prensin geldiği gezegenin B-612 olarak bilinen asteroit olduğuna inanmam için ciddi nedenlerim var. Bu asteroit teleskopla sadece bir kez görülmüştür. Bu, 1909 yılında bir Türk gökbilimci tarafından görülmüştür. Keşfini yapan gökbilimci bunu harika bir tanıtlama yoluyla Uluslararası Astronomi Kongresine sunmuştu. Fakat Türk kıyafetleri giyiyordu ve bu nedenle hiç kimse söylediklerine inanmadı. Yetişkinler böyledir...Neyse ki, Asteroit B-612'nin itibarı için bir Türk diktatörü [Kemal Atatürk] halkının Avrupa kıyafetlerine geçmesi gerektiğine dair ölüm cezasına tabi bir kanun çıkardı. Böylelikle 1920'de gökbilimci etkileyici tarz ve zarafetle giyinmiş halde tanıtlamasını tekrar yaptı. Ve bu kez herkes raporu kabul etti. (Saint-Exupery 15)

Üniversiteler de böyledir. Kabul edilmek için, her anlamda düzgün görünmeniz ve akademinin dili olan doğru dili konuşmanız gerekir. Ve elbette, bu hikayedeki gibi, doğru dil egemenin dili, yani Batının dilidir. Batı ve geri kalan dünya arasında bölünme Avrupa imparatorluklarının dünya çevresinde genişlemesi ile on dokuzuncu yüzyılda oldukça mutlak hale gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Avrupa veya Avrupa türevli güçler dünyanın yaklaşık beşte dördünü kontrol etti veya işgal etti. Avrupa kültürü meşru hükumet, hukuk, ekonomi, bilim, dil, müzik, sanat, edebiyat fikirleri için temel ve norm olarak görülüyordu (ve hala böyle görülmeye devam etmektedir). Tek kelimeyle, medeniyet. Batı bakış açılarının günümüzdeki hakimiyeti hala orijinal olarak Avrupa'nın sömürgeci genişlemesi sırasında gelişen bu güç yapısına dayalıdır.

Saint-Exupery'nin hikayesi Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu İtilaf Devletleri tarafından mağlup edildiğinde ve Orta Doğu'daki toprakları Filistin, Irak ve Ürdün'ün kontrolünü alan Britanya ve Suriye ve Lübnan'ı alan Fransa arasında bölündüğünde meydana gelen değişikliklere dayanır. Bu, parçalanmış miraslarıyla—özellikle bugünün İsrail/Filistin ve Irak anlaşmazlıkları—bugün hala çok fazla birlikte yaşadığımız Avrupa emperyalizmi için en uygun zamandı. Birinci Dünya Savaşı Avusturya-Macaristan, Alman ve Osmanlı imparatorluklarının sonunu getirdi ve ardından Almanya dünyayı sömürgeleştirmeye dair nihai emperyal fantezisini denedi. Sonraki savaştaki zafer ve mağlubiyetin maliyeti Britanya, Hollanda, Fransa, İtalya, Japonya ve Portekiz imparatorluklarının sonunun başlangıcıydı. Dekolonizasyon, son büyük batı imparatorluğunun, yani Sovyetler Birliğinin dağılması için bir kırk yıl daha olmasına rağmen, 1947'de Hindistan bağımsızlığı ile başlayarak İkinci Dünya Savaşından sonra nispeten hızlı bir şekilde meydana geldi. Hem Avrupa hem de sömürgecilikten kurtulmuş ülkeler hala Christopher Colombus'un yolculuğu ve 1492'de sözde Amerika'yı keşfi ile yaklaşık beş yüz yıl önce başladığı söylenebilecek sömürgeciliğin uzun tarihi ile uzlaşmaktadır.

Postkolonyal, hakkında özel bir şeyler olduğunu, bunun sadece herhangi bir eski baskı veya herhangi bir eski savaş veya toprak işgali dizisi olmadığını iddia ederken aynı zamanda hepimizin yaşadığı politik ve kültürel sonraki etkilerini analiz ederek bu sömürge tarihini eleştirel bir bakış açısından yeniden ele alır. Ayrıca, sömürgeciliğe karşı direnişin ve sömürgecilikten nihai özgürleşmenin insanlık tarihinin en kayda değer hikayelerinden biri olduğunu vurgular. Sömürgecilik karşıtlığının devrimci politik gündemi ayrıca dünyanın tarihini Batının tarihi olarak gören batı görüşüne meydan okuyan alternatif bir tarihsel projeyi meydana getirdi. İmparatorluk ve emperyalizme karşı görevi, imparatorluğu, emperyal uygulamaları ve bunların maddi etkilerini sömürgeleştirilenlerin bakış açısından parçalara ayırmaktır. Bu bağlamda, taraflı ve ideolojik olarak yönlendirilmiş göründükleri sürece kendi emperyal tarihinin baskın batı hesaplarını yeniden yapılandırmaya çalışır. Bu, postkolonyal çalışmaların emperyalizm ve sömürgecilik konusunda bireysel uygulamaların veya çoğunlukla Kıbrıs, Mısır, Mauritius, Somali veya Sri Lanka'nın durumunda farklı işgalci emperyal güçler tarafından ardışık uygulamaların sömürgeci boyun eğdirme darbesine katlanan yerel insanların tarihsel, politik, kültürel, toplumsal ve ruhsal yaşamlarını etkilediği şekillere göre belirli imparatorlukların tarihinin bakış açısından daha az ilgili olduğu anlamına gelir. Postkolonyal teori hakkında tarihçilerden gelen bir şikayet, çok farklı sömürge arenalarında ortak teorik buluşsal paradigmaların kullanımı ile ilgilidir. Bununla birlikte, bu tür bir itiraz temel noktayı kaçırmaktadır, çünkü bu bakış hala emperyal merkezin bakış açısından gelmektedir. Sömürgeleştirilenlerin bakış açısından, temel şartlarda hakimiyetin yapısı ister İngiliz, ister Fransız, ister Hollandalı, ister İtalyan, ister Japon isterse de Portekiz olsun aynıydı.

Elbette farklar vardı. Fakat, örneğin, bunlardan herhangi biri sömürge hakimiyetinin ilk eylemi olarak hemen demokrasiyi kurmuş değildir. Aslında, demokrasinin kurulması her zaman sömürge hakimiyetinin sonunu ve çözülmesini işaret etmiştir. Sömürgeleştirilenlerin bakış açısından, izinden ziyade kuvvet yoluyla ülkenizi yöneten bir yabancı güçten bir askeri hangi ulusal renkleri taşırsa taşısın aynı hakimiyet yapısını temsil eder, sömürge halkı için, bir düzeyde herhangi bir özel gücün görev yapması hiçbir fark yaratmaz. 1900 yılında Çin'deki Boxer Ayaklanmasına uluslararası askeri tepki (sekiz sömürgeci gücün, Avusturya-Macaristan, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Rusya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletlerinin ittifakı), bir düzeyde, sömürgeci güçlerin hep aynı şekilde işlediğini vurgular. Postkolonyal çalışmalar, sömürgeleştirilenlerin ortak özelliklerinin izini sürer.

Sömürgecilik karşıtlığının uzun güzergahına bakarak farklı sömürge dönemleri ve oluşumlarında ortak bir yapı oluşturan genel direniş modelleri oluşturulabilir. Aslında, bu bakış açısından, sömürgecilik ve emperyalizm kendiliğinden hangi ad, ideoloji veya yapının altına girerse girsin yabancı yönetim veya hakimiyete karşı direnişin ortak tarihinden yapılar olarak daha az önemlidir. Bu bakış açısından, emperyalizmden postkolonyale, yeni sömürgecilikten küreselleşmeye doğru kaymalar, kavramsal yeniden yapılandırma gerektiren temel yapısal dönüşümler zorunlu olmamakla birlikte politik ve ekonomik oluşumun özel yeniden yönlendirmelerini içerir. Emperyalizm, Avrupa'nın dünya çevresinde genişlemesi halihazırda bir küreselleşme biçimiydi. Bu nedenle emperyalizme karşı direniş ve çağdaş küreselleşmeye karşı direniş belirli kültürel bakış açılarını ve politik uygulamaları paylaşabilir. Hardt ve Negri'nin İmparatorluk (2000) kitabındaki tezinin aksine, yeni bir imparatorluk teorisine ihtiyaç duymadığımız gittikçe bariz hale gelmiştir. Baskı ve direniş biçimleri değişebilir, fakat temel yapıları aynı kalır.

Bu nedenle kendi çalışmamda sömürgecilik karşıtlığı ve emperyalizm karşıtlığının ilk tarihini oluşturan şeyleri yazmak için emperyalizm tarihini sondan başa doğru çevirdim. İnsanlar emperyal dekolonizasyon veya bireysel özgürleşme hareketlerinin anlatısını nakletti, fakat hiç kimse özgürleşme hareketlerine dünya tarihinin özel bir anlatısı olarak bakmadı. Kitabım Postkolonyalizm: Tarihsel Bir Bakış (2001) son 500 yılı üzerinden sömürgecilik karşıtı hareketlerin tarihinin izini sürüyor ve şimdinin politikasını Las Casas'tan Burke ve Adam Smith'e, Toussaint l'Ouverture'den Gandhi'ye, Komünist Enternasyoneller ve 1920'de Bakü'deki Doğu Halkları Kongresinden 1955'teki Bandung'a ve 1966'daki Havana Üç Kıta'ya, Ho Chi Minh'ten Mao Zedong'a, Gandhi'ye, Nkrumah'a, Fanon'a ve Guevara'ya ve Edward Said'in 1978 tarihli Oryantalizm kitabı tarafından başlatılan postkolonyal çalışmaların son derece politikleşmiş disiplinindeki akademik çalışmanın bir amacı olarak yazılarının ve pratiklerinin kurumsallaştırılmasına kadar uzun bir tarihe yerleştirmeye çalışıyor.

Postkolonyal çalışmalar temel olarak sömürgecilik karşıtı, Avrupa merkezlilik karşıtı politik bilgi ve deneyimin ve yeni üç kıtalı modernitelerin inşasının ürünüdür. Tarihsel Bakış'ın epik anlatısında ortaya çıkan şeylerden biri, ilk ideolojik olarak emperyalizm karşıtı devleti kuran 1917 yılındaki Bolşevik Devrimi, Kuomintang'ın 1949 yılındaki mağlubiyeti ve Çin'de ilk batılı olmayan Komünist yönetimin kurulması veya Şah Pehlevi'nin batı dayatması yeni sömürgeci rejimine karşı 1979 yılındaki İran Devrimi gibi emperyalizmin tarihlerinin tipik olarak üzerinde durmadığı olayların önemiydi. Bireysel dekolonizasyon tarihleri üzerindeki vurgu da on dokuzuncu yüzyıl sonlarından itibaren sömürgecilik karşıtlığının her zaman küresel bir fenomen olduğu gerçeğini gizler. Emperyalizme karşı mücadele, uluslararası biçimler alan ve her zaman uluslararası bağlamlar tarafından koşullandırılan ulusal kampanyaları içermiştir. IRA'nın öncüsü olan İrlanda Cumhuriyetçi Kardeşliği, ilk uluslararası sömürge karşıtı örgüttü: 1860'ların sonlarına doğru, dünyanın dört bir yanında İngilizlere karşı askeri istilalar ve deniz çarpışmaları da dahil olmak üzere silahlı eylemler gerçekleştirebilmişti (Young 144-45). Yerel özelliklere rağmen, sömürgecilik karşıtlığı, 1917'den önce bile dünya çapında benzer mücadelelere sahip eklemlenme ağları aracılığıyla bilinçli olarak geliştirilen uluslararası, ulus ötesi bir söylemdi. Bu nedenle postkolonyal bir tarih farklı sömürge karşıtı aktivistler arasındaki ulus ötesi ağların oluşumunun tarihlerini vurgulayacaktır. Bazen bunlar, örneğin Boer, İrlandalı ve Hindistanlı milliyetçiler arasında kurulan kapsamlı bağlantılar gibi ortak bir sömürgeci düşmana göre stratejikti. Diğer durumlarda, emperyal merkezlerin kendilerinde kurulmuşlardır. Sömürgede mevcut olmayan bir özgürlük sunan Londra, Paris, Berlin, Lizbon, Tokyo ve New York, çeşitli zamanlarda birbirleriyle iletişim kuran, aktivist hücrelerinden oluşan uluslararası ağlar kuran ve bağlı benzer mücadeleleri eklemleyen sömürgecilik karşıtı aktivistlerle mücadele ediyordu.

Özgürleşme hareketlerinin karmaşık tarihinde, entelektüel üretim eşit şekilde bağdaştırıcıydı: Üç kıtalı politik entelektüellerin eseri mevcut köktenci söylemlerin, tipik olarak her zaman farklı coğrafi, politik, kültürel ve tarihsel durumların spesifik özelliklerine uyarlanan uluslararası Marksizmin sürümleri ile harmanlanan yerel kültürel fikirlerin bir dönüşümünü içermiştir. Geniş özgürlükçü amaçlarının bir parçası olarak sömürgecilik karşıtı aktivistler, yetkisiz, yıkıcı ve isyancı bir karşı modernite kuran yeni bilgi, antropoloji, tarih, edebiyat, politika türleri geliştirmekle ilgileniyorlardı. Sömürgecilik karşıtı hareketlerin kozmopolit, uluslararası yapısı, entelektüel ve kültürel direnişin bir oluşumunun, grevlerden ayaklanmalara kadar sömürgecilik karşıtı pratik ve maddi direniş biçimlerinin yanında gelişen büyük bir felsefi ve kültürel bilgi üretiminin inşa edilmesine yardımcı olmuştur. Bunlar gibi yetkisiz bilgi ve kültürler her zaman popüler direniş politikasını güçlendirenler olmuştur, ancak yetkisiz oldukları için çalışmalarının akademide tanınmasından önce kaçınılmaz bir süre gecikmesi vardır. Feminizm, köktenci karşı-bilginin yavaş kurumsallaşmasının açık bir örneği olurdu ve bilgi Batı parametreleri dışında üretildiği takdirde durum daha da belirgindir. Bu, sömürge karşıtı arenada bu tür entelektüel ve politik çalışmaların üretimi ile postkolonyalin temeli olarak ortaya çıkması arasındaki süre gecikmesini açıklar.

Benim tezim, küresel bir ölçekte toplumsal ve politik dönüşüme bağlı kolektif entelektüeller olarak, köktenci politik kenarını daha da geliştirerek, bağlı entelektüel aktivizmi ve baskıyı sonlandırmak ve küresel toplumsal adaleti sağlamak için tasarlanan spesifik, çoğunlukla yerel pratikler arasındaki bağlantıları döverek sömürgecilik karşıtı hareketlerin ruhu ile çalışmaya devam etmeliyiz. Politik bir düzeyde, postkolonyalizm, dünya nüfusunun büyük bölümlerinin günlük yaşamlarını yaşadığı sömürü ve yoksulluk koşullarını dönüştürmeye ahlaki olarak bağlı bir politik pratiğin itici fikirlerini geliştirmekle ilgilenir. Ayrıca kendisine günlük mücadeleleri, örneğin geniş bir aralıktaki kadın sorunları, kültürel üretim, geliştirme, ekoloji, toprak, ırkçılık, göç ve göçmenlik, mülksüzleştirme, çevre, modernitenin postkolonyal şehrinin kentsel metro-karışımındaki kimlik sorunları ile ilgili alınan ortodoks solcu düşüncenin hatları boyunca hemen izlenmeyecek sosyal adalet sorunlarına eklemlemeye yönelik bir yol sunar.

Hepsinden öte, postkolonyalizm, müdahale etmeye, Batının ve ayrıca Batı dışındaki dünyanın güç yapılarına alternatif bilgileri tanıtmaya çalışmaktadır. Dünyanın farklı halkları arasında daha adil ve eşitlikçi bir ilişki kurmak için insanların düşünüş şekillerini, davranış şekillerini değiştirmeye çalışır. Bu projenin bir parçası olarak geliştirilen postkolonyal kültürel analiz şeyleri görmeye yönelik önceki baskın batı yöntemlerine karşı koyan teorik yapıların ayrıntılandırılmasıyla ilgilenmiştir. Bu nedenle postkolonyal teori, Batı dışında geliştirilen bilgilerin ve ayrıca ihtiyaçların bakış açılarına doğru bir kavramsal yeniden yönlendirme içerir. Bununla birlikte, postkolonyal teori bilimsel anlamda bir teori değildir, yani belirli bir fenomen dizisinin sonucunu tahmin edebilecek tutarlı bir ilke dizisidir. Ampirik verilerin analizi için kullanılacak bir metodoloji olan sosyal bilimler tarafından anlaşıldığı gibi bir teori bile değildir. Daha ziyade, bazen çelişkili olarak veya poetik olarak üst üste binen veya hatta birbirlerine bitişik sıralanmış bir ilgili bakış açısı dizisi, bir kavram kümesi içerir. Postkolonyal teori tek bir fikir dizisini veya tek bir pratiği içermez. Gerçekten de, bir düzeyde postkolonyal teori adı verilen tek bir varlık yoktur: Bir terim olarak, uygulamaları ve fikirleri feminizm veya sosyalizm içindeki kadar çeşitli tanımlar. Postkolonyal teorinin çoğu için, fikirler ve uygulamalar arasındaki ilişkilerde olduğu gibi, o kadar da statik fikirler veya uygulamalar hakkında değildir: uyum ilişkileri, çatışma ilişkileri, farklı halklar ve kültürleri arasındaki üretken ilişkiler. Postkolonyalizm, kültürel çevirinin en zor ve zorlayıcı aporialarını müzakere etmek, dünyayı tercüme etmek ve dönüştürmek, mücadele ile değiştirilen ve uygulayıcılarının daha fazla değiştirmek istediği bir dünyayla ilgilidir.

Her şeyden önce, bir postkolonyal politika dünyanın adaletsiz güç yapılarını değiştirmeye çalışmaktadır. Dünyanın bir kısmı zengindir. Dünyanın pek çok kısmı yoksuldur. Postkolonyalizm, farklı ülkelerin absürt gelir farkıyla bölündüğü, böylelikle dünyanın zengin sakinlerinin kilo vermek için milyonlarca dolar harcarken dünyanın diğer kısımlarındaki milyonlarca başka insanın yeterli yiyeceğinin olmadığı küresel ayrımcılık sistemine meydan okur. Bir dizi farklı şekilde, bir üç kıtalı postkolonyal politika yerel bilgi sistemleri ve kaynaklarından geliştirilen sürdürülebilir toplumsal değişim yoluyla bireylerden ziyade toplulukların değerlerine dayalı şirketler için, merkezi kontrolden ziyade popüler katılım için, sömürüden ziyade güçlendirme için çalışan küresel adaleti getirmeye çalışmaktadır.

Küreselleşmenin karmaşık kuvvetlerinin karşısında, üç kıtalı postkolonyalizm etkin zorlukları küresel gücün yoksullaşmasına eklemlemeye devam edecektir. Köktenci gündem her zaman günümüz dünyasındaki eşitsizlik ve yoksulluğun dayanılmaz koşullarını reddetmek ve bu dünyanın tüm kıtalarında yaşayan tüm halklar için eşitlik, itibar ve refah talep etmektir.

Kaynakça

Bhabha, Homi K. The Location of Culture. London: Routledge, 1994.
de Saint-Exupery, Antoine. The Little Prince, Trans. Katherine Woods. London: William Heinemann, 1945.
Hardt, Michael and Antonio Negri. Empire. Cambridge, MA: Harvard UP, 2000.
Nandy, Ashis. Intimate Enemy: Loss and Recovery of Self Under Colonialism. Delhi, Oxford UP, 1983.
Ngugi Wa Thiong'o. Decolonizing the Mind. London: James Currey, 1981.
Said, Edward W. Orientalism: Western Representations of the Orient. London: Routledge, 1978.
Spivak, Gayatri Chakravorty. A Critique of Postcolonial Reason. Toward a History of the Vanishing Present. Cambridge, MA: Harvard UP, 1999.
Young, Robert J.C. Postcolonialism: An Historical Introduction. Oxford: Blackwell, 2001.
——. The Idea of English Ethnicity. Oxford: Blackwell, 2008.