Mevlanzade Rıfat: Bir Kürt Entellektüelin Sefaleti
Makale / Fırat Aydınkaya

400831-1841510168 Ezilen bir halkın tarihi olarak Kürt tarihi aynı zamanda sürprizlerin de tarihidir, çoğunlukla da nahoş sürprizlerin tarihi. Sürpriz, doğası gereği beklenmeyen bir şeydir, insanı çoğu zaman şaşırtan ama bazen de hüzünlendiren bir sıra dışılığa kapı aralar. Baştan belirtelim ki, bu yazı rahatsız edici bir sürprizin, aslında söz konusu Kürdistan tarihi olduğunda beklenebilecek bir anomalinin, hatta ‘sürpriz olmayı baştan iptal eden bir sürprizin’ öyküsüdür.

Hızlandırılmış bir Mevlanzade Rıfat biyografisini ihtiva eden bu yazı, aslında yürüyen bir sefaletin izini sürdüğü oranda şahsi bir yazı; ancak kritik bir tarihsel döneme ayna tuttuğu ölçüde ise ezilen bir halkın tarihinin kara sayfasının hükmünde olduğu ileri sürülebilir. Bu manada başlıkta kullanılan sefalet kelimesinin ikili bir manası var. Rıfat örneğinde olduğu gibi Kürt entelektüellerinin iktisadi yoksunlukla yine yeniden muhatap olmasının doğurduğu sefalet, kederli bir kadere tekabül ediyor. Bazı durumlarda yersiz yurtsuz, sürgün bir entelektüelin iktisadi olanla imtihanı sefil sonuçlar doğurabiliyor. Bilgisini veya kaleminin maharetini metalaştırmak bir süre sonra kalemin sahibini yani entelektüelin bizzat kendisini de metalaştırabiliyor. Bu yazıda kullanılan belgeler eğer sahihse şayet Mevlanzade Rıfat sefalet koşullarıyla baş edebilmek için, bir başka sefilliğe tenezzül etmiş görünüyor. Ezilenlerin sıkça sınandığı üzere ekmek mi yoksa özgürlük mü düalizmi her zaman ikincisinin lehine kesin bir adanmışlıkla neticelenmiyor. 

Yakın zaman önce yayımlanan Haco Ağa ile ilgili çalışmamda[1] da altını çizdiğim üzere epey bir süredir Kürdistan tarihini yeni bir perspektifle okumaya çalışıyorum. Bu yeni okumalarımın içinde, bir tarihçilik biçimi olarak “hain” ya da “kahraman” kategorisine başvurmanın fayda getirmediğine inanıyorum. Nitekim Guha’nın bize yetkinlikle gösterdiği üzere ezilen bir halkın tarihi, kahramanlık ya da hainlik bağlamıyla “manevi biyografi” biçiminde okunamaz.[2] Bu sebeple bu yazının niyeti ‘kahraman’ ya da ‘hain’ albümüne yeni bir sayfa eklemek değil katiyen. Tam aksine bu tarz bir okumaya mahal vermeden, ezilen Kürt yoksullarının başkaldırılarının bir yere kadar temsilini üstlenmek durumunda kalan, elit figürlerin artık tarihte kalmış tutumlarına bakmak önem arz ediyor. Ayrıca Ngugi wa Thiong’o’nun Bir Buğday Tanesi eserinde işlendiği üzere efsanevi kahramanların yolu bazı durumlarda işbirlikçilikten geçtiği gibi, kendini umarsız bir şekilde işbirliğine vakfedenlerin ise mücadele süreci içinde efsanevi bir kahramana dönüşebildiğini de görebiliyoruz. O sebeple ezilenlerin tarihini bir mahkeme hakimi edasıyla okumanın, bunu iddianame/savunma/güzelleme formatıyla kaleme almanın tarihyazımı bağlamıyla teorik bir anlamı bulunmuyor.

Öte taraftan Kürtlerin düşünce tarihi eğer bir gün yazılacaksa herhalde bunun yasası büyük üstad Xanî’nin şu dizelerinden devşirilecektir: “Şûre hunera me betê danin / Qedrê qelema me bête zanin”.[3] Büyük üstadın terminolojisi ile konuşursak eğer Kürt toplumunda kalemin değeri bilinmediği durumlarda, bu kalem self şiddet rengine bürünüp ya kendi kendini imha ediyor ya da Kürt hasımlarının ellerinde oyuncak olabiliyor. Öyle görünüyor ki Rıfat’ın hikayesi tam da murdar olmuş, oyuncak haline gelmiş bir kalemin hikayesidir.

Rıfat’ın bir farkı öyle görünüyor ki bütün bu işleri gizli kapaklı yapmasıdır. Belgeler eğer doğruysa aşağıda görüleceği üzere bir tarafta Bedirxanîler ve diğer önde gelen elitlerle birlikte Kürt mücadelesine omuz verirken, yani Kürtlerin varoluşsal süreçlerine tanıklık edip, bu muhalefete dahil olurken, öbür tarafta arka kapılarda ya da kuytu köşelerde devletin istihbari birimlerine bütün Kürt muhalefetinin siyasi envanterini ve harekat planlarını teslim ediyordu. 

Sömürge karşıtı toplumlardaki halk mücadelesinin nevi şahsına münhasır taraflarının olduğunu bugün artık yeterince biliyoruz. Kolonyal merkezin tahakkümünün sınırlarına ve egemen kudretine dair bir dizi tecrübeden biliyoruz ki, kolonyal idareyi yıkımla değil inşa kabiliyetiyle ele almalıyız. Marx’ın, İngilizlerin geleneksel Hindistan toplumunu yıkıp Batılı bir formatın içinden yeniden inşa ettiği tespiti neredeyse bütün ezilen toplumların karşılaştığı bir mühendisliktir. Ne var ki Marx’ın eksik bıraktığı bir başka mühendislik daha var ki belki de esas olarak bunun üzerine düşünmemiz gerekir. Şöyle ki sömürge toplumlarında, esasen sömürge karşıtı politikanın bizzat kendisi de bir ölçüde ve hatta bir yere kadar sömürgeci merkezin belirli araç ve yöntemlerle etki ederek domine ettiği bir siyasi mühendisliktir. Daha kestirmeden söylemek gerekirse; kolonyal merkez, kendisine karşı organize edilen muhalefetin sınırlarını ya tayin eder ya dizayn eder. Yani kolonyal merkez kendisine karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini dikte edip, örgütlenen muhalefeti yaratır.

Mevlanzade Rıfat’ın hikayesi bölünmüş sömürge kişiliğinin, profesyonel diplomasi ile şahsi çıkar işbirliğinin, entellektüelizm ile ezilenin bilgisinin hoyratça kullanılışının, kolonyal merkeze karşı mücadele ile bu mücadelenin kolonyal merkezce ne şekilde manipüle edildiğinin kısa bir temsili gibidir.   

Mevlanzade Rıfat Kimdir?

Mevlanzade Rıfat Süleymaniyeli bir Kürt münevver olup, Halidiliğin kurucusu Mevlana Halid’in akrabası olarak bilinmektedir. II. Abdülhamit’in istibdat rejimine karşı mücadele edip Sultan Reşad’a intisap ettiği) için on iki yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırılır, İkinci Meşrutiyetin ilanıyla af edilir ve sürgünde bulunduğu Yemen’den İstanbul’a döner. Abdülhamit’e karşı siyasi faaliyet yürüttüğü halde İttihatçıların kendisiyle çalışmak istememesi şayanı dikkattir. Nitekim Murat Issı’ya bakılırsa Rıfat, 1908 devrimine mesafeli yaklaşmış, İttihat ve Terakki’ye alkış tutanlardan olmamıştı.[4]  Meşrutiyet süreci içinde değişik gazete ve neşriyatlar çıkarıp yönetmişti. Serbesti gazetesini çıkarıp, Prens Sabahattin’in siyasi görüşlerine yakın bir siyasi pozisyon tutarak, ademi merkeziyetçi bir felsefe ile kurulan Ahrar grubuna katılır. Serbesti gazetesi sert bir tonla Abdülhamit karşıtlığı yapınca, saray tarafından öldürülmesi bile gündeme gelir. Benzer bir şekilde İttihatçılara karşı da sert bir muhalefete abanınca 31 Mart Vakası sebebiyle suçlandığı için Mısır’a kaçmak zorunda kalır, akabinde matbaası kapatılır. Daha sonra Prens Sabahattin’in siyasi desteği, Şerif paşanın mali katkılarıyla Paris’te Serbesti gazetesini çıkarıp, sonradan arasının bozulacağı Şerif paşa ile teşriki mesai yapar. Paris, Mısır ve Atina’da tutunamayınca ve daha önemlisi İttihat karşıtı bloklarla arası bozulunca İstanbul’a geri döner. Serbesti gazetesini 770 sayı çıkartarak, ulaşılması güç bir rekora imza atar. İlginç bir şekilde başkentte gelişmeye başlayan kadın hareketlerine nazire yaparak Erkekler Dünyası adıyla tek sayılık bir dergi çıkarır.

Tüm bunlarla birlikte Faik Bulut’un iddiasına bakılırsa Rıfat, hayatının birinci döneminde Osmanlıcılık, ikinci döneminde ise Kürtlük için mücadele etmişti.[5]  Öte yandan bir kısım yazara göre Rıfat, sırasıyla Abdülhamit, İTC ve Kemalist hareketin hilafına muhalif çalışmalar yürütmüştür. Aslında Rıfat’ın ademi merkeziyet ve teşebbüsü şahsi felsefesini temellük eden Osmanlıcı bir liberal olması hasebiyle belirtilen siyasetlere muhalefet etmesi anlaşılabilir bir tutumdur.  

Mevlanzade Rıfat’ın Kürtlük ve Kürdistan meselesine bakışı, bu çerçevede oynadığı rol araştırılmaya ve konuşulmaya muhtaç bir meseledir. Bunu dönemlere ayırmak, konunun anlaşılması için işlevsel olabilir. Bu çerçevede 1918 yılına kadar tıpkı Abdullah Cevdet gibi liberal bir Osmanlıcı siyaset yürüttüğünü iddia etmek mümkün. Kürtlerin modernleşmesini, bilinçlenmesini, siyasi alanda daha fazla söz hakkı talep etmesini ama bunun siyasi tercümesi olarak da merkezle bağlantısı iyi formüle edilmiş ademi merkeziyet fikrinin çare olabileceğini savunuyordu. Yine Cevdet gibi onun da siyasi felsefesi önce Osmanlılık sonra Kürtlüktü, en azından 1918 yılına kadar. Nitekim bu dönemki Kürt okumuşlarının baskın karakteri önce Osmanlı sonra Kürt olmalarıydı. Kürtlük onlar için gömlek, Osmanlıcılık ise onu örtecek olan palto hüviyetindeydi.

Öte yandan Issı’ya bakılırsa Rıfat’ın, Kürtlüğüyle ilgili dönüm noktalarından birisi 1913 tarihli Babıâli baskınıdır, bu baskınla birlikte Rıfat, Kürt ve Kürdistan davasına ilgi duymaya başlamıştır. Gerçekten de onun ismini tam da bu süreçlerde Kürt neşriyatlarında görmekteyiz. 1913 yılında bir kısım Kürt okumuşu tarafından çıkarılan Hetawî Kurd neşriyatındaki yazısı buna örnektir. Bu yazı her ne kadar Abdullah Cevdet ile bir polemik yazısı olsa da yazara göre Kürtler, kendi başlarının çaresine bakmayı gündemine almalı, bu çerçevede lisan ıslahını yapmalı, bir heyet oluşturup ortak bir gaye belirleyip, tıpkı Ermeniler gibi bir aydınlanma hareketi başlatmalıydı.[6]  

1918 yılında ise Osmanlı devletinin çatırdama seslerinin ayyuka çıktığı süreçlerde Abdullah Cevdet gibi Mevlanzade Rıfat’ın da düşünsel bir dönüşüm geçirerek müstakil ya da otonom Kürdistan fikrine yakın bir siyasi pozisyon tutturduğunu görüyoruz. Nitekim bu süreçlerde KTC ile yakın ilişkiler içine girmiş, Seyyid Abdülkadir ile birlikte çalışmalar yapmış, Kürt davasını konuşan heyetin içinde bulunmuştur.

Fakat burada bizi bekleyen ideolojik bir yarık bulunmaktadır. Bilindiği üzere Kürdistan Teali Cemiyeti esasen bir tür koalisyon örgütlenmesiydi. Seyyid Abdülkadir ve onun etrafında örgütlenen geleneksel Kürtlük diyebileceğimiz blok, müstakil bir Kürdistan fikrine olumlu bakmıyordu. Onlara göre şu zor zamanlarda Türklere sırtını dönmenin Kürtlüğe bir faydası yoktu ve Kürtlere gerekli olan politika otonomi siyasetiydi. Ama öte yandan Emin Ali Bedirxan etrafında örgütlenen başka bir blok ise müstakil Kürdistan fikrinin kuvveden fiile geçirilmesinin zamanının geldiğine inanıyordu. Bu yarılmanın tam da göbeğinde Rıfat’ın, Abdülkadir’e yakın bir çizgi izlemesi gözlerden kaçmamalıdır. Nitekim Fransa Cumhuriyeti Fransız Yüksek Komiserliği’ne mühründeki ismiyle Kurd Teşkilat-ı İçtimai Cemiyeti Genel Sekreteri Memduh Selim Begi adına yollanan bilgilendirmede; Eski Kürt Cemiyeti’nin “yeni dönemin ihtiyaç ve politikalarına cevap veremediği” ve zaten uzun bir zamandır Cemiyet içerisinde “bağımsızlık taraftarları ile otonomi taraftarları arasında bir tartışmanın olduğu” belirtilmekteydi. “Nihayetinde temiz bir siyaset taraftarı olan aydınlar, geçmişini inkâr edenlerle yollarını ayırmayı uygun görmüşlerdir” dendikten sonra yazının devamında yeni örgütlenmenin kurucu kadrolarının isimleri verilirken Mevlanzâde’nin ismi burada anılmamaktadır.[7] Şu durumda Memduh Selim Beyin tanımlamasından gidersek Mevlanzade Rıfat da “geçmişini inkar edenlerin” arasında bulunuyordu. Bu kritik bilgiyi onun Kemalizmle macerasını düşünürken aklımızda tutmamız önem arz edecektir.

Son olarak Mevlanzade Rıfat’ın ismine 10 Temmuz 1919 yılında gerçekleşen gizli bir görüşmede rastlamaktayız. Bahriye Nazırı Avni Paşa, Şeyhülislam Haydar efendi, Ahmet Abuk Paşadan oluşan bir heyet Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşmüş, bu görüşmede Kürtleri temsilen Seyyid Abdülkadir, Emin Ali Bedirxan ve Mevlanzade Rıfat’ın yer aldığı iddia edilmiştir. Ve iddiaya göre toplantıda Rıfat söz alarak İngilizlerin, Türkiye’ye Damat Ferit’ten daha çok sahip çıktığı; çünkü büyük Ermenistan yerine, Büyük Kürdistan’ın Osmanlı çıkarlarına daha çok hizmet ettiğini dile getirmişti.[8]

 

Kemalizm ve Mevlanzade Rıfat

Kemalizm’in Kürt entelektüellerine dünyayı dar ettiğine dair sayısız örnek mevcuttur. Bu konuda kalem oynatan tarihçilere bakılırsa Kemalizm’den, Mevlanzade Rıfat’ın payına düşen şey de büyük oranda benzer bir hikâyedir.

Mevlanzade Rıfat, Kasım 1922 yılında İtalya’ya kaçmak zorunda kalmış, bir iddiaya göre sultan Vahdettin ile konusunu Kürtler teşkil eden bir görüşme yapmıştı.[9] Öyle görünüyor ki, Rıfat kesin tarihi belli olmamakla birlikte 1924 gibi bir tarihte Suriye taraflarına geçmiş, 1930 yılında ölünceye kadar Suriye-Lübnan bölgesinde yaşamıştı.

Murat Issı, çıkardığı gazetelerde Kürt ve Kürdistan davasına yer veren, Kürtler adına Osmanlı hükümetiyle yapılan bir görüşmeye Kürtleri temsilen katılan ve “Anadolu Harekatı” diye isimlendirdiği Mustafa Kemal ve Arkadaşlarına karşı sert ve eleştirel bir tavır alan Mevlanzade Rıfat’ın yaşamının bundan sonraki safahatinde anti Kemalist bir tutum takındığını ileri sürmüştür.[10]  Nitekim hiç değilse ilk kuruluş sürecindeki bu aleni tercihinden ötürü hem vatandaşlıktan çıkarılmış hem de 150’likler listesine alınmış ve listenin 97 sırasında listelenmiştir.

Son olarak Rıfat’ın, Binbaşı Noel’in Kürdistan seferinde ona eşlik eden Kürtlerden birisi olduğu iddia edilmektedir. Ne var ki Rıfat bu bilgiyi doğrulamamaktadır, kendi anlatımıyla İstanbul’da bulunduğu zaman Noel’in, Cemiyetin reisi Seyyid Abdülkadir ve Merkezi Umumi azası olarak kendisiyle görüştüğünü, Binbaşının hem Reisi hem de kendi şahsını, birlikte seyahat etmek için davet ettiğini ama bunun uygun görülmediğini belirtmektedir.[11]

Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi

Akademisyen Sedat Bingöl, Mevlanzade Rıfat’ın Kürtlük sicilini ortaya dökerken, onun Kürdistan Teali Cemiyeti üyesi olduğunu, Binbaşı Noel’e refakat ettiğini, mütareke dönemi boyunca Kürtçülük faaliyeti yürütmesini kadraja alıp, bu sebeple 150’likler listesini boyladığını ileri sürmektedir.[12]

Sedat Bingöl’ün çalışmasının esas şok etkisi yapan kısmı Mevlanzade Rıfat’ın yurtdışına çıktıktan kısa bir süre sonra Türkiye için çalıştığı iddiasıdır. Bingöl, Emniyet Genel Müdürlüğünden aldığı arşiv belgelerini de çalışmasında paylaşmaktadır.[13] Yine Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivlerine dayanarak akademisyen Şaduman Halıcı da aynı şekilde Mevlanzade Rıfat hakkında benzer iddialarda bulunmuştur.[14] Nitekim Halıcı da bazı durumlarda ikili oynadığını iddia etse de nihayetinde Rıfat’ın devlet için çalıştığını teyit etmektedir. Ne var ki her şeye rağmen bu belgelere ihtiyatla bakmak gerekebilir. Zira her iki akademisyenin kullandığı belgelerin orijinalleri elimizde olmadığı için, belgenin sahihliği teknik prosedür bağlamıyla check edilememiştir.[15] Fakat öte yandan bu iddiaları gerçeğe yakın bir bilgi olarak değerlendirmek de mümkün. İki nedenle. İlki Rıfat’a dair zaten öteden beri bu türden iddialar ortalıkta dolaşmaktadır. İkincisi ise bu belgelerin biçim ve muhtevasının yer, zaman ve konu itibariyle birbiriyle uyumlu bir görüntü vermesidir. Fakat yine de anılan belgelerin orijinallerine erişim fırsatı olmadığı için bu yazıda belirgin ölçüde temkinli bir üslubun kullanılmasına dikkat edilmiştir.

Bingöl’ün belge arşivinden çıkardığı sonuca bakılırsa Mevlanzade Rıfat ile Türk otoritelerinin ilişkisi 1923-1924 tarihlerinde kurulduğu görülmektedir. Nitekim Halıcı’nın kullandığı arşiv belgeleri de aynı tarihi teyit eder mahiyettedir. Eğer bu bilgi doğruysa Rıfat, Türkiye’den çıktıktan hemen sonra devlet ile organik bir ilişki içine girmiştir. Buna göre ilk raporun 1925’teki Şeyh Said isyanı sürecinde verilmiş olması dikkat çekicidir. 8 Ocak 1925 tarihli rapor, Atina konsolosluğu vasıtasıyla gönderilmiştir. Rapora göre Rıfat şu bilgileri vermiştir:

“Şeyh Abdullah ve Çerkes Ethem Onbin kişilik bir kuvvetle Rumiye’nin kuzeyinden Van’a saldıracak ve Van’ı zapt ettikten sonra bağımsız Kürt Hükümeti ilan edilecek, Hınıs’ta Miralay Selim vasıtasıyla Erzurum’a taarruz edilecek, Şeyh Abdullah Urfa ve Adana çevresinden bir hareket için Birazê aşireti reisi ile görüşmektedir. Ç.Reşit Bey ise İstanbul grubu vasıtasıyla İzmir ve Adana civarında bir kıyam (dini isyan) temine çalıştığı ve hareket zamanı için yolların karla kaplanıp, imdat güçlerin gelemeyeceği bir zamanın beklenmekte olduğunu Mevlanzade Rıfat Bey bildirmekte, Atina konsolosluğumuzda,  M.Rıfat Bey için kafi tahsisat yollanmasını istemektedir.”

Sedat Bingöl, Rıfat’ın Beyrut’tayken de devlete bilgi verdiğini dile getirmektedir.[16] İlaveten devletle ilişkisinin 1930 yılına kadar sürdüğünü dile getiren yazara bakılırsa, Rıfat, Halep’teyken de Vahdet gazetesine Türkiye lehine yazılar yazıyordu. Anlatılana bakılırsa Rıfat, devlete, Xoybûn örgütlenmesinin mahrem bilgilerini, Ermeni oluşumları ile 150’liklerin içinde yer alan kişilerin sır bilgilerini paylaşıyordu. Yine Bingöl’e bakılırsa Rıfat, bu üç istihbari alana dair bir risale yazmak istemiş, bunun için devletin ilgili birimlerinden risale yazma izni istemişti. Ne var ki verilen yanıtta talebi red edilmişti. Red edilme gerekçesi ise trajik görünmektedir;  Hariciye Vekaleti 13.9.1930’da şunu yazmaktadır nitekim:

“Mevlanzade Rıfat’ın mevzubahis risaleyi neşretmesine şimdilik lüzum yoktur. Çünkü neşri halinde kendisinin bize hizmet ettiğini anlatmış olacak ve binnetice bize müfit olmaktan uzaklaşmış olacaktır. Binanaleyh konsolomuza nakdi yardım mukabilinde hizmetine devamı daha muvafık olacağı kanaatındayım bundan başka kendisinde mevcut olan vesaik konsolosluk tarafından tedkik edilerek ehemmiyetli bulunanlar tefrik edilerek bize gönderildiği ve hakikaten ehemmiyetli buraca anlaşıldığı takdirde bunlara mukabil kendisine mükafat nakdiye verebiliriz.”[17]

Sonuç olarak Bingöl’ün ve de Halıcı’nın yayınladığı belgelere göre Mevlanzade Rıfat, Kürtlerin içinde, devlete muhbirlik yapan bir istihbarat elemanıdır ve Rıfat, ağırlıkla Atina konsolosluğu üzerinden bu ilişkiyi yürütmekteydi.[18]

Belgelerin Yapısökümü

  • Xoybûn Meselesi

Öncelikle Rıfat’ın, Xoybûn ile organik ilişkisi halen netleştirilmesi gereken bir mesele olarak orta yerde durmaktadır. Issı onun Xoybûn üyesi olup olmadığının cevaplanamamış bir soru olduğunu belirtirken[19], Rohat Alakom da benzer şekilde onun Xoybûn’un merkez üyelerinden biri olabileceğine şüpheyle bakar.[20] Ne var ki Alakom’un aktardığı üzere yabancı kaynaklar Rıfat’ın ismini beş önemli üye arasında saymaktadır. Öte yandan bu tartışmayı sarih kılmak için belki de Xoybûn’un organik yapısını ve kurum hiyerarşisini işin içine katmak gerekir. Bu manada eldeki resmi bilgilere bakılırsa Rıfat’ın, örgütün kuruluş toplantısında bulunmadığı, ilk merkez komitesine seçilen ve ismi bilinen on üç kişinin arasında yer almadığı görülmektedir. Ve dahi 1927 yılında imza altına alınan Xoybûn anlaşma protokolünde de ismi geçen sekiz kişi arasında onun ismi bulunmamaktadır.[21] Ne var ki Xoybûn’un aktif olarak sahada çalışmaya başlamasıyla Rıfat’ın ismi belli kaynaklarda geçmeye başlamaktadır. 30.08.1928 tarihli bir İngiliz raporunda yöredeki aktif Xoybûn Kürtlerinin isimlerinin arasında onun adı da geçmektedir.[22] Sonuç olarak Mevlanzade Rıfat, Xoybûn’un kuruluş toplantısına katılmamış görünüyor ve seçilen ilk merkez komitesinde de ismi geçmemektedir. Ama buna rağmen örgütün resmi kuruluşunun hemen ertesinde doğal bir üyeymiş gibi aktif çalışmalara katıldığı anlaşılmaktadır. Resmi tamamlamak adına bir kısa bilgi Şükrü Sekban ve Halil Rami Bedirxan için vermek gerekebilir. Sekban’ın uzun yaşamı boyunca 1908’deki Kürt Teavün ve Terakki Cemiyetinde, 1913 Kürt Hevi Cemiyetinde, 1918 Kürdistan Teali Cemiyetinde aktif faaliyetler yürüttüğünü bilmekteyiz.  Sekban’ın Xoybûn’un ilk kuruluş kongresini yönettiğini de görüyoruz ve ismi ilk merkez komitesine seçilenler arasında geçmektedir. Hatta örgütün, Bağdat şubesi reisliğini yaptığını iddia edenler de vardır.[23]

Şu durumda Ercan Çağlayan’ın bir çalışmasında da gösterdiği üzere[24], Türkiye devletinin neredeyse bütün dış istihbari birimlerini Xoybûn için harekete geçirdiği görülmektedir. Devletin basit bilgi ağı ile yetinmediği, değişik araç ve edevatlarla örgütü yönlendirmek istediği, mümkünse önemli isimleri Truva atı gibi kullanmak istediği anlaşılmaktadır. Bu manada Sekban’ın bu türden bir ilişkisinin olup olmadığını henüz bilemesek de 1933 yılında yazdığı kitap ile devlete geri döndüğünü biliyoruz. Bununla birlikte Malatya Mutasarrıfı iken M.Kemal hareketine bayrak açan, Sivas kongresini dağıtmak için Harput valisi Ali Galip ile birlikte hareket eden Halil Rami Bedirxan da tıpkı Rıfat gibi yüzellilikler listesindeydi. Halil Rami, Beyrut’a yerleşmiş ve burada Xoybûn ile dirsek temasında Kürtler lehine siyaset yürütmüştü. Ne var ki Halil Rami EGM belgelerine bakılırsa 1928 yılında Beyrut konsolosluğuna “Irak sınırı civarındaki Türk vilayetlerinde Kürtlerin sınır üzerinde bir ihtilal hareketi hazırladığını ve İran kesitlerinden Ağrı dağının arkasındaki Celalilerin de bu harekete yardımcı olacaklarını haber veriyordu”.[25] Halil Rami’nin amacını ve bağlamını aşan bir diplomatik faaliyetin dışına çıkıp çıkmadığını tam olarak bilemesek de, Halıcı onu da devlete bilgi aktaranların arasında olduğunu ima etmektedir. Tüm bunlarla birlikte Rıfat’ın ise bir tarafta Xoybûn’un fahri üyesi gibi çalışırken, öbür yanda ise devletle sıkı bir ilişki içine girdiği görülmektedir. Bu türden gelişmeler bize tam da şunu teyit etmektedir: kolonyal merkez, kendisine karşı yürütülen siyasi mücadeleyi ele geçirmek istemekte, mümkünse etki ajanları üzerinden bu politikayı yönlendirmeye çalışmaktadır.

  • Neden 1924?

Yukarıda Rıfat’ın 1922 tarihinde, İtalya’ya kaçtığına değinmiştik. Eldeki veriler kesin olmamakla birlikte Rıfat’ın 1924 gibi bir tarihte Suriye’ye geçtiğini göstermektedir. Öte yandan Halıcı, EGM arşivine dayanarak Rıfat’ın 4 Nisan 1925 tarihinde Çerkes Ethem ile birlikte Bağdat’a geçmek üzere Yunanistan’dan aldıkları pasaportu İngiliz konsolosluğuna vize ettirdiğini ve bu heyetin amacının Bağdat’a giderek Kürt ordusuna katılmayı hedeflediğine dikkatimizi çeker.[26]  Eğer Bingöl’ün iddia ettiği üzere Rıfat, 1924 gibi devletle işbirliği yapma kararı verdiyse burada sorulacak soru şudur: Acaba Rıfat, devlet birimlerinin telkini ve yönlendirmesi ile mi Suriye-Beyrut-Bağdat bölgesine geçti? Bu dönemlerde Kürt muhalefetinin Rojava-Suriye-Lübnan hattında yoğunlaşmaya başladığını bilen devletin bu türden bir yönlendirmenin içine girmesi akla yakın düşmektedir. Nitekim Halıcı bu soruları bir ölçüde cevaplayan bilgiler vermektedir. Ve ona bakılırsa Rıfat, daha Ortadoğu’ya adım atmadan önceki süreçte yani Bükreş’teyken Türkiye’ye bazı şartlar altında muhbirlik yapıyordu.[27] Bu şartların ne olduğuna dair ise şimdilik elimizde bir bilgi yoktur.

1924 tarihi ayrıca Azadî örgütlenmesinin ve Şeyh Said hareketinin ayak seslerinin işitildiği bir tarihtir. Devlet elitleri şüphe yok ki mutfakta pişen yemeğin kokusunu alıyordu ve bu hareketin örgütsel dinamiğinin çapını veya uluslar arası düzeneğini bilmek için de Rıfat’ı Suriye’ye yönlendirmiş olabilir. Nitekim Rıfat’ın eldeki raporu zaten Şeyh Said hareketine ilişkindir.

Bingöl, Rıfat’ın Beyrut-Atina konsolosluğu üzerinden devlete muhbirlik yaptığını öne sürmüştür. Rıfat’ın neden Atina konsolosluğu üzerinden bu ilişkiyi sürdürdüğü ise bir parça muammadır. Rıfat’ın 1910’ların başından itibaren belli aralıklarla yolu Atina’ya düşmüştü. Dolayısıyla buradaki devlet temsilcileri ile Türk kolonisiyle eskiye dayanan bir tanışıklığının var olduğu kabul edilebilir. Bu sebeple Atina seçeneğinin böyle şahsi bir ilişki geliştirme zemini vardı.

Öte taraftan Halıcı’ya bakılırsa Rıfat’ın muhbirliği Bükreş’te iken başlamış, devamında ise bu ilişki Halep üzerinden devam etmiştir. Halıcı ayrıca Rıfat’ın para karşılığında Halep konsolosluğuna Kürtler hakkında bilgi verdiğini iddia etmiş, idare müdürlüğünü yaptığı Vahdet gazetesinde de Türkiye lehine yayınlar yapmıştı. Çok daha önemlisi ise yine onun verdiği bilgilere bakılırsa Rıfat’ın 1930 yılı içinde Halep konsolosluğuna başvurarak Xoybûn oluşumu ve Xoybûn’un baştan beri takip ettikleri hareket tarzı ile kimi firari yüzelliliklere ait evrakların kendisinde olduğunu beyan ederek, bunları bir kitapçık halinde basmayı düşündüğünü iletmiş ve bunun karşılığında 100 altın talep etmiştir.[28]

  • Azadî Hareketi ve Şeyh Said Meselesi

Bu yazıda sözü edilen belgelerin sahihliği problemini her daim akılda tutmamız gerekir. Zira bu türden belgelerin “üretilmiş belge” olma ihtimali göz ardı edilemez. Öte yandan kullanılan belgelerin bağımsız araştırmacıların kullanıma açık olmadığı için bunları görüp, test etme olanağı da bulunmamaktadır. Bunlara ilaveten ise en azından sunulan belgelerin muhtevasının kronoloji, aktör, maddi gerçek ve konu uyumuna dikkat kesilmek gerekebilir.

Sözgelimi 1925 yılının Ocak ayında sunulan bir raporun muhtevası ilginçtir. Raporda ismi geçenleri ele alalım mesela. Şeyh Abdullah olarak bahsedilen kişinin kim olduğu meçhuldür. Hareketin önemli figürlerinden olan Melekanlı Şeyh Abdullah’ın varlığını biliyoruz, Şeyh Said’in hem komutanlarından biriydi, hem hısmıydı hem de tarikat yoldaşıydı. Ne var ki Şeyh Abdullah’ın isyandaki görevinde bildiğimiz kadarıyla Van’a saldırmak yoktu. Keza Çerkes kardeşler ile bir irtibatının olduğunu gösteren işaretler de söz konusu değildir. Ayrıca isyanı planlayan örgüt olan Azadî’nin örgütsel şemasında Van ile alakalı olarak Şeyh Abdullah isminde birinin varlığı da bilinmemektedir. Van’daki Azadî azası Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecit idi. Abdümecit’in ise bu türden askeri örgütlenmelerle bir ilgisi yoktu. Son olarak Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, Malazgirt cephesi komutanıydı, bir ihtimal rapordaki bilgilerin Şeyh Ali Rıza ile ilgisi olabilir. Zira Şeyh Ali Rıza, isyan jeopolitiği tekamül ederken koyun sürülerini Halep’e götürüp satmıştı. Halep’teyken Şeyh Ali Rıza’nın Çerkes kardeşlerle görüşmesi kuvvetle muhtemeldir ve keza eğer bu tarihte Rıfat, Suriye’ye gelmişse, Şeyh Ali Rıza’nın onunla görüşmüş olması, isyan planlamasından söz etmesi de akla yakındır. Bahse konu kişinin Şeyh Ali Rıza olması, akla ve maddi gerçeklere daha yakın duruyor ama hala karanlıkta kalan sorular var: neden Şeyh Ali Rıza ismi değil de Şeyh Abdullah ismi? Bu bilgileri veren kişi eğer Rıfat ise neden farklı isim vermiş olsun ve neden hareketin doğrudan merkezi olabilecek bir yer değil de daha ikincil planda düşünülen Van’a dair bilgi vermiş olsun? Bir de Rumiye’nin kuzeyindeki on bin ordu kim, kimlerden oluşacaktı sorusu da ayrıca muamma görünmektedir. Son olarak Azadî’nin isyan harekat planlarını henüz tam bilmemekle birlikte, Şeyh Said hareketini organize edenlerin harekat planlarında Van’ı zapt edip bağımsız Kürdistan ilan etmek gibi bir plan en azından resmi ortamlara yansımış bir konu değildi. En iyi ihtimalle Diyarbakır üzerine yapılan planlamalar söz konusuydu. Öte yandan Van’ı ele geçirip müstakil Kürdistan davasını organize etmenin fikir babaları daha çok Kamil ve Abdurrezak Bedirxan’dı.

Yine de “bağımsız Kürdistan” ilan edilecek istihbari bilgisi önemli bir bilgi görünüyor. Zira Kürt tarih yazımının kimi merkezlerinde bile hala kendine yer bulabilen görüşe göre Şeyh Said, dinsel gerekçelerle harekete geçmişti ve ulusal isteklerle bağlantısı pek azdı. Oysa bu bilgi kırıntısı dahi meselenin özünü sarih olarak ortaya koymaktadır.   

Öte taraftan ismi geçen Miralay Selim’in ne bu türden bir gücü vardı ne de bu türden bir görevi söz konusuydu. Hangi Selim’den bahsedildiği meçhul olsa da bölgede Selim adıyla bilinen bir Hamidiye ağası vardı ve bunun da bahsedilen türden bir misyonu yoktu. Ne var ki Hınıs bölgesini de içeren harekatın merkez üssünde karizmatik lider Cibranli Miralay Halit Bey vardı bu bölgede. Ve Halit Bey de Kasım 1924 gibi tutuklanmıştı. Azadî örgütünün reisiydi ve eğer tutuklanmasaydı, ikamet ettiği Erzurum’u zapt etme heves ve yetkisi apaçıktı. Acaba Rıfat, gerçek isimleri verdi de konsolosluk yetkilisi perdeleme yapmak için farklı sahte isimler mi kullandı? Şeyh Said-Şeyh Ali Rıza yerine Şeyh Abdullah, Miralay Halit bey yerine Miralay Selim gibi.

Öte taraftan raporda geçen bahse konu Şeyh Abdullah isimli meçhul kişinin Urfa ve Adana çevresindeki Birazê (doğrusu Berazî aşireti olmalı F.A.) aşireti ile görüşme bilgisi de teyide muhtaçtır. Yukarıda belirtildiği üzere, isyanın elit komutanlarından olan Melekanlı Şeyh Abdullah’ın, Urfa ve Adana bölgesine geçip görüşmeler yaptığına dair herhangi bir bilgi yoktur, bu sebeple bu kişi Melekanlı Şeyh Abdullah olamaz. Akla yatkın tek olasılık bu kişinin Şeyh Ali Rıza olabileceğidir, yukarıda da belirtildiği üzere Şeyh Ali Rıza, koyun sürülerini Halep mıntıkasına götürürken Azadî ve Şeyh Said talimatı çerçevesinde bir takım görüşmeler yaptığı bilinmektedir. İlaveten Şeyh Said’in değişik sosyal ilişkileri vasıtasıyla ilgili aşiretlere ulaşıp onları kendi lehine çektiği bilgisi de doğru bir bilgidir. Buradaki bilgi, objektif olarak doğru ama isim yanlıştır, belki de isim farkı taktik bir perdeleme işlevi görmektedir.

Ç.Reşit beyin ise İstanbul grubu vasıtasıyla İzmir ve Adana civarında bir kıyam (dini isyan) temine çalıştığı ve hareket zamanı için yolların karla kaplanıp, imdat güçlerin gelemeyeceği bir zamanın beklenmekte olduğu bilgisi ise Taner Akçam’ın yeni çıkan çalışmalarına bakılırsa kısmen doğru gibi görünmektedir. Kısmen doğru; çünkü evet Çerkes kardeşlerin kıyam çıkarma planı vardı ama dini kıyam çıkarma potansiyelleri zayıftı.

Şaduman Halıcı’nın, Sedat Bingöl ile büyük ihtimalle aynı EGM arşivinden bahsetmesine rağmen, ilginç şekilde verdiği bilgiler bir ölçüde farklıdır. Sedat Bingöl’ün kullandığı belgeden farklı olarak Halıcı’nın çalışmasında Şemrinan ve Simko ismi geçmektedir, buna göre Mevlanzade Rıfat şöyle demiş görünüyor:

“Şeyh Abdullah ve Çerkes Ethem’in ve teşkilatıyla Şemrinan ve Simko’nun Rumiye üzerinden Onbin kişilik bir kuvvetle Van’a saldırarak….”[29]

Halıcı’nın kullandığı bu bilgiler Bingöl’e göre daha somuttur. En azından bu on bin kişilik ordunun Simko ve Şemdinan (yani Şeyh Ubeydullah’ın torunları) vesilesiyle nasıl vücuda geleceği konusunda daha net bilgiler verilmektedir. Bununla birlikte Halıcı söz konusu raporda Mevlanzade Rıfat tarafından sarf edildiği öne sürülen kritik bir cümleye daha yer vermektedir: “Hareket için yolların karla kapanarak imdat kuvvetlerinin gönderilemeyeceği bir zamanın beklendiği…”[30] Oysa harekâtın askeri planlaması bu cümlenin tam aksi istikametteydi ve eğer her şey yolunda gitseydi Cibranlı Halit Beye atfedilen isyanın başlangıç vuruşunun tarihi şöyle şifrelenmişti. “Dema simê hespan pê li erdê kir”.

Sonuç itibariyle bahsi geçen raporda ismi anılanların kim olduğu meçhuldür. Bu isimlerin taktik icabı değişik isimlerle temsil edilmesi olasıdır. İsyanın jeo-stratejisine dair yazılanlar ise kısmen doğru, kısmen yanlış görünmektedir. Her şeye rağmen bu raporun eldeki bilgiler uyarınca sahte olduğunu iddia etmek kolay değildir. Zira rapordaki kimi kritik bilgilerin maddi gerçekle ve isyan kronolojisiyle uyumlu olduğu açıktır. Ama öte yandan şunu da ilave etmeliyiz ki, Halıcı’nın kafası, Mevlanzade Rıfat’ın kompleks siyasi çalışmaları konusunda karışık görünmektedir. Çalışmasının birkaç yerinde onun muhbir olduğunun altını çizerken, başka bazı yerlerde ise onun çalışmalarının müstakil bir faaliyet olduğunu dile getirmiştir. Özetle Halıcı’ya bakılırsa her ne kadar muhbir de olsa Rıfat’ın lehte ve aleyhte olmak üzere ikili oynayarak, her iki tarafı idare ettiği gibi bir sonuç çıkmaktadır.

Bu noktada son bir soru soralım: Rıfat’ın en etkili yazınsal çalışması olan “Türkiye İnkılabının İç Yüzü” kitabı bütün bu ilişki ağının neresine denk düşüyor? Rıfat’ın ilişkide bulunduğu devlet birimleri mi belli politik amaçlarla bu çalışmayı ısmarladı yoksa Rıfat’ın kendisi bir tür günah çıkarma psikolojisiyle ikili oynayarak mı bu kitabı yazdı?    

Sonuç

Bir EGM arşivi, bu yazının kahramanını “tüm hayatı entrikalarla geçen, haris ve maceraperest” olarak tasvir etmişti.[31] Yine söz konusu belgelere göre, birlikte siyasi faaliyet yürüttüğü Çerkes Ethem’in anılarını Türk hükümetine parayla satması ve dahi kendisine hükümet tarafından bağlanan aylık maaş[32] da gösteriyor ki gerçekten de Mevlanzade Rıfat bildiğimizin çok ötesinde bir siyasi kişilik.  Nitekim bu belgelerin dili ile bu yazıda bahsedilen iddiaların doğruluk payı Murat Bardakçı’nın paylaştığı şu bilgilerle birlikte okunmalı. Ona göre Rıfat, iflah olmaz bir İTC muhalifi olduğunda bile, parasız kaldığında onlarla ilişkiye geçip para isteyebiliyordu. Sözgelimi Maliye Nazırı Cavid Beye şu tarzda bir mektup göndermekte bir beis görmüyordu:

 ‘Muhterem efendim hazretleri!

Bu aralık malî sıkıntıdan fena halde ızdırab içindeyim. Buradan da hareket niyetindeyim. Yüksek insanlığınıza ve şahsiyetinize karşı olan samimi bağlılığım dolayısıyla yardımınızı rica ediyor ve hayal kırıklığına uğramayacağımı sanıyorum. En derin saygılarımın kabulünü rica ederim efendim hazretleri...

Her emrinize âmâde, Mevlânzade Rıfat’.[33]

Hülasa burada paylaşılan belgeler kuvvetle muhtemeldir ki buzdağının sadece görünen yüzü. Yazıda incelenen belgelerin tarihsel aralığının 1924-1930 arası olması hassaten önemli ve anlamlı. Zira Kürt halkı altmış yıla bedel, bu altı yıllık tarihe, genç cumhuriyete varoluşsal şoklar yaşatan Şeyh Said İsyanı ve Ağrı başkaldırısını sığdırdı; Azadî ve Xoybûn gibi son derece kritik örgütlenme networkları inşa etti. Buna mukabil yine aynı altı yıl içinde yüz binlerce kurban verdi, kısmi soykırım benzeri süreçlere maruz kaldı. Sonuç olarak tek başına kolonyal devletlerin arşivine bakıp ezilenlerin tarihi elbette yazılamaz, yazılmamalıdır da. Ama bu arşivde saklı bir hikayenin varlığını da inkar edemeyiz. Bu uğursuz arşiv hikayesi ışığında 1924-1930 arası Kürdistan tarihi yazımına yeniden bakmakta fayda var.

Hülasa Mevlanzade Rıfat, 1930 yılında öldüğünde arkasında şu cümlelerin yazıldığı iddia edilmiştir:

“Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur

Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehli kabur”.[34]

Dipnotlar

[1] Bkz. Şeyh Said İsyanı ve Haco Ağanın Ölümcül Tereddüdü, Kürt Tarihi dergisi, 47. sayı

[2] Ranajit Guha, Dünya - Tarihinin Sınırında Tarih, Metis Yayınları

[3] Mümkünse Hünerli Kılıcımız Ortaya Serilsin/Mümkünse Kalemimizin Kıymeti Bilinsin? Ehmedê Xani, Mem u Zin, Avesta Yayınları, s. 152.

[4] Murat Issı, Toplumsal Tarih Dergisi, 196. Sayı. Ayrıca Murat Issı’nın verdiği şifahi bilgiler için kendisine müteşekkirim.

[5] Bkz Faik Bulut, https://www.indyturk.com/node/199071/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/i%CC%87flah-olmaz-bir-osmanl%C4%B1-ayd%C4%B1n%C4%B1-gazeteci-ve-siyaset%C3%A7i-yan%C4%B1yla-k%C3%BCrt

[6] Mevlanzade Rıfat, Hetawî Kurd, 2. Sayı, 1913

[7] Aktaran Murat Issı, http://kovarabir.com/murat-issi-mevlanzade-rifat-bey-ve-kurdistan/

[8] Mim Kemal Öke, İngiliz Ajanı Binbaşı E.W.C. Noel’in  "Kurdistan Misyonu" (1919),

Boğaziçi Yayınları.s.68-71

[9] Murat Issı, Toplumsal Tarih, 196. sayı

[10] Murat Issı, http://kovarabir.com/murat-issi-mevlanzade-rifat-bey-ve-kurdistan/

[11] Mevlanzade Rıfat, Türk İnkılabının İç Yüzü, s.98 vd

[12] Sedat Bingöl,Yüzellilikler Meselesi, s.60, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlke ve İnkılapları Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi

[13] Sedat Bingöl’ün ve Şaduman Halıcı çalışmasından da, bu çalışma içinde yer alan yazı konusu belgelerin varlığından da beni haberdar eden kıymetli tarihçi Taner Akçam’a şükran borçluyum. Taner hoca yakın zaman önce Aras yayınlarından çıkan “Yüzyıllık Apartheid” isminde kıymetli bir kitap yayınladı. Bu kitap sadece Türk Tarihyazımı için değil Kürt Tarihyazımının temel kolonlarının inşa edildiği tarihsel zemini üzerinde yeniden düşünmemiz gerektiren kritik bilgi ve belgeleri ihtiva ediyor.

[14] Bkz. Şaduman Halıcı, Yüzellilikler (Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi) ve ayrıca Ethem isimli iki ayrı çalışması.

[15] Emniyet Genel Müdürlüğü arşivine girmek sıkı bir prosedür gerektirmektedir. Bu sebeple Kürt araştırmacılarının bu belgelere erişimi çoğu zaman keyfi politik nedenlerle engellenmektedir. Bu arada ilgili belgeleri yayınlayan yazarla iletişime geçip belgelerin bir örneğini talep etsem de şimdiye kadar yazar bu talebimi yanıtlamamıştır.

[16] Bingöl, s. 172

[17] Bingöl s.172 vd

[18] Bingöl, Toplumsal Tarih Dergisi, Nisan 1997

[19] Issı, Toplumsal Tarih, 196. Sayı

[20] Rohat Alakom, Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması,  s. 87, Avesta Yayınları

[21] Bu protokol ve isimler için bkz Alakom, s. 36

[22] Alakom, s. 37

[23] Alakom, s.45

[24] Ercan Çağlayan, Kürt Tarihi ve Siyasetinden Portreler, İletişim yayınları

[25] Şaduman Halıcı, s. 113

[26] Halıcı, Yüzellilikler, s. 171

[27] Halıcı, Yüzellilikler, s. 211

[28] Halıcı, Yüzellilikler, s. 214

[29] Halıcı, Yüzellilikler, s. 211

[30] Halıcı, Yüzellilikler, s. 211

[31] Halıcı, Yüzellilikler, s. 210

[32] Şaduman Halıcı, Ethem, E yayınları

[33] Murat Bardakçı, “Yazar ve şair dediğin hep parasızdır ve iktidardan da her zaman nemâlanmıştır”, Haber Türk gazetesi, 13 Ocak 2013

[34] Halıcı, s. 214