“Kürt Komşu, Kürt Kiracı İstemiyoruz!”a Direniş: Kürtlerin Ev Sahibi Olması*
Makale / Güllistan Yarkın

sariyer   
“Ben mesela hatırlıyorum Kürtlere ev vermeme meselesi o zaman vardı. Yani bir şekilde on yere gidiyorsun dokuzu sana hayır diyor. Biri veriyor sana bir şekilde giriyorsun. İnsanların o öfkesi, “Yani ne demek yani ev vermiyorlar parasıyla değil mi” falan diye ilk çalıştıklarında mesela günlük yaşamda yiyebileceği, çocuklarına harcayabilecekleri şeyleri biriktiriyorlardı. İlk iş olarak ev almak. Hani o baskının öfkesinden ya da ihtiyacından, yemek içmekten daha elzem bir şeydi o zaman ev.”
Mardinli Kürt Erkek İşçi

 “Akrabaları çok. Kız kardeşleri çalıştı, kardeşleri çalıştı. İki üç sene de hepsi ev aldı. Hepsi Zeytinburnu'na yerleşti. Şimdi Zeytinburnu'nun yerlisi oldular. Biz hâlâ kiradayız mesela ama onlar yerli… Onlar bizim yediğimizden az yiyorlar. Mesela gidiyor halk ekmek alıyor veya yeri geliyor makarna yiyor. O bütün parayı biriktiriyor.”
Balkan Göçmeni Türk Kadın İşçi

Giriş

Tarihsel bir inceleme, ırkçılık olduğu sürece, ırkçılık karşıtlığının da olduğunu göstermiştir (O'Brien, 2009, s.501). Bununla birlikte, “ırkçılık karşıtlığı” (anti-racism) kavramı 20. yüzyılda ortaya çıkmış ve özellikle 1960'lı yıllardan itibaren İngilizce konuşulan ülkelerde kullanılmıştır (Bonnett, 2000, s.10). Günümüzde, dünyanın birçok yerinde ırkçılık karşıtlığı, ırkçılığın üstesinden gelmeyi, ırkçılığı ortadan kaldırmayı ve/veya bunu iyileştirmeyi amaçlayan düşünce ve/veya pratik formlar olarak ortaya çıkıyor (Bonnett, 2000, s.3). Irkçılık karşıtı çeşitli stratejiler, pratikler ve söylemler aracılığıyla, ırksallaştırılmış (racialized) ve baskı altına alınmış özneler, sömürgeci bakıştan bağımsızlaşarak var olmaya ve kendi kaderlerini tayin etmeye yönelik alanlar yaratmaya çalışırlar (Brown, 2016). Bu direniş sürecinde ırkçılık karşıtı ideolojik ve pratik tepkiler makro düzeyde ve örgütsel olabilir veya mikro düzeyde ve bireysel olabilir (Lamont & Fleming, 2005; O’Brien, 2009). Bu mikro ve makro düzeyde ortaya çıkan tepkiler aynı anda birçok seviyede birbiriyle de kesişebilir.

Irkçılığa karşı verilen tepkilerin ortaya çıkışına paralel olarak, özellikle beyaz-Hristiyanların egemen olduğu bölgelerde bireylerin ve grupların ırkçılığa nasıl tepki gösterdiğini açıklamak için geniş bir literatür geliştirildi. Filipinliler, Çinliler, Araplar, Siyahlar, Afrikalılar, Müslümanlar veya ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Avustralya'da yaşayan diğer topluluklar, bu literatürün odaklandığı gruplardır. Bu literatür içindeki bazı yazarlar, gündelik alanda ortaya çıkan ırkçılık karşıtı pratiklere ve söylemlere odaklanırken (Lamont & Fleming, 2005; Lamont, 2000; Lamont, Morning & Mooney, 2002; Aquino, 2016; Gosine, 2012; Pon, 2005; Chiang, Low & Collins, 2013), diğerleri ise çoğunlukla makro düzeyde ortaya çıkan örgütsel ırkçılık karşıtı pratikler veya söylemler üzerine yoğunlaşır (O'Brien, 2009; Bonnett, 2000; Brown, 2017). Bununla birlikte, egemen grupların üyeleri de ırkçılık karşıtı pratikler ve söylemler geliştirmiş ve bunlara paralel olarak bazı araştırmacılar da bu pratik ve söylemleri incelemiştir (Sullivan, 2014; Mathews, 2012; Bonnett, 2000). Ayrıca diğer bir grup araştırmacı da ırkçılık karşıtı entelektüel teorik gelenekleri incelemiştir (Dua, 1999; Bonnet, 2000; Bannerji, 1995; Bakan & Dua, 2014).

Irkçılık karşıtlığı literatüründe önde gelen yazarlara göre, beyaz-Hristiyanların egemen olduğu bölgelerde ırksallaştırılmış olan işçi-sınıfların ve orta sınıfların makro düzeyde örgütsel veya kurumsal ırkçılık karşıtı pratikleri; toplumsal hareketleri örgütlemeyi, ırkçılık karşıtı kurumlar kurmayı veya protestolar düzenlemeyi içerir (O'Brien, 2009; Bonnett, 2000; Brown, M., 2017; Virdee, 2014). Öte yandan, ırksallaştırılmış orta sınıf grupların gündelik ırkçılık karşıtı stratejileri ve pratikleri ise çok çalışmayı, eğitimde başarı kazanmayı, sosyal hareketliliği (Aquino, 2016), eğitim ve meslek edinimini (Gosine, 2012), bilgi edinmeyi, zeka ve yetkinlik göstermeyi (Lamont & Fleming, 2005), İngilizce isim almak ya da bir yerin dekorunu batılı normlara göre düzenlemek gibi egemen grubun kültürel normlarına göre hareket etmeyi (Chiang, Low & Collins, 2013) ve ırkçılık karşıtı eğitim ve eşit istihdam hakkını desteklemeyi içerir (Pon, 2015).

Bu makale, ırkçılık karşıtlığı ve özellikle de gündelik alandaki ırkçılık karşıtlığı literatürü içinde yer alıyor ve ağırlıklı olarak ev sahipliğine odaklanıyor. Makale, İstanbul'da, Türklerin egemen olduğu bir işçi sınıfı ilçesi olan Zeytinburnu’nda yaşayan göçmen Kürt işçi sınıflarının gündelik ırkçılık biçimi olarak yaşadıkları konut ayrımcılığına karşı geliştirdikleri bir strateji olan ev sahipliğinin, diğer bir deyişle ev satın almanın, önemli bir gündelik ırkçılık karşıtı pratik olduğunu savunacak. Böyle bir pratik, yukarıda kısaca bahsettiğim ırkçılık karşıtlığı üzerine geliştirilen literatürün yazarları tarafından incelenmediğinden, bu yazı dünyadaki mevcut literatüre beyaz-Hristiyanların egemen olduğu bölgelerin dışında bulunan bir bölgeden önemli bir katkıda bulunacaktır. Bu amaç doğrultusunda, makalenin üç önemli araştırması sorusu şöyledir: 1) Kürt göçmenler/işçi sınıfları, Türklerin egemen olduğu bir işçi sınıfı ilçesi olan Zeytinburnu'nda konut ayrımcılığını nasıl yaşadılar? 2) Kürtler konut dışlanmasına karşı nasıl mücadele ettiler? 3) Kürtler, ırkçılık karşıtı bir pratik olarak ev sahipliğini nasıl geliştirdiler? Bu soruları inceleyecek olan makale, sadece bu bölgedeki konut ayrımcılığının belirli biçimlerini ve ev sahipliğinin gündelik ırkçılık karşıtı bir pratik olarak nasıl algılanabileceğini göstermekle kalmayacak, aynı zamanda sermayenin mekânsal yeniden yapılanması, kentsel mekânın yeniden üretilmesi, konut endüstrisinin krizi ve belli bir bölgede yaşayan alt ve ırksallaştırılmış Kürt işçi sınıfların özneliği/failliği (agency) arasındaki bağlantıları da ortaya çıkaracaktır.[1]

Bu makale Türkiye’nin resmi sınırları içerisinde bulunan ve resmi bir sömürge statüsüne sahip olmayan Kuzey Kürdistan’ı[2] statüsüz bir Türk sömürgesi olarak (Yarkın, 2019; Beşikci, 1990), İstanbul’daki Kürt göçmenleri kentteki tarihsel geçmişleri Osmanlı dönemine kadar giden sömürgesel göçmenler olarak tanımlıyor. Türk devletinin, Türkiye sınırları içinde yaşayan Türk olmayan Müslümanların varlığını anayasal olarak inkâr etmeye devam etmesiyle ilişkili olarak, büyük Türk şehirlerinde ikamet eden Kürtlerin konut, eğitim veya istihdam koşulları hakkında resmi istatistikler yoktur. Bu nedenle, İstanbul'daki Kürt göçmenlerle ilgili birçok bilimsel çalışma hâlâ ağırlıklı olarak etnografi ve derinlemesine görüşmelere dayanır. Bu koşullar altında bu makale, arşiv kayıtları, sözlü tarih, açık uçlu derinlemesine görüşmeler, odak grup görüşmeleri ve etnografik gözlemleri içeren karma yöntemlerle toplanan verilere dayanıyor.

Doktora tezim için Haziran 2014 - Mart 2017 tarihleri ​​arasında Zeytinburnu'nda yaptığım saha çalışması sırasında, farklı ekonomik ve siyasal arka planlardan gelen 80 Türk, 10 Arnavut ve 90 Kürt ile açık uçlu derinlemesine görüşmeler ve odak grup görüşmeleri yaptım. Görüşmecilerim deri giyim ve kumaş giyim işçileri, hipodrom, çanta üretimi ve perakende satış işçileri dahil olmak üzere ücretli ve ücretsiz kadın ve erkek işçilerden; deri tabaklama, deri giyim, kumaş giyim, kumaş ve örme kumaş sektörlerinde çalışmış olan emekli işçilerden; ev hanımlarından (ücretsiz ev emeği), kumaş ve hazır giyim toptancılarından, hazır giyim perakendecileri, öğrenciler ve muhtarlardan oluşmaktadır. Çalışmam sırasında görüşmecilerime özel bağlantılarım ve kartopu örneklemesi yöntemi ile ulaştım. 1990 yılında Beyoğlu ilçesinde yer alan İstanbul'un işçi sınıfı semtlerinden biri olan Kasımpaşa’ya ailesiyle birlikte göç eden bir Kürt kadın araştırmacıyım. İstanbul ile olan uzun süreli bağlantım nedeniyle İstanbul’un farklı bölgelerinde akrabaları olan çok sayıda Türk ve Kürt arkadaşım var. Bu nedenle saha çalışmamın başında Türk görüşmecilere çoğunlukla Türk arkadaşlarım aracılığıyla, Kürt görüşmecilere ise çoğunlukla Kürt arkadaşlarım aracılığıyla ulaştım. İlerleyen süreçte ise görüşmecilere kartopu örneklemesi ile ulaştım.

Bu makale üç bölümden oluşuyor. Makalede öncelikle, Zeytinburnu’nun 1950’ler ve 1980’ler arasında bir gecekondu bölgesi olarak kentsel gelişimini tarihsel bir izlek çerçevesinde ele alacağım ve ilçede kentsel alanın toplumsal olarak nasıl yeniden üretildiğini ve kapitalist üretim ilişkilerinin 1980’lerden bu yana nasıl yeniden düzenlendiğini göstereceğim. Daha sonra makalenin ikinci bölümünde, Kürtlere karşı konut ayrımcılığının gündelik bir ırkçılık biçimi olarak ortaya çıkışını ve bu ırkçılık formunun 1980'lerden bu yana ilçenin kentsel dönüşümüyle olan ilişkisini analiz edeceğim. Makalenin üçüncü bölümünde ise, Kürtlerin ev sahipliğinin nasıl bir direniş ve gündelik ırkçılık karşıtı bir pratik olarak ortaya çıktığı göstereceğim. Bu üç bölüm boyunca, Kürt ev sahipliğinin 1980'lerden bu yana sermayenin mekânsal olarak yeniden yapılandırılması ve Zeytinburnu'nun kentsel dönüşümüyle olan ilişkisini ortaya koyacağım.  

Zeytinburnu'nda Sermayenin Mekânsal Örgütlenmesi ve Kentsel Mekânın Yeniden Üretimi

19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında, İstanbul'daki Kürt göçmenlerin çoğu düşük ücretli istenmeyen işlerde çalışarak kentteki emek piyasasına en alt seviyeden entegre oldular. Bu dönemde İstanbul’da yaşayan Kürtlerin çoğu yoksulluk içinde yaşayan ve çok kötü koşullarda çalışan hamallardan oluşuyordu (Alakom, 2011). Kürtlerin İstanbul'a göçleri 20. yüzyıl boyunca devam etti ve 1990'lardan bu yana Türk devletinin PKK'yi ortadan kaldırmak için gerçekleştirdiği zorunlu köy boşaltmalarıyla birlikte önemli ölçüde arttı. Türk devleti çoğu köylü olan yaklaşık 3.000.000 Kürdü yerlerinden zorla göç ettirdi ve bu göç dalgasının önemli bir kısmı zamanla İstanbul’a yöneldi (Barut, 1999-2002). Esenler, Esenyurt, Bağcılar, Zeytinburnu, Sultanbeyli, Ümraniye ve Sarıgazi, Kürt göçmenlerin yerleştiği İstanbul'daki işçi sınıfı ilçelerinden bazılarıdır. Çoğu 1980’lerden sonra gelişen bu ilçelerden Zeytinburnu’nun en önemli farkı, tarihinin 19. yüzyıla kadar geriye gitmesi ve 1950’li yıllardan itibaren bir gecekondu bölgesi olarak gelişmesidir. 

İstanbul'un en eski işçi sınıfı ilçelerinden biri olan ve 1950’li ve 1990’lı yıllar arasında gecekondu yerleşimi olan Zeytinburnu, şehrin Avrupa yakasında yer alır ve on üç mahalleden oluşur. 1950'lerden başlayarak, 1980'lerin sonlarına kadar, ağır sanayi de dahil olmak üzere birçok orta ve küçük ölçekli sanayinin inşası ile birlikte Zeytinburnu, İstanbul’un önemli bir üretim merkezi hâline gelmiştir. 1955-1973 yılları arasında ilçede pamuk fabrikaları, yün, iplik, gıda, metal ve kâğıt fabrikalarını içeren 325 fabrika inşa edilmiştir (Akçay, 1974, s.304-327; Akbulut, 2006, s.384). Sanayileşme gerçekleşirken, bu sanayilerin emek ihtiyacı ilçeye göçte önemli bir artışa yol açmış (Hart, 1969) ve bu göç, 1950 ile 1980 arasında ilçe nüfusunu 17.000’den 124.543’e çıkararak, Zeytinburnu’nu İstanbul’un en büyük işçi sınıfı yerleşim yerlerinden biri hâline getirmiştir (İBB, 2005; Kaya, 2004). Zeytinburnu’na gelen göçmenler, devlet konut sorununu çözmediği için, fabrikaların yakınında kullanılmayan bölgelerde gecekondularını inşa ederek devlet arazilerini işgal ederler (Aslan & Erman, 2014, ss.97-98).

Gecekondu döneminde yapılan bir araştırmaya göre 1963’de Zeytinburnu’nun nüfusunun %51.8’i, Doğu Asya, Yunanistan, Yugoslavya, Arnavutluk, Romanya’dan gelen Türk göçmenlerden oluşuyordu. Bu göçmenlerin çoğu Türklerden oluşurken, azınlık bir kısmı da Balkanlardan gelen Arnavutlardan ve Doğu Asya’dan gelen Kırgız, Uygur ve Kazak Türkmenlerinden oluşuyordu (Hart, 1969, s.126,138; Kaya, 2004, s.98; Çakırer, 2012, s.90-122).[3] Nüfusun geri kalanı ise modern Türkiye sınırları içerisinden gelen göçmenlerdi. 1963 yılında, Kuzey Kürdistan’dan (‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu’) gelen göçmenler ilçe nüfusunun %7,4’ünü oluşturmuştur (Hart, 1969). Gecekondu döneminde Kürtler ve Arnavutlar, Zeytinburnu’nda Türk olmayan iki önemli azınlık gruptur. Bu dönemde, Kürt işçiler Zeytinburnu emek piyasasına en alt pozisyondan; hamallar, deri tabaklama işçileri ve hipodrom işçileri olarak entegre olurlar.

1980'lerden bu yana, İstanbul’un tüm işçi sınıfı bölgeleri önemli bir kentsel dönüşüm geçirir. Bu kentsel dönüşüm 1990’lardan sonra kente gelecek Kürt göçmenler için hayati bir önem taşımaktadır. 1980'lerin sonlarından itibaren, deri tabaklama endüstrisi ve Zeytinburnu'ndaki diğer büyük ölçekli endüstriler, İstanbul dışında Marmara bölgesindeki diğer bölgelere dağıtılır (Akbulut, 2006, s.385). Yeni dönemin en önemli gelişmelerinden diğeri ise, müteahhitler tarafından gecekondu arazilerinde dört katlı apartmanların inşa edilmesine izin veren kanunların çıkarılmasıdır. Bu yasalar, 1980'lerde gecekondu ilçelerinin apartmanlaşma sürecini yasal olarak başlatmış (Aslan & Erman, 2014, s.95) ve gecekondu sahiplerinin yeni yapılacak olan apartmanlarda daire veya işyeri karşılığında gecekondularını müteahhitlere vermeleriyle sonuçlanmıştır (Erman, 2001). Müteahhitler ve gecekondu sahipleri tarafından paylaşılan dairelerin, bodrumların veya işyerlerinin sayısı binaların inşa edildiği alanların büyüklüğüne ve müteahhitlerin müzakere gücüne bağlı olarak bu taraflar arasında değişiklik göstermiştir. Bu dönüşümün birincil ekonomik faydalanıcıları, bina müteahhitleri ve daha önce “değerli” alanlarda geniş oranda topraklara sahip olan gecekondu ve arazi sahipleri olmuştur. Zeytinburnu'nda 1980'li yıllardan önceki nüfusun çoğunluğunun Türklerden oluştuğu göz önüne alındığında, Türk işçi sınıfları bu yeni mekân üretim biçiminden büyük ölçüde yararlanır. Görüşmecilerime ve mahalle muhtarlarına göre, bölgedeki müteahhitlerin çoğunluğu, özellikle Trabzon, Kastamonu ve Giresun’dan gelen Türklerden oluşuyor. Bununla birlikte, gecekondu ve toprak sahibi olan azınlık sayıda Kürt de, mekânın kapitalist yeniden üretiminden ekonomik olarak yararlanmıştır.

1980 sonrası dönemde mekânın toplumsal olarak yeniden üretimi, üretim süreçlerinin organizasyonunu da derinden etkiler. Bu dönüşüm de kente yeni gelen Kürt göçmenlerin yaşamlarını önemli oranda etkileyecektir. Örneğin, Zeytinburnu'nda sermayenin mekânsal olarak yeniden düzenlenmesi, kentsel mekânın toplumsal yeniden üretimi ile birlikte yeniden şekillendirilir. Ayrıca, tekstil ve deri sektörünün mekânsal organizasyonu, Türk sermayesi ve uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda yeniden düzenlenir. 1980'lerden başlayarak ulusal ve uluslararası sermayenin beklenti ve talepleri doğrultusunda üretim birimleri ve üretim ilişkileri neoliberal kurallara göre yeniden düzenlenir ve yeniden yapılandırılır. 1980 sonrası dönem, taşeronluk faaliyetleri, geçici ve sözleşmeli işçilerin istihdamı, kayıtlı sektörlerde çalışan işçilerin ücretlerinin ve haklarının kısıtlanması yoluyla emeğin kayıt dışılaştırılması ve emek formlarının esnekleştirilmesi yollarıyla emek piyasasının yeniden yapılandırılmasına tanık olur (Yücesan-Özdemir, 2003, ss.188-191). Yüzlerce işçi çalıştıran büyük fabrikalar kapanırken, küçük ve orta ölçekli atölyeler İstanbul’un yeni üretim mekânları hâline gelir.

Yeni dönemde tekstil ve deri giyim ürünleri, İstanbul'un ana ihracat sektörlerini ve Zeytinburnu'nun temel üretim sektörlerini oluştururlar. İlçedeki tekstil endüstrisi ağırlıklı olarak kumaş ve deri giyim üretimi ile kumaş, deri ve giyim ticaretinden oluşmaktadır. Apartmanlaşma ve büyük ölçekli fabrikaların kaldırılması süreçleri devam ettikçe, inşaat ve tekstil endüstrisinin ihtiyaçları doğrultusunda, bu apartmanların bodrumları veya birinci katları, ucuz ve kayıt dışı emek kullanan giyim, deri ya da çanta imalathanelerine dönüşürken, ana caddelerde yer alan apartmanların birinci veya ikinci katları ise giysi, kumaş, deri veya örme kumaş ürünlerinin satıldığı toptan ve perakende satış mağazalarına dönüşmüştür (İBB, 2005, s.19). Bu nedenle, büyük ölçekli fabrikalar Zeytinburnu'nu terk ederken, gecekondular sadece insanların ikamet ettiği çok katlı binalara değil, aynı zamanda kayıt dışı ücretli ve hatta ücretsiz işçilerin kullanıldığı küçük ölçekli imalathanelerin ve mağazaların yer aldığı üretim ve ticaret mekânlarına dönüşür.

Burada uzunca anlattığım söz konusu gelişmeler, 1990'lı yıllardan itibaren İstanbul’a ve özelde de Zeytinburnu’na gelen yeni Kürt göçmenler için çok önemli ve hayatidir; çünkü Kürt göçmenler ilçeye geldiklerinde böylesine olağan üstü bir toplumsal dönüşüm yaşanmaktadır. Hem mekânın kendisi hem de üretim ilişkileri ve emek piyasası köklü bir şekilde yeniden organize edilmektedir. 1990’larda Zeytinburnu’na gelen Kürt göçmenlerin çoğu, 19. ve 20. yüzyıl İstanbul Kürt tarihine paralel biçimde, ilçenin emek piyasasına en alt konumlardan entegre olurlar. Erkekler, kadınlar, çocuklar ve gençler dahil olmak üzere pek çok Kürt göçmen, kendi ailelerine ait ya da diğer işverenlere ait olan çoğu genellikle 2 ile 20 işçi istihdam eden tekstil giyim eşyası üreten atölyelerde ücretli veya ücretsiz kayıt dışı işçiler olarak çalışmaya başlarlar. Ağırlıkla kumaş giyim eşyası üreten ve ilçede ‘tekstil atölyesi’ olarak adlandıran bu atölyeler ilçedeki üretim ilişkilerinin en alt katmanını oluşturur ve gecekonduların yıkılışının ardından yapılan apartmanların karanlık, nemli ve havasız bodrum katlarında yer alırlar. 2005 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Zeytinburnu hakkında hazırladığı bir rapor, bodrum katlarında çalışan işçilerin etnik kimliğini tanımlamamaktadır; fakat bu rapor en düşük gelirli kişilerin tekstil atölyelerinde çalıştığını kabul ediyor. Aynı rapor, işçilerin çoğunlukla kadın ve çocuklardan oluştuğunu ve bu atölyelerin kâr oranının sadece geçim sağlayacak kadar düşük derecede olduğunun da altını çizer (İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2005, ss.22-23).

Zeytinburnu'nda Gündelik Irkçılık Biçimi Olarak Konut Ayrımcılığı

1990'lı yıllardan beri Zeytinburnu'na dönük yeni Kürt göç dalgasının tarihsel yörüngesi 1984 sonrasında yaşanan savaşın tarihsel yörüngesine gömülüdür. Devletin talep ettiği gibi PKK’ye karşı korucu olmayı kabul etmeyen binlerce Kürdün köyü boşaltılır, yakılır ve köylüler yerinden edilir (McDowall, 2007). Zeytinburnu’nda yaşayan Kürt görüşmecilerime göre 1990'lı yıllardan beri, yeni Kürt göçmen dalgasının göç nedenleri çeşitlidir. Görüşmecilerin bazıları korucu olmayı reddetmiş ve bu nedenle evleri yakılmış ve zorla yerlerinden edilmişlerdir. Örneğin görüşmecilerimin çoğu köylerinde askerlerden fiziksel işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtirken, bazıları ise PKK’nin şiddetine maruz kaldıklarını bu nedenle köy korucusu olmayı kabul ettiklerini, ancak ekonomik sıkıntılar nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını dile getirdiler. Kısacası sömürge rejimi, ölüm korkusu, işkence, şiddet, savaş ve aşırı yoksulluk, Kürt göçmenlerin memleketlerini terk etmelerinin ana nedenleriydi.[4]

Grosfoguel ve arkadaşları  “Göçmenlerin boş ya da tarafsız bir mekâna değil, uzun bir sömürge tarihi, sömürge hayali, sömürge bilgisi ve ırksal / etnik hiyerarşileri olan ırkçı iktidar ilişkileri ile ‘kirletilmiş’ metropolitan yerlere geldiğini…” belirtirler. Metropollere gelen göçmenler sömürgecilikten beslenen ve bilgisini ondan alan güç ilişkileri mekânına giriş yaparlar (Grosfoguel, Oso & Christou, 2015, s.641). Benzer şekilde, Kürt göçmenler de boş ve tarafsız bir mekâna değil, uzun yıllar boyunca Kürdistan’ın sömürge tarihinde gömülü olan ırksallaştırılmış güç ilişkileriyle “kirletilmiş” Zeytinburnu'na geldiler. Böyle bir tarihle kirletilmiş bir mekâna vardıkları ilk günden bugüne geçen süreçte Kürt göçmenler çeşitli biçimlerde ırkçı şiddete maruz kaldılar. Polis ve ana akım medya tarafından, “hırsızlar”, “suça meyilliler”, “teröristler”, “olağan şüpheliler” ve “terör örgütünün destekçileri” olarak damgalandılar, suçlandılar ve ırksallaştırıldılar (Gönen, 2011). 1990’lı yıllardan bugüne Türk şehirlerinde yaşayan ve çalışan Kürtler birçok yerde bazıları ölümle sonuçlanan ırkçı saldırılara ve linç girişimlerine maruz kaldılar. Zeytinburnu’nda yaşayan Kürtler ise 2011 yılında aralıksız bir şekilde toplamda yedi gün süren kitlesel ırkçı saldırılara maruz kaldılar (Baki, 2013).

Zeytinburnu'ndaki Kürt göçmenler ırkçı hakaretler, polis şiddeti, gündelik şiddet, linç girişimleri ve emek ayrımcılığı gibi çeşitli ırkçılık biçimleri yaşamışlardır. Bunlara ek olarak, bu sömürgesel-kolonyal şiddet ortamında konut ayrımcılığı da önemli bir ırkçılık biçimi olarak ortaya çıkmıştır. 1990’lar ve 2000’li yıllarda Kürt göçmenler ilçeye gecekonduların yıkıldığı apartmanlaşma döneminde göç ettiler. Yeni dönemde önceki göçmenler gibi bir gecekondu inşa etme şansları yoktur. Bu nedenle, yaşamlarına devam edebilmek için eski gecekondu sahiplerine veya müteahhitlere ait yeni inşa edilmiş apartmanlardaki daireleri kiralamak veya satın almak zorunda kalırlar. Ancak, Kürtler için sömürgeci tarihe gömülü olan, ırksallaştırılmış toplumsal rejimin[5] hüküm sürdüğü ve ırksallaştırılmış güç ilişkileri tarafından kirletilen bir toplumsal mekânda ev mekânı içinde bir hayat kurmak hiç de kolay olmayacaktır.

Zeytinburnu'nda Kürt komşu istemeyen Türklerin oranı hakkında istatistiksel bir veri bulunmamaktadır. Bununla birlikte, “Kürt komşu istememe” fikrinin, diğer Türk şehir ve ilçelerinde yaygın olduğu biliniyor. Örneğin, 2010 yılında KONDA araştırma şirketi tarafından Türkiye'nin farklı bölgelerinde yapılan bir ankete göre, Türklerin % 62,2'si Kürt iş ortağı istemiyor, Türklerin % 47,4'ü Kürt komşu istemiyor ve Türklerin % 57,6'sı Kürt gelin / eş istemiyor (KONDA, 2011, s.88). Diğer bölgelere benzer olarak, “Kürt komşu istememe” duygusu Zeytinburnu'nda da yaygındır. Bu koşullar altında Kürt göçmenler, ağırlıklı olarak kiracı olmalarının reddedilişi ve komşuları veya ev sahipleri tarafından evlerinden çıkarılma tehdidi biçiminde, gündelik ırkçılık ve sömürgesellik formu olarak konut ayrımcılığını deneyimlemişlerdir.

Özellikle ilçeye geldikleri ilk zamanlarda, Kürt göçmenlerin çok yoksul olmaları veya kiracı olarak reddedilmeleri nedeniyle, bir şekilde kiralayabildikleri ya da satın alabildikleri dairelerde iki, üç ya da bazen dört aile birlikte yaşamak zorunda kalmışlardır. Diğer durumlarda, çok sayıda Kürt aile ise çoğunlukla apartmanların bodrum katlarında yer alan ve çok kötü şartlarda bulunan tekstil atölyelerinde çalışmış ve yaşamıştır. Ayrıca, Türk ailelere kıyasla, Kürt ailelerin nispeten daha fazla çocuğu bulunmaktadır.[6] Bu hakikat, ilçede Kürtler hakkında Türkler arasında “Çabuk ürüyorlar.” ya da “Kürtler her sene bir piç doğuruyor” gibi bazı ırkçı stereotiplerin ve hakaretlerin doğmasıyla sonuçlanmıştır. 

Bu dönemde, Zeytinburnu’ndaki Kürtlerin yaşamını etkileyen en önemli faktörlerden biri, önceki bölümde kısaca özetlediğim mekânın kapitalist yeniden üretimidir. Bu süreci yönlendiren üç aktör; Türk Devleti, çoğu Türk olan gecekondu sahibi işçi sınıfları ve çoğu Türk olan müteahhitlerdir. Yeni dönemde tek veya çok sayıda daire sahibi olan önceki gecekondu sahiplerinin aksine, inşaat müteahhitlerinin temel hedefi evleri kiralamaktan ziyade satmaktır. Ayrıca, eski gecekondu sahiplerinin aksine, inşaat müteahhitleri inşa ettikleri apartmanlarda yaşamamaktadır. Bu nedenle, müteahhitler apartmanlara kimlerin ev sahibi olarak alındığını, dolayısıyla kimlere ev sattıklarını bu apartmanlarda yaşayan eski gecekondu sahipleri kadar umursamamışlardır. Dolayısıyla, Kürtler için bu apartman dairelerinde yaşamayan müteahhitlerden ev satın almak nispeten kolay olur.

Mekânın kapitalist yeniden üretimine ek olarak, 1999 Marmara depreminden sonra patlak veren konut endüstrisinin krizi Kürtlerin ırkçılık karşıtı bir pratik olarak ev sahipliğini geliştirmesinde önemli bir rol oynar. 1999 yılının Ağustos ayında, İstanbul'dan 100 km uzaklıktaki bir bölge olan Gölcük'te, Richter ölçeğiyle 7,4 büyüklüğünde olan yıkıcı bir deprem meydana gelir ve bu deprem 2000'li yıllarda İstanbul'da konut piyasasında büyük bir ekonomik krize yol açar (Gülhan, 2014). Zeytinburnu, hem depremden hem de konut sektörünün krizinden olumsuz etkilenen önemli ilçelerden biridir ve bu dönemde ilçedeki konut fiyatlarında önemli düşüşler yaşanmıştır. İlçedeki binalardan bazıları hasar görmüş ve çoğunun güçlü bir depreme dayanamadığı anlaşılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Zeytinburnu hakkındaki raporu, 2000'li yıllardan başlayarak ilçedeki konut ve bodrum fiyatlarının önemli ölçüde azaldığını ve bu azalmaya paralel olarak düşük gelirli kişilerin bölgeye göçünün arttığını öne sürer (İBB, 2005, s.99). Başka bir deyişle, düşük gelirliler güçlü bir depreme dayanamayan kötü inşa edilmiş nispeten ucuz apartmanlara bu dönemde taşınırlar. Bu “düşük gelirli insanların” önemli bir kısmı Kürt göçmenlerdir. Görüşmecilerime göre Kürtlerin Zeytinburnu'na göçleri 2000'lerde artmış ve hepsi değil fakat birçoğu 2000'lerden bu yana ev sahibi olmuştur.[7] Sonuç olarak, kentsel alanın kapitalist formda yeniden üretilmesi ve 2000'li yıllarda ortaya çıkan konut sektörünün krizi, Kürtlerin ırkçılık karşıtı bir pratik olarak ev sahibi olmaları için uygun koşulları yaratmıştır.

Kürt göçmenlerin yeni inşa edilen apartmanlara ev sahipleri olarak girişi, müteahhitler ile apartman sakinleri arasında tartışmalar yaratır. Eski dönemin gecekondu sakinleri yeni dönemde müteahhitler tarafından binalarına kimin alındığını kontrol edemezler. Diğer birçok Türk görüşmeciye benzer şekilde, aşağıda kendisinden alıntı yaptığım sürücü kursu öğretmeni ve kardeşleri, müteahhitlerine apartmanlarında Kürt istemediklerini söylerler. Ancak, müteahhitleri onları dinlemez. Bu erkek görüşmeci 1968 Zeytinburnu doğumlu ve kendisini Balkanlardan bir Türk olarak tanımlıyor. Babası bir fabrika işçisi ve annesi bir ev hanımıdır ve 2000'li yıllara kadar kendilerine ait gecekonduda yaşarlar. Diğer gecekondu sahiplerine benzer şekilde, 1984 yılında gecekondularının tapusunu alırlar ve 1990'ların sonunda bir inşaat müteahhidine gecekondularını verirler.

Soru: Apartmanınız önceki gecekondu arazinizde, değil mi? Komşularını seçme şansınız oldu mu?

-Evet öyle. Müteahhitimize “{onlara} izin verme” dedik, ancak bir tanesi girdi ve zamanla…

S: Müteahhitinize apartmanınızda Kürtleri istemediğinizi mi söylediniz?

-Evet demiştik. Onları istemiyoruz.

S: Kabul etmedi mi?

-Bir tanesini iyi bir insan diyerek aldı ama o bir tanesi üredi. Biliyorsunuz çabuk ürüyorlar.

Diğer pek çok Türk görüşmeciye benzer bir şekilde, bu Türk görüşmeci de, müteahhitlerinin kendilerinden izin almadan, yaşadıkları apartmana Kürtlerin girişine izin verdiğini dile getirmekte ve bu nedenle müteahhide sitem etmektedir. Kendi apartmanlarında Kürt komşu istemeyen çeşitli Türk görüşmeciler, müteahhitleri, açgözlülükleri nedeniyle Zeytinburnu'na Kürtlerin girmelerine izin verenler ve bölgenin kültürel yapısını bozanlar olarak nitelendirdiler. Bu nedenle, bölgede yaşayan Türk sakinlerin ırkçı pratikleri ve ideolojilerinin Türk inşaat endüstrisinin kâr talepleriyle çeliştiğini söylemek mümkündür.

Bir Direniş Biçimi Olarak Ev Sahibi Olmak

Bowser’a göre ırkçılık karşıtlığı, ırksal olarak baskı altına alınmış insanlar kendi kaderlerini tayin etmek için öznelik/faillik gösterdiklerinde ortaya çıkar (Bowser, 1995). Kendilerini hedef alan ırkçı şiddeti sona erdirmek, ırkçılığı bir yapı olarak ortadan kaldırmak ve kendi kaderlerini tayin edebilmek için, Zeytinburnu'ndaki Kürtler, kendilerine ait siyasi partiler ve siyasi örgütler kurarak ve çeşitli mitingler ve gösteriler düzenleyerek ırksallaştırılmış yapıya ve Türk üstünlüğüne meydan okudular. Bununla birlikte Kürtlerin şiddet içermeyen politik faaliyetlerinin birçoğu suçlulaştırıldı ve engellendi. Örneğin Zeytinburnu’ndaki Kürt yanlısı partilerin yerel şubeleri birçok kez saldırıya uğradı ve Kürt eylemciler polis tarafından aşağılandı, taciz edildi ve dövüldüler (TİHV, 2002, s.220; İHD, 2003, s.32,41).

Zeytinburnu'ndaki Kürt göçmenler, 'kirli Kürtler', 'yobaz Kürtler', 'teröristler', 'Ermeniler', 'kırolar', 'kekolar' veya 'Geldiğiniz yere geri dönün!' gibi birçok ırkçı hakarete maruz kalmıştır. Bu tarz Kürt karşıtı ve Ermeni karşıtı ırkçı hakaretler, 20. yüzyılın başında gerçekleşen Ermeni Soykırımı[8] ve Türk devletinin Kürdistan'da devam eden uzun vadeli sömürgeci hâkimiyeti ile derinden ilişkilidir. Kürt erkeklerin ırksallaştırılması, Türk dili ve Türk kültürü üzerinde derin bir etkiye sahip olmuştur, öyle ki Kürtlere karşı kullanılan birçok ırkçı hakaret kelimesi, yalnızca Kürtlere karşı değil, Türklerin kendi aralarında da kullandığı sıradan Türkçe gündelik küfür ve aşağılama sözleri hâline gelmiştir. Türkçedeki “kıro” kelimesi Kürtçe “kuro” kelimesinden türetilmiştir. “Kuro”, Kürtçe’de “oğul” anlamına gelmektedir ve Kürtler arasında gündelik yaşamda genç erkeklere seslenme sözü olarak kullanılmaktadır. “Kuro”dan devşirilen “kıro” ise Türkçede nerede nasıl davranacağını bilmeyen, kaba, geri, medeniyetsiz ve şehirli olmayanları belirtmek için kullanılmaktadır. Dahası, Kürtçe’de “abi” olarak kullanılan “keko” kelimesi, Türkler tarafından Türkçede Kürt erkeklere hakaret etmek amacıyla kullanılmaktadır. Bazı durumlarda, bu ırkçı hakaretler ve baskılar nedeniyle, bazı kiracı Kürtler evlerinde yaşamaya devam edememiş ve ev sahipleri ve komşuları tarafından kiraladıkları evleri terk etmeye zorlanmışlardır. Irkçılığı, sömürgeselliği ve sömürgeci etnik hiyerarşileri yeniden üreten bu pratikler nedeniyle Kürtlerin barınma hakkı ihlal edilmiştir. Zorla yerinden edilmiş Kürtler, yalnızca memleketlerinde evsizliği yaşamakla kalmamış, aynı nedenlerle bu pratikleri Türk metropolünde de yaşarlar.

Bir Kürt kadın görüşmecimden aşağıda alıntıladığım sözleri, Kürtlerin yaşadığı gündelik ırkçılığı ve yaşamları üzerindeki etkilerini gösteren ortak bir tecrübeyi temsil ediyor. Bu görüşmeci 1985 yılında Şırnak’ın (Şirnex) köylerinden birinde doğar. Köy korucusu olmaya zorlandıktan sonra bunu reddeden ailesi 1990'lı yıllarda Zeytinburnu'na taşınır. Görüşmeci uzun bir süre ailesinin giyim atölyesinde ücretsiz çocuk işçi olarak çalışır ve bugün ise İstanbul’daki mahalle pazarlarına dönük satış yapan, ailesine ait küçük ölçekli toptan satış mağazasında satış asistanı olarak çalışmaktadır. Bu görüşmeci ve ailesi ilçenin Beştelsiz mahallesinde yaşıyor ve işyerleri de bu mahallede bulunuyor. Görüşmeci ilçede geçen çocukluk yılları ile ilgili olarak şunları söyledi:

-Biz Türkçe konuşamıyorduk. Abim bizden birkaç ay önce gelmişti. Bir yakınımızın dükkânında kalıyordu. Bizim kalacak bir evimiz yoktu. Abimin çalıştığı işyerinde kalmaya başladık. En küçüğümüz 3 yaşındaydı. Girişte bir yerde makinelerin olduğu bir bölümde akşam herkes işini bıraktıktan sonra biz böyle kalıyorduk. Malatyalı bir adamın atölyesiydi. Abim ve ablam onlara çalışıyordu. Bir tane adam vardı Refah Partili’ydi. O mahallede bir tane gecekondu vardı. O gecekonduyu bize kiraladı.

S: Oradaki komşularınızla aranız nasıldı?

-Komşular mesela biz çocuktuk dışarı çıkıyorduk bize “Pis Ermeniler!” diyorlardı. O tarz şeyler mesela… Sokağa çıktığımız dönemlerde hatırlıyorum hani bitli bir çocuk olur ya hani böyle dışlanmış hani böyle “Pis Kürt!”, “Ermeni Kürt!”. Böyle şeyler. O zaman Kürt olduğumuzu söylemeye utanıyorduk. O dönemde çocukken ailemden nefret ettim bir ara. Ben diyordum neden bizim ailemiz böyle, niye onların ailesi gibi değil. Niye bizim annemiz babamız {Türkçe} konuşamıyor. Neden modern değiller, niye bizi böyle yetiştirdiler. Bir dönem Kürt olmaktan utandım.

S: O dönem nasıl ayakta kaldınız?

- Çalışa çalışa kendimize bir yer açtık. Ufak iki makineli bir yerdi. Bu abim, diğer abim, iki kız kardeşim çalışıyorlardı. Sonra büyük abim askere gidince annem mecbur dükkânda çalışmaya başladı. Abim gidince diğer kız kardeşimin çalışması gerekiyordu benim de çalışmam gerekiyordu. Okulu bırakmak zorunda kaldık… Üretimi pazarcılara yapıyorduk. Birkaç sene atölye devam etti. O zaman yavaş yavaş taksitle ev aldık. O gecekonduda üç sene kaldık. Annemin Van’da akrabaları vardı. Almanya’da kirvelerimiz vardı. Onlardan borç para aldık.  O mahallede Kürt olarak çok baskı görüyorduk. Annem de bu duruma çok üzülüyordu. Bizi evden çıkarmak istediler. Annem de oradan buradan para toplayarak taksitle ev aldı. Bir tane Kastamonulu müteahhit vardı. Daireyi inşaat şeklinde satmıştı. Hatta camlar bile takılmamıştı inşaat halindeydi. Biz girip taşındık. Hatta elektriği bile yoktu. Biz öyle girip taşındık. O mahallede çoğunlukla Kastamonulular vardı. Orada bizi hiç kabullenmediler. Ne binadakiler ne mahalledekiler. Sürekli bir baskı.

Bu alıntı, ilçenin ırksallaştırılmış yapısının, ırkçı hakaretlerin ve gündelik ırkçılık biçimi olarak konut ayrımcılığının Kürtlerin yaşamlarını ve hayatta kalma stratejilerini nasıl etkilediğini gösteren iyi bir örnektir. Pek çok Kürt, kiracı olarak sık sık reddedildikleri veya ırkçı hakaretlere maruz kaldıkları için veya evden çıkarılma tehdidi altında yaşadıklarından, ev sahibi olmak, hayatta kalmak ve güçlenmek için bir strateji olarak ortaya çıkmıştır. İlçenin kamusal alanındaki veya Kuzey Kürdistan'daki siyasi direnişlerine ek olarak, ev sahibi olmak, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmek ve gündelik yaşamlarında Türklerin sömürgeci bakışından (colonial gaze) kaçmak için önemli direniş pratiklerinden biridir. ABD’deki siyahlar için evin önemi ile ilgili olarak, bell hooks, Afro-Amerikalılar (siyahlar) ve özellikle de siyah kadınlar için evin bir mekân olarak radikal siyasi bir boyuta sahip olduğunu belirtir. Siyah kadınlar için ev, dış dünyada inkâr edilen saygınlıklarını geri kazanabilecekleri bir yerdir. Siyahlar evdeyken beyaz ırkçı saldırganlıklarla doğrudan karşılaşmazlar ve “ırkçı tahakkümün yol açtığı yaraların çoğunu iyileştirirler”. Bu nedenle, baskı, tahakküm ve ırkçılığın ortasında, ev mekânı, siyahlar için bir direniş ve kurtuluş mücadelesi mekânı olarak ortaya çıkar (hooks, 1990, s.42-43). Benzer şekilde, Zeytinburnu'ndaki Kürt göçmenler için “sahip olunan ev”, Türk saldırganlığı ve ırkçılığından kaçabilecekleri bir direniş alanı olarak ortaya çıkar. Kürtler için, kendi özsaygılarını ve güvenlerini yeniden kazanabildikleri nispeten güvenli bir ev mekânı yaratmak, kiracılıktan ziyade ev sahibi olmakla mümkün hâle gelmiştir. Bununla birlikte, bu onlar için hiç de kolay bir iş değildir. Aşağıdaki görüşmecinin belirttiği üzere, bir eve sahip olmak için Kürt göçmenler harcamalarını azaltmış ve para tasarrufu yapma uğruna kelimenin tam anlamıyla iyi beslenmemiş ve aç kalmışlardır. Aşağıdaki alıntı Zeytinburnu'ndaki birçok Kürt göçmen/işçi sınıfları için tipiktir. Bu görüşmeci, Mardin’in (Mêrdîn) bir köyünden Zeytinburnu’na göç eden otuz beş yaşındaki bir Kürt tekstil işçisi. İlçenin Çırpıcı mahallesinde yaşıyor.

Ben mesela hatırlıyorum Kürtlere ev vermeme meselesi o zaman vardı. Yani bir şekilde on yere gidiyorsun dokuzu sana hayır diyor. Biri veriyor sana bir şekilde giriyorsun. İnsanların o öfkesi, “Yani ne demek yani ev vermiyorlar parasıyla değil mi” falan diye ilk çalıştıklarında mesela günlük yaşamda yiyebileceği, çocuklarına harcayabilecekleri şeyleri biriktiriyorlardı. İlk iş olarak ev almak. Hani o baskının öfkesinden ya da ihtiyacından, yemek içmekten daha elzem bir şeydi o zaman ev. İlk şeyiyle ev. Kimi işte borç alıyor, mesela on lirası varsa ev yirmiyse onu da borç alıyor bir şekilde kendine ev alıyordu.

Bir eve sahip olma hedefinin önemi, Kürtlerin tüketim alışkanlıklarını, yiyecek, eğitim ve sağlık gibi gündelik geçim giderlerini önemli ölçüde sınırlayacak şekilde etkiler. Bazı Türk görüşmeciler, Türk nüfusla karşılaştırıldığında Kürtlerin gündelik ihtiyaçları için veya dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek veya moda kıyafetler satın almak gibi boş zaman etkinlikleri için az para harcadığını gözlemlemiştir. Aşağıda kendisinden alıntı yaptığım Zeytinburnu'ndaki tekstil sektöründe çocukluk yıllarından itibaren, yirmi yedi yıl boyunca, güvencesiz ve ücretli işçi olarak çalışan otuz yedi yaşındaki Balkan göçmeni Türk kadın işçinin Kürt ev sahipliği ve Kürtlerin tüketim alışkanlıkları ile ilgili söyleyecek çok sözü oldu.

-Akrabaları çok. Kız kardeşleri çalıştı, kardeşleri çalıştı. İki üç sene de hepsi ev aldı. Hepsi Zeytinburnu'na yerleşti. Şimdi Zeytinburnu'nun yerlisi oldular. Biz hâlâ kiradayız mesela ama onlar yerli… Onlar bizim yediğimizden az yiyorlar. Mesela gidiyor halk ekmek alıyor veya yeri geliyor makarna yiyor. O bütün parayı biriktiriyor. Bir de onlarda şey yok, biz mesela maaşımızı alsak eve versek de bir kısmını kendimize bırakıyoruz, onlarda o yok. Mesela kız çocuklarına para vermezler. İşte ne alıyorsa maaş vermiyor, bütün maaş kumbarada birikiyor. Ondan sonra ev alıyorlar. Bizde öyle değil. Mesela biz bir milyar maaş alıyorsak dört yüzünü eve {aileye} veriyoruz, gerisini kendimize alıyoruz. Yani ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Geziyoruz. Biriktirmek için çok fedakâr olmak lazım…  Bir taraftan gençliğimizi de yaşamaya çalışıyoruz. Yani hem malımız mülkümüz olsun istiyoruz ama fedakâr da olamıyoruz. Şimdi ben bütün maaşımı eve vereyim de dört sene borca gireyim yapamam.

S: Sizce onlar neden öyleler?

-Böyleler çünkü yapılarında var. Birlikte yaşıyorlar. Mesela bizim arkadaşlar kendileri altı kardeş, gelinler de beraber yaşıyor.  Çocuklar askere gidiyor. Gelinleri orada kalıyor. Çocuklar geri geliyor beraber yaşıyorlar. Biz yapamayız yani. Çok kalabalıklar.

Bir eve sahip olma hedefine ulaşmak için, Kürt göçmenler/işçiler uzun saatler boyunca çok çalışmak zorunda kaldılar. Aslında, Kürt işçiler, ırkçılığa maruz kalmayan Türk işçilerinden daha fazla çalışmak zorundadırlar. Ev güvencesizliği ve ırkçılık Kürtleri kabul edilebilir sınırların ötesinde çalışmaya itmiştir. Kabul edilebilir sınırların ötesinde çalışmanın yanı sıra, kendi kendini sömürmek ve bir eve sahip olma uğruna aç kalmak; ırkçılık, sömürgecilik ve kapitalizmin hüküm sürdüğü toplumsal koşullarda direniş biçimleri olarak ortaya çıkmıştır. Bu direniş biçimleri, Kürt özneliğini/failliğini ifade eder. Bununla birlikte, Kürt öznelliği/failliği bir toplumsal rejim ve yapı olarak ırkçılığı ortadan kaldırmamıştır ve aslında ilçede yaşayan Türkler arasında daha fazla ırkçı stereotiplerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Örneğin Türk işçi sınıflarının Zeytinburnu'ndaki Kürt ev sahipliğine ilişkin dile getirdiği diğer bazı ifadeler şöyledir: “Çocuklarına para vermezler”, “Çocuklarını okula göndermezler”, “Çocuklarını çalıştırıyorlar”, “Mülk edinmeyi takıntı yapmışlar”, “Açgözlüler”, “Bir burayı almak istiyorlar sonra da burayı” ve “Tek amaçları daha fazla yer almak”. Bu ifadeler, Kürtlerin konut ayrımcılığına karşı mücadelelerinin ve ev sahibi olmalarının ilçede daha fazla ırksallaştırılmış stereotiplerin ortaya çıkmasına yol açtığını göstermektedir.

Sonuç

Understanding Everyday Racism (Gündelik Irkçılığı Anlamak) adlı kitabında Philomena Essed, makro açıdan bakıldığında ırkçılığın “yapısal eşitsizlik sistemi ve tarihi bir süreç” olduğunu ileri sürmektedir. Mikro açıdan bakıldığında, bazı spesifik pratikler sistemdeki ırksal eşitsizliğin mevcut makro yapılarıyla tutarlıdır ve aktörler tarafından gerçekleştirilen bu pratikler sistemdeki mevcut yapısal eşitsizliği harekete geçirdiklerinde ırkçı olmaktadır (Essed, 1991, s.39). Essed bu pratikleri gündelik ırkçılık olarak tanımlıyor. Essed’in gündelik ırkçılık tanımına paralel olarak, bu makale Zeytinburnu’ndaki Kürt göçmenlerin/işçi sınıflarının, kiracılığın reddedilmesi ve evlerinden çıkarılma tehdidi biçiminde gündelik ırkçılık olarak konut ayrımcılığı yaşadığını gösterdi. İlçeye geldiklerinde, çoğunun kiracı olması engellendi veya bir ev kiralayabildikleri durumda evlerinden çıkarılmakla tehdit edildiler ve gündelik yaşamlarında çeşitli ırkçı hakaretlere maruz kaldılar. Bu şartlar altında, bir eve sahip olmak Kürtler için bir direniş ve hayatta kalma biçimi olarak ortaya çıktı. ABD'deki siyahlara benzer şekilde, Zeytinburnu'ndaki Kürtler için ev, itibarlarını ve bütünlüklerini geri kazanabilecekleri bir mekân hâline geldi. Kiracı olmanın gündelik şiddete dönüştüğü bu koşullarda, bir eve sahip olmak bu şiddeti ortadan kaldırmanın ve bir dereceye kadar yeniden güç kazanmanın bir yolu olarak ortaya çıktı. Bu makale, sömürgeci Türk bakışından bağımsız olarak var olmak ve kendi kaderini tayin etmek için alan yaratmak amacıyla Kürt işçi sınıflarının gündelik ırkçılık karşıtı bir pratik olarak ev sahibi olduklarını göstermiştir. Bu nedenle, ev sahipliği, aynı zamanda ırksallaştırılmış öznelerin ırkçılık karşıtı bir pratiği olarak algılanabilir.

Makale ayrıca hem Kürtlerin ırklaştırılmasının hem de Kürtlerin Zeytinburnu'ndaki ırkçılığa karşı direncinin kapitalizmle derinden bağlantılı olduğunu göstermiştir. Bir yandan, Kürt göçmenler ilçenin emek piyasasına ırksallaştırılmış ve ikinci bir konumdan dahil olmuş; diğer yandan da, söz konusu ikincil konumlarına rağmen, 2000’li yıllarda 1999’da gerçekleşen Marmara depreminin ardından konut piyasasının krizinin yarattığı “fırsatları” ırkçılıkla mücadele sürecinde kullanmışlardır. Kürtler bir direniş biçimi olarak ev sahipliğini, kabul edilebilir sınırların ötesinde çalışarak, aç kalarak ve tüketimlerini kısıtlayarak geliştirdiler. Dolayısıyla Kürtlerin özneliği/failliği ve Zeytinburnu kent mekânının yapısı, Kürtlerin ev sahipliğini anti-ırkçı bir pratik olarak geliştirmesi ile ilişkilidir.

Bonnett, ırkçılık karşıtlığının, ırkçılığın tersi olarak anlaşılamayacağını öne sürer (Bonnet, 2000, s.2). Çünkü bir pratik bir taraftan ırkçılık karşıtı olabilirken, aynı pratik farklı bir açıdan ırkçılığı yeniden üretebilir (O'Brien, 2009, s.502). Benzer şekilde, Kürt ev sahipliği de farklı açılardan bakıldığında ırkçılığı sürdürüyor ve yeniden üretiyor olabilir. Bu nedenle, Kürtlerin bu tür bir karşıt hegemonik mücadelesi, tüm Kürtleri kapsayacak bir şekilde ırkçılığa karşı mücadele etmeyi veya ırkçı yapıyı ve sömürgeciliği bir bütün olarak ortadan kaldırmayı amaçlayan bir pratik olarak algılanmamalıdır. Bununla birlikte, Zeytinburnu örneğinde Kürtlerin ev sahibi olması, Kürtleri alt seviyede tutmayı ve Türk üstünlüğünü güçlendirmeyi hedefleyen Türk ırkçılığına karşı bir meydan okuma olarak ortaya çıkmıştır.

*Bu makalenin orijinal versiyonu ilk defa Ethnic and Racial Studies dergisinde Fighting racism in Turkey: Kurdish homeownership as an anti-racist practice adıyla yayımlandı. Ardından makalenin kısmen revize edilmiş Türkçe versiyonu Kürt Komşu Kürt Kiracı İstemiyoruz!”a Direniş:Anti-Irkçı Bir Pratik Olarak Kürtlerin Ev Sahibi Olması başlığıyla İsmail Beşikci Vakfı tarafından Kürt Çalışmaları Bahar Akademisi 1 kitabında yayımlandı.  Bu yazı ise makalenin yazar tarafından Kürd Araştırmaları Dergisi’nin internet portalı için gözden geçirilmiş ve kısmen kısaltılmış versiyonunu oluşturuyor.

Dipnot

[1]İstanbul’daki diğer işçi sınıfı ilçelerine benzer bir şekilde 2011 yılından itibaren Zeytinburnu da yoğun bir Suriyeli göçüne tanık olmuştur. Suriyeli göçmenler Türk vatandaşlığına sahip olan Zeytinburnu’nda yaşayan Türk ve Kürt sakinlerin ırkçı söylem ve davranışlarına maruz kalmışlardır. Bununla birlikte bu yazı Zeytinburnu’nda yaşayan Suriyeli göçmenlerin deneyimlerine odaklanmayacaktır.
[2]Bu makale “Kuzey Kürdistan” kategorisinin “Batı Ermenistan” kategorisini yok saymadığını varsaymaktadır. “Kuzey Kürdistan” kavramının kullanımı, yazının bu bölgelerde yaşayan ve yaşamış olan Ermenilerin, Süryanilerin ve Müslüman olmayan diğer toplulukların tarihini, Kürtlerin ve Türklerin bu gruplara karşı işlediği ırkçı suçları göz ardı ettiği ya da bu suçları reddettiği anlamına gelmemektedir.
[3]Bu dönemde Zeytinburnu’nda az sayıda Rum ve Ermeni gibi Hristiyanlar da yaşamıştır. Söz konusu dönemde Hristiyanların ikamet ettiği ilçe Zeytinburnu’nun komşusu olan Bakırköy’dür. Bölgede yaşayan bazı görüşmecilerime göre 1955’de Müslümanlar tarafından Hristiyanlara karşı gerçekleşen pogromların ardından ilçedeki az sayıda Hristiyan ilçeyi terk etmiştir. Bununla birlikte bugün ilçede Rum ve Ermenilere ait mezarlıklar ve hastaneler bulunuyor ve bugün de bu mezarlık ve hastaneler faaliyetlerine devam ediyor.
[4]1990-2000 yılları arasında çoğu köylü olan 81.000 kişi Zeytinburnu'na göç etmiş ve ilçe nüfusu 2016 yılında 287.897'ye ulaşmıştır (TÜİK, 2017). TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) anketinden elde edilen veriler ilçe nüfusunun yaklaşık %32,2'sini oluşturan 92.891 kişinin Kuzey Kürdistan'dan geldiğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, Kuzey Kürdistan'da doğan herkes etnik olarak Kürt değildir ve Anadolu kentlerinde Konya ve Ankara gibi illerde yaşayan birçok Kürt bulunmaktadır.
[5]Irksallaştırılmış toplumsal rejim kavramı ve Kürtlerin ırksallaştırılmış toplumsal rejim içindeki konumunu ele alan bir tartışma için Bkz. Güllistan Yarkın, 2021, “Irksallaştırılmış Toplumsal Rejim, Sömürgesellik ve Kürtler”, Cogito, Sayı:101.
[6]KONDA'nın 2010 yılında Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da gerçekleştirdiği araştırmasına göre, Kürtlerin % 18,5'i üye sayısı dokuzdan fazla olan aileler içinde yaşamaktadır. Oysa bu oran Türkler arasında sadece % 2,3'tür. Altı ile sekiz üyesi olan aileler içinde yaşayan Kürtlerin oranı %  35,8 iken bu oran Türkler için %  15,4’tür. Üç ile dört üyesi olan aileler içinde yaşayan Kürtlerin oranı % 41,3 iken, bu oran Türkler için % 66,3'tür (KONDA, 2011, s.94).
[7]İlçede ev sahibi olan Kürtlerin sayısına dair resmi veya gayri-resmi bir veri bulunmuyor.
[8]1915 yılında Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı devlet yetkilileri, devlet kuvvetlerine gizlice, bütün Ermenilerin Osmanlı yönetimindeki topraklardan katledilmelerini ve sınır dışı edilmelerini emretti. Bu gizli emirlerden sonra bir milyondan fazla Ermeni kadim topraklarında soykırımla karşı karşıya kaldılar ve yok edildiler. Bu dönemde Ermeniler yalnızca katledilmediler, tecavüze uğradılar, işkence gördüler, bireysel ve toplumsal mülkleri Türk devleti tarafından ele geçirildi. Çok sayıda Kürt de Ermeni Soykırımı’na katılarak bu suçlara ortak oldu (Kevorkian, 2006).

Referanslar

Akbulut, R.M. (2006). Spatial Transformation in Zeytinburnu. . B. Evren, (Ed.) 2006. Surların Öte Yanı The Other Side of City Walls Zeytinburnu içinde (s. 376-413). İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür. 

Akçay, F. (1974). Zeytinburnu Gerçek Yönleriyle Bir Gecekondu Kenti. İstanbul: Çelikcilt Matbaası.

Alakom, R. (2011). Eski İstanbul Kürtleri. İstanbul: Avesta.

Aquino, K. (2016). Anti-racism ‘from below’: exploring repertoires of everyday anti-racism. Ethnic and Racial Studies 39(1):105-122. doi: 419870.2016.1096408.

Aslan, Ş. & Erman, T. (2014). The Transformation of the Urban Periphery: Once Upon a Time There were Gecekondus in İstanbul. D.Ö.Koçak and O.K.Koçak (Ed.) 2014 Whose City is That? Culture, Design, Spectacle and Capital in Istanbul içinde (s.95-113). UK: Cambridge Scholars Publishing.

Bakan A.B. & Dua, E. (2014). Theorizing Anti-Racism Linkages in Marxism and Critical Race Theories. Toronto: University of Toronto Press.

Baki, B. (2013). Türkiye'de Linç: 1991-2013 dönemindeki linç eylemlerinin analizi. Toplum ve Bilim 128.

Bannerji, H. (1995). Thinking Through: Essays on Feminism, Marxism and Anti-racism. Toronto: Women’s Press.

Barut, M. (2001). Zorunlu Göçe Maruz Kalan Kürt Kökenli T.C. Vatandaşlarının Göç Öncesi ve Göç Sonrası Sosyo Ekonomik, Sosyo Kültürel Durumları, Askeri Çatışma ve Gerginlik Politikaları Sonucu Meydana Gelen Göçün Ortaya Çıkardığı Sorunlar ve Göç Mağduru Ailelerin Geriye Dönüş Eğilimlerinin Araştırılması ve Çözüm Önerileri. Göç-Der

Beşikci, İ. (1990). Devletler Arası Sömürge Kürdistan. İstanbul: Alan Yayıncılık.

Bonnett, A. (2000). Anti-Racism. London and New York: Routledge.

Bowser, B.P. (1995). Racism and anti-racism in world perspective. Thousand Oaks: Sage.

Brown, M. (2017). The sociology of antiracism in Black and White. Sociology Compass  (11): 1-11. doi:10.1111/soc4.12451

Chiang, F., Low, A. & Collins, J. (2013). Two Sets of Business Cards: Responses of Chinese Immigrant Women Entrepreneurs in Canada and Australia to Sexism and Racism.  Cosmopolitan Civil Societies Journal 5 (2):63-83. doi: 10.5130/ccs.v5i2.3117

Çakırer, Y. (2012). İstanbul- Zeytinburnu'nda Ulusötesi Kentleşme Aktörleri Olarak Türk Kökenli Göçmenler. PhD tezi., İstanbul Teknik Üniversitesi.

Dua, E. (1999). Scratching the Surface: Canadian Anti-Racist Feminist Thought. Toronto: Women’s Press.

Erman, T. (2001). The Politics of Squatter (Gecekondu) Studies in Turkey: The Changing Representation of Rural Migrants in the Academic Discourse. Urban Studies 38 (7): 983–1002.

Essed, P. (1991). Understanding Everyday Racism An Interdisciplinary Theory. London: Sage.

Gosine, K. (2012). Accomplished Black North Americans and Antiracism Education: Towards Bridging a Seeming Divide. Critical Sociology 38(5):707-721 doi: 10.1177/0896920510380077

Gönen, Z. (2011). Neoliberal Politics of Crime: The İzmir Public Order Police and Criminalization of the Urban Poor in Turkey since the Late 1990s. PhD diss., Binghamton University.

Grosfoguel, R., Oso, L. & Christou, A. (2015). ‘Racism’, intersectionality and migration studies: framing some theoretical reflections. Identities 22(6): 635-652. doi: 10.1080/1070289X.2014.950974

Gülhan, S.T. (2014). The Honorable Exception: State and Social Production of Concrete Space in Istanbul. PhD diss., Binghamton University.

Hart, C.H.W.M. (1969). Zeytinburnu Gecekondu Bölgesi. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası.

hooks, b. (1990). Yearning race, gender and cultural politics. Boston: South End Press.

İHD, 2003. (2002). İnsan Hakları İhlalleri Raporu. İnsan Hakları Derneği.  http://www.ihd.org.tr/2002-yili-insan-haklari-raporu/

İBB (İstanbul Büyükşehir Belediyesi) (2005). Zeytinburnu Stratejik Eylem Planı Raporu, İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü.

İHD, (1994). Av. Metin Can, Dr. Hasan Kaya, Kemal Kılıç, Cemal Akar, Mehmet Sincar, Av. Şevket Epözdemir ve Yakılan Köylerden Bir Kesit, Yayına Hazırlayan: Erol Anar.

Kaya, M. (2004). Siyasal Katılım: Zeytinburnu Örneği. MA thesis, Yıldız Teknik University.

Kevorkian, R. (2006). The Armenian Genocide A Complete History. London & New York: I.B.Tauris.

KONDA (2011). Kürt Meselesinde Algı ve Beklentiler. İstanbul: İletişim.

Lamont, M. (2000). The rhetoric of racism and anti-racism in France and the United States. In Lamont, M. and Thévenot, L., eds. 2000. Rethinking Comparative Cultural Sociology: Repertoires of Evaluation in France and the United States. Cambridge: Cambridge University Press.

Lamont, M., Morning, A. & Mooney, M. (2002). Particular universalisms: North African Immigrants respond to French racism. Ethnic and Racial Studies 25(3): 390-414. doi: 10.1080/01419870020036701e.

Lamont, M. & Fleming, C. M. (2005). Everyday Antiracism Competence and Religion in the Cultural Repertoire of the African American Elite. Du Bois Review 2(1):29-43.doi: 10.1017/S1742058X05050046.

Mathews, S. (2012). White Anti-Racism in Post-Apartheid South Africa. Politikon South African Journal of Political Studies. 39 (2):171-188. doi: 10.1080/02589346.2012.683938.

McDowall, D. (2007). A Modern History of the Kurds. London: I.B.Tauris

O’Brien, E. (2009). From Antiracism to Antiracism. Sociology Compass 3(3): 501-512. doi: 10.1111/j.1751-9020.2009.00206.x

Pon, G. (2005). Antiracism in the Cosmopolis: Race, Class and Gender in the Lives of Elite Chinese Canadian Women. Social Justice 32(4): 161-179.

Sullivan, S. (2014). Good White People The Problem with Middle-Class White Anti-Racism. Albany: SUNY Press.

TİHV (2002). 1999 Türkiye İnsan Hakları Raporu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Ankara. http://tihv.org.tr/1999-turkiye-insan-haklari-raporu/

TÜİK-Türkiye İstatistik Kurumu (2017). TÜİK. Retrieved from http://tuikapp.tuik.gov.tr/adnksdagitapp/adnks.zul

Virdee, S. (2014). Challenging the empire. Ethnic and Racial Studies 37 (10): 1823-1829. doi: 10.1080/01419870.2014.932408.

Yücesan-Özdemir, G. (2003). Neo-Liberal Social Policy and Production Politics. Turkish Studies, 4(3). 

Yarkın, G. (2019). İnkâr Edilen Hakikat: Sömürge Kuzey Kürdistan. Kürd Araştırmaları. 4 Ekim 2019. Erişim tarihi 4 Ekim 2019. http://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-nk-r-edilen-hakikat-s-m-rge-kuzey-k-rdistan-26