Zelal Özkan: “Ben fotoğraf gerçekçiliğinin peşinde değilim.”
Röportaj / Kürd Araştırmaları

ekran_resmi_2021-05-02_03.15.48 Zelal Özkan, genç bir ressam.  1989 Diyarbakır doğumlu. Çocukluğundan beri resme ilgi duyuyor. Dicle üniversitesinde resim alanında lisansını yaptıktan sonra, eğitimine Mardin Artuklu üniversitesinde Yüksek lisans düzeyinde devam etmektedir. Kürt sanat camiasında resme gönül veren yetenekli sanatçılar olmakla beraber sanatçıların eserlerini izleyiciye ulaştırma konusunda sıkıntı çektiklerini, seyirciyle ressamı buluşturan müze, sergi vb mecralarının da yeterli olmadığını  görüyoruz. Kürt resim sanatı  daha çok folklor, tarih ve mitoloji sahalardan beslenmesine karşılık Özkan’ın çocukluk, hafıza, mekan,  hatırlama gibi şahsi alanlar üzerinden eserler verdiği görülecektir. Bu durumun eserlerini kanımca daha ilgi çekici ve özel kılmaktadır.  Daha çok mekân ve nesnelerin insan belleğinde bıraktığı izleri konu edinen Özkan’ın resimleriyle ilk karşılaşıldığında yoğun bir hatırlama sürecine girildiği ve resimlerin insanda şefkat uyandırdığı görülecektir.  Çalışmaların geniş çevrelere ulaşmayı hak eden gelecekte Kürt resminde adı anılacak bir ressam olacağını düşündüğümüz Zelal Özkan’la Kürt araştırmaları dergisinin  “Dosya Dışı” kategorisi için bir sohbet gerçekleştirdik. Son olarak çalışmaların büyük bir kısmına kendisinin sosyal medya hesaplarından ve Mamut Art Projet adlı internet sitesinden ulaşılabileceğini hatırlatıp İyi okumalar dileriz. 

En baştan başlayalım, resimle ilişkiniz ne zaman, nasıl başladı?

Kesin bir tarih veremesem de kendimi bildim bileli resim çiziyorum. Düz olan her yüzey benim için resim defteriydi.  Çocukken içinde bulunduğum durum ve şartlara göre malzemelerimi belirliyordum. Bu, bana, baktığım her mekânda eşya ve malzemeyle bağ kurmamı sağladı. Camın buğusu, düz bir toprak alan,  taş yüzeyler veya duvar gibi. Dicle Üniversitesi Resim öğretmenliği bölümüne girdikten sonra resmi daha akademik olarak düşünmeye başladım. Ama resimle profesyonel olarak ilgilenmem üniversiteden sonra, sanatla derdim ise teknik olarak öğrenciliğimin bittiği dönemden sonra başladı. 

Nasıl çalışıyorsunuz, hareket noktanız ne oluyor, bir resmi ne kadar sürede yapıyorsunuz, bu sorulardan hareketle atölye süreci üzerine bize neler söyleyebilirsiniz?

Yapacağım çalışmayı tuvale ya da kâğıda geçirmeden öncesinde çalışmanın, mutlaka bir eskizini yapar; çalışmamla ilgili kendimce bir plan yaparım. Sonrasında asıl çalışmaya geçerim. Çizdiğim mekânlar genelde gidip gördüğüm mekânlar oluyor. Her çalışmanın bitiş süresi farklı, kullandığım tekniğe, malzemeye ve boyuta göre değişiyor. Yaklaşık olarak 10-15 gün içinde bitiyor. Bazen bu süre uzayıp kısalabiliyor. 

Bazı eserlerinizde olanlar, kadar olmayan şeylerin de varlığı seziliyor. Mekânlar ne kadar boş görünse de ona eşlik etmiş insanların varlıkları —bozulmuş, yamanmış kusurlar, solmuş renkler— nesnenin kullanım sırasında uğradığı değişim üzerinden fark ediliyor. Çalışmalarınızın güçlü bir hikâye tarafı da varmış gibime geldi.

Kalabalık bir ailede büyüdüm ve bir birey olarak size sunulan mahrem diyebileceğiniz mekânsal bir imkânınız olmuyor. Tek başınıza kalmanız bile bir lüks. Böyle olunca da kendinizle baş başa kalacağınız kaçış yerleri belirliyorsunuz. Ben de mahrem olan, bana ait diyebileceğim, zamanımın çoğunu geçirdiğim mekânları ve bölümleri resmetmeye başladım. Belki bu yüzdendir resimlerimde sessizlik arayışım. İnsana ait olan mekânları insansız olarak çiziyorum. İzleyiciye ilk bakışta sessiz ve durağan görünen sahneler sunuyorum. Ama işle etkileşim kurduklarında kendilerini o mekâna yerleştirme fırsatı veriyor, kendi anılarını canlandırmalarını, karşılaştırmalarını ve hatta o mekânın gerçek sahipleriyle empati kurmalarını istiyorum. Bu da çok kalabalık bir kompozisyon demek. Bir de farklı olarak her resmimin kendi içinde bir hikâyesi var. Ev sakinleriyle sohbet ederken dip dibe olan bu evlerin nasıl ayrı ayrı hikâyelerinin olduğunu görmek, duymak çok farklı. Yaşama bakış açılarının, yaşama karşı oluşturdukları kendince mücadele tarzlarının çeşitliliği beni çok etkilemişti. Bunu zaten tahmin ediyordum ama görüp birebir şahit olmak çok çok farklı bir deneyim.ekran_resmi_2021-05-02_03.19.02 

Resimlerinizde fotoğraf ve resim arasında farkın neredeyse kaybolduğunu görüyoruz. Bu yönde bir çabanız var mı, yoksa çizdiğiniz şeyin gerçeğine yakın olmasından mı hareket ediyorsunuz?

Bana çalışmalarınız çok realist dediklerinde bozuluyorum aslında. Ben fotoğraf gerçekçiliğinin peşinde değilim.  Çalışmalarımda doğru tonu yakalamaya çalışır, bazen mekânın ve nesnelerin formunu bozar renkle, izlerle, ışık ve gölgeyle bu elemanların duygusal bir bütünlük oluşturmasını sağlarım. Bir de fark ettiyseniz perspektifi bilinçli olarak bozmaya çalışıyorum. Bunun nedenleri, izleyiciye durağan bir manzara vermek yerine rahatsız edici bir kompozisyon sunmak, resimde bir hareket yakalamak ve izleyiciyi mekâna dahil etmektir. 

Resimleriniz estetik okumaların yanı sıra tarihsel, sosyolojik okumalara da imkân veriyor. Bir döneme tanıklık eden mekân ve nesneler üzerinde ilerleyen çalışmalar. Bir dönem köyden kente göç etmiş insanları kurduğu derme çatma diyebileceğimiz evler/mekânlar yine onlar gibi soluk, onlar gibi deforme olmuş nesneleriyle beraber yaşamış insanların varlığı güçlü bir şekilde hissediliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz? 

‘Eskitemediklerimiz’  adı altında bir dizi suluboya ve yağlı boya çalışması yapıyorum. Bu konunun çıkış noktası çöpe atılmış bir koltuğu görmem ve koltuğun üzerindeki izler, lekeler ve söküklerden etkilenmemdir. Koltuğun kendi görevini yaptıktan sonra bir çöpe dönüşmesi aklıma çok takılmıştı. Her şeyin bir gün kaybolacağı gerçeği, o zaman içimi acıtmıştı. Ben de kendi anılarımı canlandırabileceğim mekân ve nesneleri -kaybolmadan önce-  resmediyorum. Bir kaybın olduğunu biliyoruz ama bunun tam olarak ne olduğunu, bir insan, bir eşya veya her hangi bir şey mi olduğunu bilmiyoruz? Ben de çalışmalarımla insanlara soruyorum kaybımız nedir diye. İnsanlar ister bilinçli ister bilinçsizce olsun yaşam alanlarını buna göre şekillendiriyorlar. Önceki hayatlarına ait izleri veya nesneleri tekrar tekrar görmek onlara bir çeşit hatırlatıcı görevi görüyor. Aslında bu, yas tutmanın modern halidir. Nostaljiye yönelmemiz belki de bundandır. Yaşadığımız çağa ayak uydurmak için bir strateji olarak evlerimizi ve çevremizdeki insanları yeniden üretiriz. Nostaljikler için bu gayet asi bir duruştu ancak günümüzde nostaljik olan nesneler dekoratif bir tüketim nesnesi halini aldı. Çizdiğim mekânlarla ise kaybedilenin ilk halini görüyoruz “biz de ordaydık”, “evet biz de yaşadık”  diyoruz.
 
Resimlerdeki nesneler, çocukluk ve hatırlama üzerine çokça veri sunuyor, bizim hayatımıza dokunan nesneleri değiştirip dönüştürmekten ziyade, olduğu gibi aktarma çabanız var. Bu gayretinizde bir döneme tanıklık etme gibi bir çabanın içinde misiniz? 

Sadece ev konusunu işlediğim için bu soruyu evler üzerinden cevaplayacağım. Evler insanların kendilerini ait ve özgür hissettikleri mekânlar. Bu yüzden orada yaşayanlar hakkında birçok ipuçları veriyor. Mekân üzerinden okuma yapmaya, insan tahlili yapmaya imkan veriyor. Bu bana insan portreleri çizmek gibi geliyor ve öyle de.  Resimlerimin çoğunda, mekânda bulunan nesnelere dokunmam, onları olduğu gibi resmederim; çünkü bu bana daha samimi geliyor, aksi takdirde bu benim oluşturduğum bir ‘ev’ olurdu. Ben daha çok işin perspektif, ışık-gölge, leke ve renk kısmında devreye giriyorum. Bunun dışında, esere pek az müdahalem oluyor. 

Resimlerinize konu olan mekân ve nesnelerin Diyarbakır,  Batman, Mardin yöresine ait olduğu söylenebilir. Onlara bakarken bir an, Kürtlerin tüm yaşam alanlarına ve bölgelerine ait bu tarz resimlerin olmasını istedim. Çalışma alanınızı, başka bölgelerle genişletme gibi bir planınız var mı? 

Neden olmasın. İlk çalışmalarıma, doğup büyüdüğüm evi ve sokağı çizmeyle başladım. Sonrasında mekânlara Diyarbakır’ın diğer ilçelerindeki evleri ekledim. O evleri tek tek gezmek, ev sakinleriyle konuşmak çok farklı bir deneyimdi. Evler çoğaldıkça bakış açım duygusallıktan çıkıp gerçeklikle yüzleşmeye başladı. Bu, uykudan uyanmak gibi bir şey. Şimdi üzerinde çalıştığım seriyi bu uyanıklık halinden edindiğim izlenimlerle oluşturuyorum. Bu uyanıklığı sürdürmek adına farklı bölgelere de başvurabilirim. 

Resimlerde yoksulluğun güçlü izleri var. Tüm nesneler, derme çatma bir hayatın eşlikçileri gibi görünüyor. Bu durum, keder duygusu verdiği gibi bir sıcaklık da yayıyor. Bu minvalde izleyicilerin size geri dönüşleri hangi bağlamda? ve nasıl oluyor? merak ettim. 

Aslında hiçbir zaman yoksulluğa işaret etmek istemedim. Benim derdim daha farklı, ben daha romantik takılıyordum. İşin daha çok duygu ve hatırlama kısmındaydım. Yoğunlaştığım asıl nokta mekânın duygusunu tatmak ve yansıtmaktı. Bu yaşamsal olarak zorluk çeken bir ailenin evi de olabilirdi veya çok varlıklı bir ailenin de. Ama ben kendi yaşantımla kesişen, bana bir şeyleri anımsatan mekânların peşindeydim. Birçok ev gezdim ama sadece kendime yakın hissettiğim ve bende iz bırakan yerleri resmettim.  Geri dönüşler konusuna gelince, bu işleri Diyarbakır’da a4 Açık Sanat Alanı’nda bir proje dâhilinde sunma imkânım oldu. Gelen izleyicilerin çoğu, çalışmalarımda kendine ait bir parçanın ve bu parçaların onlarda bıraktığı etkilerden bahsetti. Kimi halısını hatırladı kimi avlusundaki bir anıyı hatırladı. Ama sohbet sonunda bireysel ve toplumsal olarak ne kadar değişime uğradıklarını fark ediyorlardı. Bu farkındalığın onları kendi içlerinde bir yüzleşmeye soktuğunu görmek sevindiriciydi. Onların asıl önemli ve değerli olanın ne olduğu üzerine düşünmelerini, kaybın farkına varmalarını istedim. İstanbul’daki izleyici dönüşleri ise mekânın atmosferinden ve onlar üzerindeki etkisi şeklindeydi. Sanki orada, o resimdeki mekândaymışız gibi hissettiriyor diyorlardı.ekran_resmi_2021-05-02_03.19.18 

Resimdeki birçok nesne, ilk işlevinin dışında kullanılıyor: Boya kutusu, su kovası, büyük bidonlar, su ısıtıcıları, salça kutuları gibi malzemeler saksı olarak kullanılmış. Söz konusu malzemelerin hepsi, sanki başka bir rolde ve yeniden var olmuş gibi duruyor. Bu nesnelerin çevrelediği hayatlar hakkında bu bağlamda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Bizim kültürümüzde çoğu nesnenin kullanımına dair alternatif arayışlar, sürekli mevcuttur; hatta nesne satın alınırken, bu düşünceden hareket edilir; çünkü kalabalık aile ortamlarında yer ve imkânlar kısıtlı, ihtiyaçlar ise fazladır. Bu yüzden bir şey, aslında çok şey olmalıdır. Örneğin boya kovası, aynı anda su kovası olarak kullanılırken saksı, aynı anda saklama kabına dönüştürülebilir. Bir de annelerimiz hep “çok yokluk gördük” deyip, nesneleri olabildiğince işlevsel kullanmaya teşnedirler. Onların yaşadıklarını, resimlerimdeki nesnelerle canlandırmak ve böyle hayatların hala var olduğunu bilmek, oldukça düşündürücü. 

Kullandığınız nesneler; konu ettiğiniz dönem ve mekânlar, belli bir halkın belli dönemlerine denk geliyor. Tarzınız, başta izleyici kitlenin çerçevesini, sıkı bir şekilde çiziyor, bir anlamda sınırlıyor da. Eserlerinizde kullandığınız nesne ve mekânlara yabancı olan izleyiciye de ulaşmak gibi bir gayeniz var mı? 

Çalışmalarıma her ne kadar bireysel ve duygusal bir güdüyle başlasam da, elimde bir dönemin toplumsal gerçekliği var; bunun farklı kültürden insanlar tarafından nasıl algılanacağını ve nasıl yorumlanacağını merak ediyorum tabii. Farklı izleyicilerle buluşmak, bir sanatçı için, hele benim gibi yola yeni koyulmuşlar için büyük avantaj. Bu, kişiyi sanatsal olarak çok besleyen bir durum. Bu nedenle son birkaç yıldır farklı farklı sergilere katılmaya çalışıyorum. 

Hatırlamanın kendine özgü bir grameri ve yapısı var. Çalışmalarınızın doğrudan karşılık bulduğu yerlerden birisi de bellek olsa gerek. Hatırlamanın çağrışımlara dayanan yapısı, hatırlama sürecinin geçmişi değiştiren; dönüştüren etkisi, yine hatıraların muğlak ve karmaşık yapısı, çalışma sürecinizi nasıl etkiliyor? Daha sarih bir şekilde sorarsak, bellek ve sanatsal üretime dair neler söylemek istersiniz?

Benim isim ve tarih hafızam hiç yoktur. Ancak bana çok ilginç gelen veya zihnimdeki başka düşünceleri harekete geçiren bilgileri hatırlarım ve unutmam. Günümüzdeki insanların da bu problemi yaşadığına şahit oluyorum. Bu durumda anıyı geri getirecek başka ipuçlarını, özellikle duyular aracılıyla edindiğimiz ipuçlarını kullanmak daha mantıklı. Bu bir görsel, ses, koku veya doku olabilir. Ben de görsel olanla ilgilendiğim için motiflere, izlere, ışık ve gölgeye başvuruyorum; çünkü sayfalarca yazarak bile kendimi ifade edemeyeceğim bir anıma veya olaya dair anlatmak istediklerimi, motifle bir anda anlatabiliyor, hatırlayabiliyor ve bunu, izleyiciye de hatırlatabiliyorum. İnsanların anılarındaki boşlukları bu göstergelerle doldurmaya, onlara neyi unuttuklarını hatırlatmaya çalışıyorum. 

Çalışma masanızda neler var? Geleceğe yönelik plan projeleriniz neler? Biraz bunlardan söz etmek ister misiniz?

Pandemi sürecinde, çoğu insan gibi ben de işlerim ve planlarımla ilgili büyük karmaşa yaşadım. Bu yüzden şuan sadece yüksek lisans tezimi yazmaya çalışıyor, eş zamanlı olarak yeni çalışmalarım için küçük çaplı araştırmalar yapıyor; bir takım eskizler hazırlıyorum.