Devletin Kürt Kadınlarla Yüz Yıllık İmtihanı; Her Ne Pahasına Olursa Olsun “Sağlanamayan Sükûnet”
Makale / Rojda Yıldız

whatsapp_image_2023-10-22_at_00.00.24whatsapp_image_2023-10-22_at_00.00.24
Bazı hikayeler tekerrürdür. Binlerce yıl öncesinde yaşanmış olayların bugün hala taze bir sözde dile gelmesi, hikâyenin zaman ve mekândaki kalıcı olmaya yetecek gücünden geliyor belki de… Zaman lisanı değiştiriyor, anlam gücü aynı; mekânı değiştiriyor, yaşama gücü aynı. Galeaonu’nun anlattığı şu küçük hikâye gibi;

“İşçiler genel grev esnasında tek bir kurşun atmadan Guayaquil şehrini işgel etme ve 1922 yılının birkaç günü boyunca -o günlerde bölge daha önce hiç görmediği bir huzurla tanışmıştı- burayı yönetme suçunu işlemişlerdi. İtaat etmek için doğmuş olanlar Tanrı’nın yönetmek için doğanlara ayırdığı yeri işgal etmişlerdi ki bu yenilecek halt değildi. Ekvator Başkanı sükûnetin her ne pahasına olursa olsun sağlanması emrini verdi.

Ve düzenin yeniden sağlandığı ilan edildi.

Ama her yılın kasım ayında haçlar Guayas Nehri’ne geri dönüyor. Bunlar, o zaman başkanlık emriyle katledilip nehre atılan işçilere eşlik ederek yanlarında yüzmüş olan dayanışmacı haçlar.”[1]

Sükûnetin her ne pahasına olursa olsun sağlanması emri, yönetmek için doğuştan muktedir olanın üstü örtük mottosu. Üstü açık kısmını itaat etmek için doğmuş olanlar iyi bilir; kan, gözyaşı, acı.

Kürtler, Osmanlı’dan bu yana itaat etmek için doğmuş olanlar’ın bu coğrafyadaki kitlesel isimlerinden biri oldu. Kürt sorunu, yönetmeye layık olmayanların yönetme suçunu işlemeye çalışması olarak vuku bulmaya devam ediyor. Cumhuriyet sonrası Kürtlere yaşatılan katliamlar, kırımdan geçirmeler sükûneti sağlamak adına farklı adımlarla bugüne kadar da geldi. Ne var ki bu siyasalın üstü açık kısmı, tarihin kimi özneleri tarafından reddedildi; yanlarında haçları yoktu belki, fakat her sene Mart’ta yeşil-sarı-kırmızı renkleriyle onlara eşlik ederek geldiler…

Kürt kadınların hikayeleri muktedirin sükûneti sağlayamamasının bu coğrafyadaki sebeplerinden biri olarak tarihe geçmeye devam ediyor. Kimileri bir ütopya olarak görüyor, kimileri güçlünün eninde sonunda kazanacağını. Oysa sükûneti bozmak, istikrar edilmesi arzulananı her defasında tepetaklak etmek, Kürt Özgürlük Hareketinin deyimiyle “berxwedan jiyan e” demek aynı şeye tekabül ediyor.

Son yüz yıllık tarih önemli. Bir süredir Kürt kadın hareketinin örgütlenme tarihi, kendi içinde tekil bir bağlam olarak okunsa da birçok bağlamın iç içe geçtiği, modern dünya sisteminin kendini inşa ettiği birçok ideolojik bağlamı karşıdan kesen (sükûneti bozan) bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Kendinden önceki ardılları gibi (kimi çevreler tarafından çokça eleştirilse de) kimlik mücadelesini aşan, ideolojilerin öldüğünü “müjdeleyen” bir çağda ideoloji ile direnmeyi ana odak haline getiren bir noktaya evrildi. Kendi tarihine dair dahi çok az şey bilen, teoriyi ancak pratikle ören, yaptıkça öğrenen bir süreçten öğreten bir sürece geçmek hikâyeyi yırtıldığı yerden yapıştırmayı değil, kâğıdı bile baştan yoğurmayı gerektiren bir süreç. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce yapıştırılan değil yazılan/yaşanan bir tarihi anlatmaya çalışacağım…

Kürt Kadınları Teali Cemiyeti (1919)

Osmanlı’nın son dönemleri içerisinde ulus-devlet yapılaşmasına doğru giderken birçok etnik grup gibi Kürtlerin de arayışı vardı. Derslerde “zararlı cemiyetler” başlığı altında anlatılan Kürt Teali Cemiyeti bunlardan biri. Kendinden önceki cemiyetlerden farklı olarak KTC, doğrudan bir Kürt milliyetçiliği diskuru ile hareket eden ilk örgüt. Ulus-devlet yapılanmasının temel motivasyonu olan milliyetçilik tarihe, kültüre, etnik topluluğa biriciklik, ulvilik atfedip ulus olmaya değer bir söylem kurar. Bununla birlikte çağdaşlık, medeniyet, özgürlük gibi kavramları da bagaja atar. KTC, dönemin ruhuna uygun olarak tam da böylesi bir sürecin bağrından çıktı. Fakat, her medeniyette olduğu gibi KTC de bir çağdaşlık sembolü olarak kadınların mücadelede yer alması gerektiğini düşünmüştü. Aynı şekilde dönemin ideolojik tartışmaları, yürüyen politikalar Kürt kadınları da etkilemiş, yeni bir çıkışın kapıları birlikte tartışılmıştır. Kürt Kadınları Teali Cemaati hem bu çağdaşlık arayışlarının hem kadın mücadelesinin hem de Kürtlerin bulunduğu atmosferin içerisinden sıyrılarak tarihe geçen ilk Kürt kadın örgütü oldu.[2] 1919’da İstanbul Yeldeğirmeni’nde kuruldu. Cemaatin bilinen iki faaliyeti tarihe geçebildi. Biri, Şişli Etfal Hastanesinde 200 çocuğu toplu sünnet ettirmesi, bir diğeri Sultanahmet Meydanı’nda verdiği açılış mevlidi etkinliği. Cemaat çalışanı Encum Yamulki (Aynı zamanda modern Kürt kadın tarihinde kamusal alanda ilk söz kuran kadın) açılışta şunları söylüyordu;

“Bugün bütün milletlerin mukadderâtı başka şekiller aldığı ve herkese bir hak verildiği bir zamanda bizler de kendi hakkımızı istiyoruz, çünkü ortada milyonlarca Kürt var ve büyük bir Kürdistan var. Mukaddes emeller uğrunda en ziyâde çalışmak isteyenlere ve milletlerine olan sevgilerini göstermiş oldukları fedakârlıklarla isbât eyleyenlere cümlemiz bütün varlığımızla teşekkür borçluyuz. Cemiyetin açılış merâsimine koşarak gelen muhterem hanımlarımız ve kardeşlerimiz her sûretle destek olacaklarına, Kürdlük’ün yükselmesi için ne yapılmak lâzımsa tereddütsüz yapacaklarına Kürd sözü verdiler. Öteden beri Kürd sözünden dönmez.”

Encum Yamulki nezdinde Kürt kadınlarına çağrı yapan bu söylem, bir Kürdistan davasının kadınlar açısından varlığını deklare ediyordu. Konuşmanın öncesi ve devamında yardımlaşma, eğitim gibi konulara eğilmek istediklerini, bu konuda çalışma yapmak istediklerini söylüyordu.[3] Kürt kadınların modern dünya sahnesinde yırtılan ilk sayfaları KKTC oldu; cemaatteki kadınların modern kamusalda kurduğu ilk söz açılış etkinliklerine, ikinci ve son söz kapatılmalarına dairdi.

1929’da Tiflis’te Zarya Vastoka Gazetesi’nde isimsiz bir haber yayınlandı;

“Büyük olayların meydana geldiği 1919 yılında, Kürt aydınlarının desteği ile birkaç kültürel örgüt ile beraber Kürt Kadınları İlerleme Komitesi kuruldu. Kürt kadınlarının entelektüel düzeyini geliştirmek, maddi durumlarının ve toplumsal yaşamlarının değişmesi için çalışmak ve onlara yardımcı olmak hedefi ile kuruldu. Ama bu komitenin çalışmaları uzun sürmedi. Konstantinopolis milliyetçilerinin hilekarlıkları ve soruşturmaları yüzünden dernek tüm şubeleri ile beraber kapatıldı.”

KKTC tarihe bir açılışından satırlar okuduğumuz bir de kapanışına dair birkaç satır okuduğumuz bir Cemaat olarak geçti. Yöneticilerinin de çok azı bilindi, çok azının akıbeti ortaya çıkarılabildi.[4] Şubelerini hiç öğrenemedik. Öyle ki Türkiye feminist hareketinin ilgisine bile diğer Osmanlı kadın çalışmalarına nazaran çok çok geç girebildi. Konstantinopolis milliyetçiliği cumhuriyet kurulmadan Kürt kadınların hikayesine ilk çiziklerden birini böyle attı.

Cumhuriyet sonrası Kürt halkı açısından büyük bir kırım, katliam tarihi olarak sayfalara yerleşti. Tanrı’nın yönetmek için doğanlara ayırdığı yeri işgal edenler, sükûneti sağlamak adına toplu olarak katledildi. Büyük katliamların ardından sıra asimilasyonun köklü olarak işletilmesi ve inkârın inşasına geldi. Öyle ki 1925 Şark Islahat Planı şöyle buyurdu;

“Mükemmel kız okulları açılmalı, kızların okula rağbet edilmesi teşvik edilmelidir. Özellikle Dersim’de bir an önce yatılı okullar açılmalı ve Dersim Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır. Fırat’ın batısındaki vilayetlerde dağınık bir şekilde yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşması yasaklanacak ve kız okullarına önem verilerek, kadınların Türkçe konuşması sağlanacaktır.”

Arda kalanların asimilasyon taşıyıcısı olması hedeflenen Kürt kadınlar devlet şiddetinin en çıplak hali ile karşı karşıya kaldılar. Devletin “Kürtlük taşıyıcısı” olarak en zararlıları, Türk edebiyat, sinema, akademi dünyasının en iyi ihtimalle “mazlum, cahil” mağdurları, Kürt erkeklerinin feodal ataerkil dünyasının ikinci sınıf yurttaşları. Bütün bu çetrefilli ve son derece baskısı ağır “sıfatların” altında ayakta kalmak zor. Cumhuriyetin ilk yıllarından şimdiye kadar bu sancılı kimliklerin işletilmediği adım yok neredeyse. Devletin kadroları Kürt kadınları kendisine hizmetçi, ikinci eş yapıp Türk illerine götürdü. Kalanların bir kısmını Dersim dağlarının köylerinden Sıdıka Avar, kendi deyimi ile Dağ Çiçekleri[5]’ni toplayıp Elazığ Kız Enstitüsü’ne “medeni kızlar” olmaları için götürdü. Eğitimleri tamamlanan kızları köylerine geri gönderip, kendi köylülerini “insan etsinler” diye uğraştı. 38’den sonrası köylerine çekilmiş Kürtlerin derin sessizliği ve asimilasyonun perçinlendiği yıllar olarak anılsa da sevgili Zeynep Türkyılmaz Dersimli kadınlar nezdinde (çoğu Kürt kadın için geçerli olan) yırtılan kâğıt parçalarını birbirine yakınlaştırarak bir anekdot düşüyor;

“Her ne kadar operasyondan arda kalanları, kolonyalist şiddet ve “şefkatin” iç içe geçtiği okullarda Dersim’i ehlileştererek, medenileştirerek ve Türkleştirerek Tunceli yaratmaya çalıştılarsa da hem Dağ Çiçeklerinin kendileri hem de çocukları ve öğrencileri Cumhuriyetin ideallerinden çok da uzaklara düşen kendi yollarını seçtiler.”[6]

Cumhuriyetin İdeallerinden Uzak, Kendi Yollarını Seçenler

Tarihe 49’lar Davası olarak geçen Dava, Musa Anter’in İleri Yurt Gazetesinde yayımladığı Qimil şiiri ile fitillenmişti. Şiirde Siverekli genç bir kadın çokça çektiği Qimillardan şikâyet ediyor; Anter, “üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerden kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.” diyerek teselli ediyordu. Musa Anter hala müjdelenen Kürt kadınına konuşuyordu, müjdeleyecek olanların geldiğini…[7] Oysa Siverekli kadının ta kendisi müjdelemeye başlayacaktı; bütün kımıl, süne ve sömürenlerden kurtulmak için.

Sessizlik yıllarının embriyolarından[8] sonra TİP’ten ayrılan “Doğulular Grubu” 1967-1969 yılları arasında Kürdistan’da “Doğu Mitingleri” düzenlemiş, bu mitinglerin hemen ardından Devrimci Doğu Kültür Ocakları kurulmuş, içerisinde Leyla Ejder, Hatice Yaşar gibi Kürt kadın isimler de yer almıştır.

1977’de Diyarbakır’da Kürt kadınlar, Devrimci Demokrat Kadınlar Derneği’ni (DDKD) açmışlar, KKTC’den tam 58 yıl sonra yeniden modern siyasala “buradayız” demişlerdir. Sevinç İşcanlı, Methiye Özhal, Halide Dündar, Leyla Kahraman, Rahime Kesici, Gül Dağdeviren, Türkan Beyik gibi isimler derneğin kurucuları ve üyeleri arasındadır. DKKO; Silvan, Siverek, Kozluk gibi ilçelerde de şubeler açmış özellikle anadil hakkı için çalışmış, konuya dair kampanyalar yürütmüş, kadınlara yönelik okuma-yazma kursları açmış, kadın sorununun tartışıldığı seminerler düzenlemiş ve bildiriler basmışlardır.[9] 2 yıl faaliyet yürütebilen dernek, 1980 darbesi ile beraber kapatılmış, dernek yöneticisi birçok kadın tutuklanmış, ağır işkencelere maruz kalmış ve sürgüne gönderilmiştir. 58 yıl sonra sükûneti sağlamak adına ne gerekiyorsa yeniden aynı şekilde yapılmıştır.

80’lerle birlikte Bakur’da Kürtlerin örgütlü bir mücadeleye başlaması kadınların da katılımına yol açmış, her ne kadar hem örgüt içinde hem toplumda ciddi bir tepki alsa da kadınların katılımı engellenememiş, “cahil, bilmeyen” dağ çiçeği bir kez daha sükûneti bozmaya yeltenmiştir. Feodal ilişkilerin baskın olduğu Kürt toplumunda kadınların mücadeleye katılması başta aileleri olmak üzere bütün toplumun tepkisini alsa da bu durumu toplumun kabullenmesi, Kürt Kadın Hareketinin sonraki politikalarında da olduğu gibi pratikle ikna etme olgusunu doğurmuştur. Ruken Alp’in belirttiği gibi;

“Kürt Kadın Hareketi’nin en önemli özelliği, eylemin teoriyi üretmiş olmasıdır. Akademilerde metinler üzerinden açığa çıkan veya eğitimli, sınıfsal ayrıcalıklara sahip kadınlar veya teorisyenler tarafından ortaya konan bir kadın perspektifi söz konusu değildir. Yaşamsal pratiğin içinde, savaş sürecinde yani “erkeklik”in en yoğun yaşandığı ortamlarda üretilmiştir.”[10]

Pratiğin bu teorik üretim zemini en başından beri büyük bedellerin ödenmesini de beraberinde getirmiştir. Savaş süreçlerinin en yoğun olduğu dönemlerde bir yandan toplumsal feodaliteye karşı bir yandan örgütteki erkeklere karşı bir yandan devlete karşı verilen mücadele büyük bedelleri de yanında getirmiştir. Kimlik mücadelesi veren kadınların bunu cins mücadelesi ile birleştirme çabaları dünyanın hiçbir yerinde “tabii…” diye karşılanmamış, kadınlar açısından siyasal öznellik talebi hep sınırları çizilen, her defasında devlete ve ataerkiye çarpan bir kavram olagelmiştir.

80 darbesi bu anlamı ile Kürt kadınlar açısından bir mihenk dönemi de taşıyor. Darbe, ülkedeki bütün sükûnet bozucuları açısından çok ağır geçti. Kürt kadınlar için ise Sakine Cansız’ın “göğüslerimi kestiler, ah demeye utandım…” sözleri, “mağdur, cahil dağ çiçeğinin” kendi yollarını seçen, seçecek olan kadınlara gösterdiği bir pusulaya dönüştü. “Cezaevine düşenin namusunun kirlendiği” Kürt ataerkil toplum yapısının düşüncesini, onurlu bir direniş algısına evrilten bir süreç yaşandı. Cezaevlerine giren kadınlar, cezaevlerindeki yakınlarını soran kadınlar, açlık grevlerine giren kadınlar, basın açıklaması yapan kadınlar, serhildanlarda en önlerde direnen kadınlar, faili bilindik kadınlar, yönünü dağlara çeviren kadınlar, ateş-i çemberde dans eden kadınlar…

1990’lar…

Kürt toplumsal hafızasında 90’ların yeri ayrı. Hem savaşın çetinleşmesi hem üst üste yaşanan faili belli cinayetler, gözaltılar, tutuklamalar, bombalar, serhildanlar… Bütün bu süreçlerin içerisinde Kürt kadınlar hem direnişin en önlerinde yer almış hem de kadın mücadelesini devam ettirme noktasında ısrarlı bir tutum içerisinde girmişlerdir. Bu anlamıyla 1991’de bir kez daha bir Kürt kadın örgütünün, modern siyasalda talebini görüyoruz. İçerisinde Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak gibi isimlerin de olduğu Yurtsever Kadınlar Derneği İstanbul’da açılmış, dernek 1 yıl sonra sükûneti bozma suçuyla bir KHK ile kapatılmıştır.[11]

1991 yılı aynı zamanda Türkiye siyasal tarihine yemin krizi olarak geçecek olan, bir Kürt kadının, Leyla Zana’nın TBMM’de ettiği bir Kürtçe sözle sallanmıştır. HEP Milletvekili Leyla Zana yemin etmek için çıktığı kürsüde yeşil, sarı, kırmızı saç bandajıyla “Ez vê Sondê li ser navê gelê Kurd û Tirk Dixwîm” demiş, henüz “mevcudiyet” düzeyinde bile kabul edilmeyen bir toplumun renklerini ve dilini devletin en üst düzeyde temsil edildiği mekânda yüksek sesle dile getirerek bir perdeyi yırtmıştır.[12] Erkeklerden müteşekkil seslerin, hakaretlerin arasında sistemin kalbinden sisteme meydan okumuş, Meclis başkanı (Elazığ-Palulu Zaza siyasetçi) Ali Rıza Septioğlu’nun “kızım” diye hitap etmesine aldırış etmeden, sükûneti bozma suçunu  yüksek perdeden işlemiştir. Kürt kadınların temsili Leyla Zana’nın bu reddi inkârı, Kürt toplumunun desteği ve mücadelesi sonucu bir dokunulmazlık zırhı ile kamuoyunun gündemine girmeyi başarabilmiş, varlığı inkârın reddi en üst perdeden bir Kürt kadın tarafından dillendirilmiştir. Bir kadın, bir Kürt olarak Türkiye siyasalının üzerine kurulduğu ve onur kaynağı olan ataerkil-Türk sisteme meydan okumanın bedeli tehditler, hakaretler, hedef göstermeler, sonunda gözaltı ve 10 yıllık cezaevi olmuştur.

1990’lar Kürt kadınlar için hem legal alanda mücadelenin ivme kazandığı, toplumsallaştığı ama aynı zamanda parti binalarının bombalandığı, aktivistlerin öldürüldüğü, çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bir süreç. Bu süreçte bir yandan toplumsal mücadele büyütülmeye çalışılmış, bir yandan kimlik ve cins mücadelesinin yolları, yöntemleri tartışılarak Kürt sorununun çözümü mücadelesi ortak yürütülmeye çalışılmıştır. Bu çoklu mücadele odağı, devletin hem ataerkil hem Türk-Sunni kompozisyonundan müteşekkil kuruluş mottosuna doğrudan müdahale edilmesi anlamına gelmiştir. Buna rağmen çoklu mücadele alanları odağa alınarak örgütlenmeye devam edilmiş, Kürt sorununun yanı sıra cins mücadelesi de daha sistematik tartışılmaya başlanmıştır.

Siyasi Partilerde Örgütlenme

Siyaset mefhumu toplumda en çok erkeğe mıhlanan mefhumlardan biri. Kadınların söz söyleme, eyleme haklarına en çok ket vurulan ve en çok erkek işi olarak görülen alanların başında geliyor. Fakat Kürt kadınların siyasi arenada var olması ve mücadelelerini burada yürütmesi Kürt sorununun demokratik çözümü noktasında hep odakta kalmış bir mücadele alanı. 1991’de HEP ile başlayan mücadeleleri 1993’te partinin kapatılması ile Demokrasi Partisi (DEP, 1994) olarak devam etmiştir. Kadın meselesi ise 1994’te Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) programı ile siyasi partide programa alınmıştır. Parti programında;

"Kadın-erkek eşitliğini yadsıyan ve kadını toplumsal yaşamdan dışlayan eğitim önlenecek; yasalardan kadın-erkek eşitliğine aykırı tüm kurallar ayıklanacak; kadının toplumsal yaşamın her alanında erkeklerle eşitliğini sağlayacak olan ekonomik, sosyal, kültürel ve hukuksal önlemler alınacaktır. Erkek ideolojisinin egemen olduğu toplumun yerleşik davranış kalıplarıyla değer yargılarını ve inançlarını değiştirecek eğitim çalışmalarına özel önem verilecektir. Toplumsal ve doğal bir görev olan analık kurumu güvence altına alınacaktır."[13]

denilmiş, 1997 yılından itibaren kadın birimleri oluşturulmaya başlanmıştır. HADEP 2000’de gerçekleştirdiği kongresinde “pozitif ayrımcılık” ilkesini tüzüğe eklemiş, kadınların bütün yönetim ve karar organlarında dörtte bir oranında temsil edilmesi gerekir kararı alınmıştır. Bugün hala mücadele yürüten birçok Kürt kadın HADEP’in kadın kollarında örgütlenerek mücadele etmiş, sadece Kürt sorununun çözümü için değil, demokratikleşme, kadın sorunu gibi meselelerde çalışmalar yürütmüştür. 2002’de kapatılan HADEP sonrası, 2003’te Demokratik Halk Partisi (DEHAP) kurulmuş, “Devleti demokratikleştiren, siyaseti topluma yayan, insan hakları ve kadın özgürlüğüne, ekolojik dengenin korunmasına, hukukun üstünlüğüne ve sosyal adalete dayanan bir siyasal yaklaşım, çağımızın temel yaklaşımını oluşturacaktır.” ibaresi eklenerek demokrasinin temel taşlarından biri olarak kadın özgürlüğü belirlemesi yapılmıştır. DEHAP programında kadın sorunu detaylı olarak açılmış, ulusal-uluslararası antlaşmaların uygulanması yönünde yapılması gerekenler sıralanmış, kadınların mücadelenin temel öznesi olduğu belirlemesi yapılmıştır. Kadın kotası %35’e çıkarılmış, disiplin suçlarına aile içi dahil olmak üzere kadınlara her türlü şiddet uygulamak, çok eşli olmak, tacizde bulunmak eklenmiştir.

Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)

Kürt kadınlar sadece legal parti düzeyinde değil, özgün-özerk örgütlenmenin önemi üzerine de uzunca yıllar tartışmalar yürütmüş, dernekler, platformlar kurarak kadın mücadelesini devam ettirmişlerdir. “Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez” diskuru ile 2003 yılında kurulan DÖKH, Kürt Hareketi içerisindeki kadınların özgün-özerk bir çatı örgütü olarak kendisini var etmiştir. Çatı örgütü denmesinin sebebi, birçok kurumda çalışan (siyasi parti, basın, kültür, ekonomi, dernekler, platformlar…) kadınların aynı zamanda kadın mücadelesi yürüten aktivistlerinin örgütlendiği ve yaşamın her alanında mücadele etmeye çalıştıkları zemin olmasından kaynaklanmaktadır. Çatı örgütler, esas olarak Kürt kadın hareketi bileşenlerine kadın politikası konusunda bir yöntem ve perspektif sunma ve hareketi somutlaştırma işlevi görmüştür.[14] DÖKH altında örgütlenen kadınlar bir yandan kimlik mücadelesi vermiş bir yandan kendi toplumlarındaki cinsiyetçilik kodlarıyla mücadele etmiş bir yandan da kadın mücadelesinin coğrafyada ortaklaştırılması için yoğun diplomatik faaliyetler göstererek başta Ortadoğu olmak üzere dünyadaki birçok kadın hareketi ile temasa geçmiştir.

Kürt toplumunun değişip dönüşmesi, Kürt kadınların yaşamın her alanında var olması için verdikleri mücadelede en önemli araç ise dönemin ruhunu da belirleyen kampanyalar olmuştur. “Kimsenin Namusu Değiliz, Namusumuz Özgürlüğümüzdür”, “Demokratik Özgür Toplumu Yaratalım, Tecavüz Kültürünü Aşalım”, gibi kampanyalar örgütlenmiş, bu kampanyalar bilinçlendirme çalışmaları yaparak erkeklik olgusu Kürt toplumunda tartışmaya açılmış, bu olgu değiştirilip dönüştürülmek istenmiştir.

Ulus-devlet paradigması eleştirisi de bu dönemde şekillenmiş, DÖKH’ün Diyarbakır’da 24-25 Nisan 2010’da yaptığı konferansın sonuç bildirgesinde konferansın sonuçlarına dair şöyle denilmiştir;

Tüm kimlik ve kültürlerin buluşacağı demokratik alanlar yaratmak, toplumsal özgürlüğün eşit koşullarda yaşam bulmasını sağlamak için demokratik ulus, demokratik vatan ve demokratik anayasa perspektifini hayata geçirmeye çağırır,

Kadına bir sınıf, bir cins olmanın ötesinde, ulusun bir parçası olarak özgürlük, adalet ve eşitlik arayışında öncü olma rolü atfeder.[15]

Bu bağlamda demokratik ulus fikri öne sürülmüş, demokratikleşmenin temel öznesi de kadın özgürlüğü olarak tarif edilmiştir. Bunun için Kürt toplumsal yapısının gerici, feodal, ataerkil, anti-demokratik yapısı ile mücadele etmek ve toplumu değiştirip dönüştürmek temel hedeflerden biri olmuştur.

Bu süre içerisinde özellikle kadınların en çok dışlandığı ve söz hakkı verilmediği siyaset alanının her kulvarında kadın temsiliyetinin ve iradesinin varlığı için dünyaya örnek olacak adımlar atmıştır.

Yerel Yönetimler ve Eşit Temsiliyet

Örgütlü yerel yönetim deneyimi 1999 seçimlerinde HADEP ile başlamıştır. HADEP’li kadınlar 3 kenti pilot il olarak belirlemiş, Mukaddes Kubilay Doğubeyazıt’ta, Cihan Sincar Kızıltepe’de ve Ayşe Karadağ Derik’te aday gösterilmiştir. Bu ilk adım ve sonrasında atılan hiçbir adım kolay olmamıştır. Kadınların belediye başkanlığı yapamayacağı, bu işlerden anlamadığı, kadın aday olursa seçimleri kaybedecekleri gibi birçok ataerkil saldırıya da maruz kalmış, örgütlü erkeklerin duruşları ile de mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Buna rağmen üç kadın da belediyeyi kazanmış, kadın belediyecilik deneyimlerinin nüveleri bu dönemde atılmıştır. Kadına yönelik şiddete dair bu belediyeler bünyesinde bilinçlendirme çalışmaları yapılmış, kadın sağlık ve eğitim merkezleri açılmış, eşlerine şiddet uygulayan erkek personellerin maaşlarını eşlerine ödemek gibi adımlar atılmıştır. Henüz tam olarak oturmuş bir kadın belediyeciliği deneyimi olmaması, yaparak öğrenen bir pratiği de ortaya çıkarmıştır. Kadın belediyecilik mücadelesi DÖKH’ün birinci konferansında da tartışılmış, 2004 seçimlerinde hem başkanlık hem meclis üyeliği düzeyinde kadın kotası kararı alınmıştır. 2004 seçimlerinde Dersim il ve Kürdistan’ın 8 ilçesi kadın kotası olarak belirlenmiş ve kazanılmıştır. Bu belediyelerde DÖKH’ün kadın belediyecilik anlayışı ve paradigması uygulanmış, kadınların siyasete katılımı, toplumsal yaşama katılımı gibi önemli adımlar atılmıştır. 2009 seçimlerinde 14 yerde kadınlar belediye başkanlığına seçilmiş, 19 il genel meclis üyeliği, 190 belediye meclis üyeliği kazanmıştır. 2014 seçimlerinde eşbaşkanlık sistemi hayata geçirilmiş, kazanılan 102 belediyenin 96’sında eşbaşkanlık uygulanmıştır.

Bu dönemde de kadın dayanışma merkezlerinin ve kadın sığınma evlerinin sayısı artarken şiddet gören kadınların başvuru yapabileceği “Alo Şiddet Hatları” kurulmuştur. Kadın Politikaları Daire Başkanlığı, Kadın Politikaları Müdürlüğü ve bunlara bağlı, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Birimi, Kadın Eğitimleri Birimi ve Kadın Ekonomisini Güçlendirme Birimi gibi birimler oluşturuldu. 2016 yılında kadın merkezlerinin sayısı 43’e ulaşırken Diyarbakır, Bağlar, Van ve Akdeniz belediyelerine bağlı olarak toplamda 4 kadın sığınma evi açılmıştır.

2016 sürecinde başlayan kayyım atama politikası ile neredeyse her belediye bünyesinde olan kadın politikaları müdürlükleri, kadın çalışmaları bi fiil askıya alınmış, Kürt kadın çalışanlar işlerinden atılmış, inşa edilen kurumlar ya pasifleştirilmiş ya da başlarına erkek müdürler atanmıştır.[16] Eşbaşkanlar, belediye meclis üyeleri tutuklanmıştır. “Az devlet, çok toplum” paradigması, “Az toplum, çok devlet” ideolojisinin hedefi olmuştur.

Bu süreç, Kürt kadın hareketi öncülüğünde örgütlendirilen “Kentimizi de kendimizi de biz yöneteceğiz” iddiasına devletin verdiği ağır cevaplardan biri olmaya devam ediyor. Yönetmeye layık olmayanların yönetme suçunu işlemesi, yüz yıldır değişmeyen devlet yöntemlerinin yeniden devreye koyulması ile sekteye uğratıldı. Bu politik adım, devletin kendi yasalarının tanıdığı çerçevede dahi yine devletin kabul edilemez kırmızı çizgisine dönüştü. Kürt kadınların ilmik ilmik ördüğü bu yerel yönetim deneyiminin Kürt-kadın özgürlükçü bir noktadan, Türk-erkek merkezli bir sisteme devredilmesi salt bu işin öncülerine yönelik bir hamle olarak değil, Kürt toplumunun, Kürt kadınların hayatını baştan etkileyen bir sonuca dönüştü. Kadın kurumlarının kapatılması, belediye binalarının birer karakola dönüşmesi, kadınların sorunlarını anlatacakları mekanizmaların olmayışı son dönemde Kürdistan’da erkek şiddetini de arttıran bir faktöre dönüşmüş durumda. Oysa başta eşbaşkanlık sistemi olmak üzere örülen belediyecilik sistemi (eksiklikleri olması ile beraber) dünya örnekleri arasında sayılan, gıpta ile bakılan bir sistem örgüsü olarak inşa edilmişti. Yerel yönetim gibi merkezi siyasetten bile daha çok erkeklik olgusu taşıyan bir alanda kadınların bu denli var olması ataerkil Türk devlet sisteminin sükûnet bozucusu olarak bir kez daha hedef olmuştur. 2019’da atanan ikinci kayyım döneminde fiili olarak uygulanan eşbaşkanlık sistemi de kayyım atamaya gerekçe gösterilerek, iddianamelerde suç olarak yazılmıştır.

“Kürdüz, Kadınız, Buradayız; Hiçbir Yere Gitmiyoruz”

2015 yılında DÖKH aktivisti kadınların kendi kararı ile Hareket’in ismi Kongreya Jinên Azad (KJA) olarak değiştirilmiş, “örgütsüz tek bir kadın kalmamalı” kararı alınmıştır.[17] Meclis, komün, kooperatif, akademi, dernek, komisyonlar yaygınlaştırılarak özgür yaşam alanlarının genişletilmesi kararı alınmış, kadınların barış mücadelesinin öncü rolü olacağı belirtilmiştir. Dernek OHAL sürecinde, 2016 yılında birçok kadın kurumu, haber ajansı, STK ile birlikte kapatılmış, faaliyetleri engellenmeye çalışılmıştır.

KJA’dan sonra yola Tevgera Jinên Azad (TJA) olarak devam eden kadınların mücadelesi ise bu isimle hala devam etmektedir. Kadınlar kapatıldıkları ve 40 yıldır kesintisiz bir şekilde tutuklandıkları halde bu dönemlerin hiçbirinde kadın mücadelesini elden bırakmamışlardır. Bu süre içerisinde “Kendimizi Savunuyoruz”, “Jin Jiyan Azadî ile Özgürlüğe[18]” gibi kampanyalar düzenlemiş, bilinçlendirme faaliyetlerine devam etmiş, kadına yönelik şiddete karşı tutum almaya, Kürt kadınlarına yönelik uygulanan her adımı takip etmeye ve politika geliştirmeye devam etmişlerdir.

2020’de tutuklanan ve hakkında 30 yıl hapis cezası istenen Kürt kadın aktivist ve TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan mahkeme savunmasında şöyle diyordu; “Kürdüz, Kadınız, Buradayız; Hiçbir Yere Gitmiyoruz.”  Kürt kadınlar, “burada” olduklarını yaklaşık 40 yıllık bir mücadele ile uzun zamandır anlatmaya ve en önemlisi buradaki varlığı inşa etmeye çalışmış, bunun karşısında hala daha devam eden keskin bir ret ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu süre içerisinde annelik mefhumunu başka bir boyuta taşıyarak “Barış Anneleri” ismi ile örgütlenmiş, özgür basın geleneğinden gelen kadınlar JINHA, Jinnews, Jin TV gibi alanlarda kadın gazeteciliğini büyütmeye çalışmış, özgün kadın kültür dernekleri açmış, hukuk, ekoloji, sağlık, diplomasi gibi alanlarda bu yazıda bir defada sayamayacağımız kadar çok çalışmanın altına imza atmışlardır.

Bugün dünyanın birçok yerinde yankılanan “Jin Jiyan Azadî” sloganı kimlik mücadelesini aşan, yeni bir yaşamın mümkün olduğunu gösteren ve bunu örgütleyen Kürt kadınların 40 yıllık mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Devletin kurucu kodlarının her birini kendisine mücadele alanı olarak gören Kürt kadınlar, ulus-devlet sisteminin bir türlü “başarılı” olmasına da izin vermeyen isyancı olarak görülmüş, görülmeye devam edilmektedir. Ataerkil ulus-devlet düzenini sağlamak adına 100 yıldır Kürt kadınların neredeyse açtıkları her dernek, her kurum, her siyasi parti kapatılmış, gözaltı ve tutuklamalarla susturulmaya çalışılmış, siyasi suikastlarla öldürülmüş, her ne pahasına olursa olsun devlet sükûneti sağlanmaya çalışılmıştır. Buna rağmen kolonyalist şiddetin birincil hedefi, dünya kadın mücadelesinin öncü güçlerinden birine dönüşmeyi başarmış, cumhuriyetin “ideal, makbul kadın” hedeflerinden epey ayrı yollar seçen devasa bir harekete dönüşmüştür… Bugün hala daha bütün şiddeti ile devam eden erkek-devlet saldırılarının en büyük hedeflerinden olan Kürt kadınlar, cezaevlerinde, sürgünlerde, kurumlarda, yaşamın her alanında direnmeye, “özgür toplum ancak özgür kadınla mümkündür” mottosunu inşa etmeye, ezcümle sükûnet bozmaya devam ediyor.

Kaynakça

[1] Eduardo Galeano, Hikâye Avcısı, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2017, 82.

[2] KKTC’ye dair detaylı bilgi için; Rojda Yıldız, “Erken Dönem (1898-1919) Kürt Basınında Toplumsal Cinsiyet ve Kürt Kadınları Teali Cemiyeti”, Yüksek lisans tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2018.

[3] Ne Encum Yamulki ne KKTC’ye dair uzun söylem analizleri yapmayacağım. Yazı vesilesi ile amaçladığım şey yüz yıllık bir Kürt kadın örgütlenme panaroması ve bugününü anlamaya, anlatmak çalışmak.

[4] KKTC’ye dair kimi ek bilgiler için; Rohat Alakom, “Kürd Kadınları Teali Cemiyeti Tarih Yazımına Katkı”, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı:37, 2019, 34-41.

[5] Dersim’den topladığı kız çocuklarına “Dağ Çiçekleri” ismini veren Avar, daha sonra yaptığı faaliyetleri de anlatan bu isimle bir kitap da yazmıştır.

[6] Zeynep Türkyılmaz, “Dersim’den Tunceli’ye Bir Kolonizasyon Projesi; Sıdıka Avar ve Dağ Çiçeklerim”, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı:21, 2015, 32-37.

[7] Jineolojî Dergisi 29. sayısı “Bakur” dosyasında Zilan Narin’in “Özgürlüğün Tohumları” isimli henüz yayınlanmayan yazısından alınmıştır.

[8] Barış Tuğrul, “49’lardan PKK’ye Türkiye’de Kürt Mobilizasyonuna Kuşak Ekseninden Bir Bakış”, Kürd Araştırmaları, 22 Ekim 2021, http://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-142. (Son Erişim: 1 Eylül 2023)

[9] “25 yıl önce… 25 yıl sonra-IV”, War û Mijar, 16 Nisan 2011, http://nezrcibo.blogspot.com/2011/04/25-yil-once25-yil-sonra-iv-nezire-cibo.html. (Son Erişim: 2 Ağustos 2023)

[10] Ruken Alp, “Kürt Özgürlük Hareketi’nde Kadın Direnişi”, Toplum ve Kuram Dergisi, Sayı:10, Bahar 2015, 75.

[11] Barikat Dergisi (1992). “Kapatılan Demokratik Kitle Örgütleri Tartışıyor: Esas Amaç, Örgütsüz, Duyarsız Bir Toplum Yaratmak.” Sayı, 5. Online erişim: http://www.barikatlar.de/barikat/birincibar/5/dko.htm (Erişim Tarihi:10.08.2023).

[12] Rojda Yıldız, “Legal Kürt Siyasetinin İki ‘Yemini’ (1991-2015) Arasında Bir Kürt Kadın; Leyla Zana”,

Kurd Araştırmaları, 25 Nisan 2020, https://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-legal-k-rt-siyasetinin-ki-yemini-1991-2015-aras-nda-bir-k-rt-kad-n-leyla-zana-61. (Son Erişim 27 Eylül 2023)

[13]Handan Çağlayan, “HEP’ten DEHAP’a Pozitif Ayrımcılık”, Bianet, 3 Nisan 2006,  https://bianet.org/yazi/hepten-dehapa-pozitif-ayrimcilik-77078. (Son Erişim: 1 Eylül 2023)

[14]Semiha Arı, “Kürt Kadın Hareketi”, Feminist Bellek, 25 Ocak 2021, https://feministbellek.org/kurt-kadin-hareketi/. (Son Erişim: 3 Eylül 2023)

[15] “Kürt Kadın Konferasından Barış İçin Dayanışma Çağrısı Çıktı”, Binaet, 27 Nisan 2010, https://bianet.org/haber/kurt-kadin-konferansindan-baris-icin-dayanisma-cagrisi-cikti-121585, (Son Erişim: 1 Ekim 2023)

[16] “Kayyım Raporu”, HDP, 28 Şubat 2019, https://hdp.org.tr/tr/kayyim-raporumuz/12907/, (Son Erişim: 2 Eylül 2023)

[17] Kongrede alınan diğer kararlar için; Kongreya Jinên Azad, http://www.politikagazetesi.org/?q=content/kongreya-jin%C3%AAn-azad. (Son Erişim: 15 Eylül 2023)

[18] Bu kampanya hala devam ediyor.