Kürt Kadını ve Siyaset*
Makale / Hatice Yaşar

seydaoglu-kurt-kadinlar-sisteme-mudahale-ettigi-icin-hedefte
Kürd[1] kadınının siyasetteki yerini tartışmadan önce, genel olarak kadının siyasal yaşamdaki konumunu gözden geçirmek gerekiyor. Çünkü Kürd kadını da siyaset ile ilişkisinde planetimiz üzerinde yaşayan diğer hemcinslerinden daha farklı bir geçmişe sahip olamamıştır. Diğer halklarda olduğu gibi, Kürdlerde de siyaset kadına yasaklanmış tabu kılınmış alanların başında gelmektedir. Bazı istisnai durumlarda ise bu alana yönelen kadınlara birtakım ağır şartlar dayatılmaktadır: bir erkeğin himayesinde olmak ve mutlaka cinsiyetinden soyunmak yani cinsiyetsizleşmek. Erkek işi sayılan siyasi alana soyunan bir kadın da bu iki şartı yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde günahkâr-aykırı ilan edilmeyi göze olmak durumundadır. Küçük Robert'in "insan topluluklarını yönetme sanatı ve pratiği", Larousse' un ise " bir devleti yönetme teknikleri" olarak tanımladıkları siyaset, insan türünün neredeyse yarısını oluşturan demek olan kadınlara istisnasız tüm ortak tarih boyunca neden özenle yasak edilmiştir? Bu yasağın nedeni alıntı yaptığımız her iki sözlüğün erkekçe yapılmış siyaset tarifinde ortak olan kilit "yönetme" (siz sömürü olarak okuyun) kelimesinde gizlidir. Dünyaca ünlü sözlüklere bu biçimde geçen siyaseti icra edebilmek için önce yönetilmeyi kabul edecek akabinde adına kararlar alınacak ve de yönetilecek birilerinin olması, eğer yoksa yaratılması gerekmektedir. Yani birinin silahsız-savunmasız bırakılması ve kendi iradesini başkalarına terk etmeye zorlanması demektir. Bugün doğal hatta bir kadermiş gibi görünse de hiçbir insan iradesini başkasına kolayca ve gönüllü terk etmemiştir. Yönetici-yönetilecek ilişkisinin kurulması binlerce yıla yayılmış binlerce erkek tanrı-peygamber gerektirmiştir. Kadın ve erkek cinsi ortak yaşamaya başladıkları andan itibaren fiziki olarak zor kullanmaya yatkın olan erkek cinsi kadın cinsi üzerinde ilk yöneteceklerine kavuşmuş oluyordu.

Kadın düşünürlerin görüşlerine katılarak hâkim erkek anlayışına karşıt görüşü savunuyor ve ilk sömürü biçiminin siyasi-askeri sömürü olduğunu savunuyorum. İnsan türünün ilk sömürülenleri kadınlar oldu. İlk egemenler ise erkek cinsi. Bu sürecin başlatılmasında ilk olarak kadınların hafızasından birilerine özel ayrıcalıklar tanımadan toplumsal hayatın idame ettikleri geçmişlerini silme çabasında olundu. Erkek tanrı-peygamberler üzerinden bu yeni duruma uygun ideolojiler yaratıldı. Yaratılmasında kadınların hiçbir biçimde söz sahibi olmadıkları "ortak" değerler ve "ortak" düşmanlar yaratıldı. Binlerce yıldır devam eden bu beyin yıkama sürecinde erkekler “yönetme sanatı” dedikleri siyasette mükemmelleştikçe kadınlar içine hapsedildikleri zindanın "gönüllü" gardiyanlarına dönüştüler, kolektif kadın hafızası mitolojilerdeki “ dev ana”[2]lara terk edildi. Koskoca bir hafıza ortak olduğu söylenen değerler uğruna bir yerlere gömüldü hatta yok sayıldı. Adına ailenin, kabilenin, dinin, milletin veya sınıfın ortak çıkarları dendi. Bu ortak çıkarları ve düşmanları hep erkekler belirledi, bu mücadelelerin sonuçlarına ve her seferinde daha da güçlenmiş olarak eve dönen erkeğe katlanmak ise toplumun diğer yarısını oluşturan kadına kaldı. İnsanlık tarihi boyunca birçok siyasi yönetim biçimine rastlandı. Erkekler kendi aralarında er işi siyasetin icrasında devir teslimler yaptılar ama özü asla tartıştırtmadılar. Kabile şefliğinden anarşist varyasyonlara kadar uzanan siyasal yelpazenin aktörleri erkek olmaya devam etti. İktisadi sömürü biçimleri değişikliklere uğrarken ilk sömürü biçimi olarak iki cinsiyet arasındaki ayrım daha da mükemmelleştirilerek devam ettirildi ve kadının aleyhine işleyen bu süreç global ideolojiler çerçevesinde görünmez kılınmaya çalışıldı. Kadın, mahremiyete-özele hapsedildi ve bu alanın da siyasete tesir edemeyecek bir alan olduğu kabul ettirildi. Bu alanın sorunlarını gündeme getirmek isteyenler veya çizilen sınırları biraz olsun zorlamaya başlayan nenelerimiz ya “cadı” diye yakıldı, ya Lenin'in Kolontay örneğinde söylediği gibi " gitsin denizcisiyle uğraşsın” denerek ülkesinden ve devriminden uzaklaştırıldı ya da günümüz Kürdistan’ındaki moda deyimle ifade etmek gerekirse "hafif kadın-jina xirab" denerek katledildi. Kadınların, binlerce yıldır kendilerine yasak edilen siyaset alanına yönelmelerinin tarihi son iki yüzyıllık bir süreçtir. Bu anlamda kadınlar genel olarak dünyada siyasal mücadele geleneği itibariyle henüz emekleme dönemindedirler. Buna rağmen emekleme sürecini yaşayan kadın hareketinin her kazanımı din, dil ve sınıf fark etmeksizin karşısında erkekleri bulmaktadır. Planetimiz üzerinde yaşayan erkek cinsinin kendi aralarında var olan anlaşmazlıkları bir yana bırakıp kayıtsız-şartsız birleştikleri hatta enternasyonalist oldukları yegâne alan kadınların "siyaset bizim de işimizdir" demeye başladıkları andaki açık veya örtük hoşnutsuzluklarıdır. Temsili demokrasiyi siyasal biçim olarak benimseyen "eşitlik, kardeşlik, özgürlük" şiarını dilinden düşürmeyen Batı Avrupa toplumları da kadınların erkek yönetici seçmelerine bile izin verilmediği dönemler deneyimledi. Kadın hareketinin seçme-seçilme hakkını zorla elde etmesinden sonradır ki; kadınlar yeni bir potansiyel güç (oy deposu) olarak kabul görmeye başladı. Vakit geçirilmeden bu kazanım manipüle edilmeye ve bu yeni potansiyel de massedilmeye çalışıldı. Böylece Türk feminist arkadaşlarımızın deyimiyle Türkiye'deki adıyla "Kemalist feminizm" hemen hemen her yerde yerel adlar altında devreye sokuldu. Kadın hareketinin dişiyle tırnağıyla kazıyarak elde ettiği haklar, her halkın M. Kemallerince kadınlara “bahşedilen” kazanımlara dönüştürüldü. Kadınların kendi tarihlerine yönelmeleri bir kez daha yasaklandı. "Kadınlar katılmadan devrim olmaz" vecizesi tüm siyasal programların baş tacı edildi. Kadınlar yılda bir gün sevindirildi ancak kadınlara erkeklerin yapacakları devrime sadece erkeklerin çizdikleri siyasal sınırlar çerçevesinde katılma hakları olduğunun farkına varacakları ve itirazda bulunacakları zihinsel bir aydınlanma imkânı bile tanınmadı.

 Kürd Kadını ve Siyasetteki Yeri

Kürd kadını da dünyadaki diğer hemcinsleri gibi, erkeklerle birlikte yaşamaya başladığı andan itibaren "ortak" çıkarlar uğruna kendi kolektif hafızasını kaybetme ve erkek egemen sistemin cenderesinde sıkıştırılma sürecine girmiştir. Bilinen ilk erkek peygamberimiz olduğu söylenen Zerdüşt'ün Avesta'sındaki kadın anlatısı kadınlarımızın bugünkü konumunun kaynaklarına işaret etmektedir. Avesta'ya göre Zerdüşt'ün öz kızı "ortak" çıkarların korunması ve hareketin güçlenmesi uğruna ünlü bir komutanla evlenmek ve bu komutanın şerefini korumak zorundaydı. Kadın tanrıçalarımızın tarihe gömülmesi bir yana, kadının o güne kadar kendisine ait olan değerleri de bir erkeğin şerefine havale ediliyor. Kutsal kitapların "bereketli kavşak" dedikleri toprak parçası üzerinde yaşayan Kürdler, tüm tarihleri boyunca dış saldırılarla karşı karşıya kalmış ve özel olarak bir dış düşman aramaları gerekmemiştir. Bir erkek sanatı sayılan savaş, halkımızın gündeminden hiç düşmemiştir. Kürd toplumunun bu sürekli seferberlik konumu erkeğin kadın karşısındaki pozisyonunu güçlendirmesinin fırsatı olmuş ve buna ivme kazandırmıştır. Savaşçı Kürd erkeği düşmana yenilse bile evinde muzaffer addedilmiş, o da ustalaştığı savaş tekniğini kadına karşı da kullanmaktan kaçınmamıştır. 19. yüzyılda başlatılan ve günümüzde hala devam eden ulusal kurtuluş mücadelesinde Kürd kadınına yedek güç itibariyle bile olsa büyük bir ihtiyaç duyulmuştur. Önceleri iki büyük imparatorluğa daha sonra ise dört devlete karşı verilen ulusal kurtuluş mücadelesinde kadınların potansiyeli önemli olmuştur. Bu nedenle Kürd “erkek feminizmi” çok erken başlamıştır ve elimizdeki belgelere bakıldığında ülkemizde kendisine ilk kez ‘feministim’ diyen kişi bir erkektir. Abdullah Cevdet, 19. yüzyılın sonlarında kendisiyle yapılan bir röportajda kadınların konumuyla ilgili soruya "bu konuda ben bir feministim" demektedir. Nitekim Kürd siyasal örgütlenmelerinde ta 1919'lardan itibaren sürekli olarak yan örgütlenme olarak hep bir kadın kolları olmuştur[3]. Kadın fiziğine aykırı bir mücadele biçimi olan dağ Peşmergeliğinde[4] bile kadınlar neredeyse erkekler kadar yoğun bir biçimde yer almışlardır. Şehirlerde ise kadınlar neredeyse esas gücü temsil etmektedirler. Ülkemizin Suriye'ye cebren bağlanmış parçasında devlet terörünün gemi azıya aldığı 60'lı yıllarda, siyasal arenada sadece kadınlar görünüyordu. (70'li yıllarda Türkiye'de hemen hemen her ulusal kurtuluşçunun söylediği "Herne Pêş” marşı da erkeklere "siz gelmeseniz bile biz kendimiz ülkemizi kurtarmaya yeteriz" diyen bu kadınların tüm Kürdlere armağanıdır.) Halkımızın Saddam Hüseyin'i bir haftada ülkemizden söküp attığı 91 Kürd Baharı ayaklanmaları ve bunları görüntüleyen video kasetler kadınların hatırı sayılır bir çoğunlukta ve ön saflarda olduklarının kanıtlarını içermektedir.

Velhasıl Kürd kadını ulusal kurtuluş mücadelesinde birçok halkla karşılaştırıldığında azımsanmayacak bir potansiyel oluşturmakta ve Peşmerge anası-eşi olmanın yanı sıra aktif savaşçı olmaktan da kaçınmamakta. Kürd siyasal sınıfı da bu durumu manipüle etmekten geri kalmıyor ve her fırsatta Kürd kadınının siyasal arenada ne kadar aktif olduğu ile övünüyor hatta ağırlıklı olarak Müslüman bir toplum olunmasına rağmen Kürd kadınının birçok konuda komşu hemcinslerine göre "imtiyazlı” bir durumda bulunduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu durum birçok Avrupalı kadını bile etkilemektedir. Kürd kadını da, Türk, Arap ve Fars kadınlarının yaşadıklarına bakıp hallerine şükretmekte. Günlük hayatta karşılaşılan "ufak-tefek" cinsiyet ayrımcı uygulamalarla mücadeleyi ise ülkemizin kurtuluşu sonrasına ertelemekteler. Çünkü mücadeleye bu kadar aktif bir biçimde katılan kadınlar kendileriyle ilgili talep ve haklarının özgürlük yoldaşları, kocaları, oğulları ve de kardeşleri tarafından gasp edilmeyeceğine inanıyor ve Kürd erkeklerinin kurtuluş sonrasında dünyadaki diğer hemcinslerinden daha farklı bir tutum sergileyeceklerine kendilerini iknaya çalışıyorlar.

"Kürdlerde kadına yönelik saygı öylesine büyüktür ki iki aşiret arasındaki herhangi bir çatışmada kadın araya girip başörtüsünü yere attığında kan gövdeyi götürse bile çatışma hemen durdurulur." denir[5]. Bu durumu doğrulayan birçok örnek verilebilir. Örneğin Kürdistan’daki hemen hemen tüm siyasi oluşumlarda kadın kolları hatta kadın tugayları-eş başkanları bile var. Yakın tarihimize bakarsak Kürd emaretlerinde kocalarından daha fazla etkin olmuş Mah Şeref Xan (Mesturey Kurdistan) ve Adile Xan gibi emirelerimiz veya Zarife, Hepse Xan vb. gibi siyasi yaşamda önde olan, örgüt yöneticiliği hatta askeri komutanlık yapmış birçok ünlü, iz bırakan kadınımız var. Bunların hiçbiri olmasa bile, hemen hemen her Kürdün bahsedeceği aile-aşiret reisi olan bir anası, nenesi, nenesinin nenesi (Amazon nenelerimize kadar uzanır) vardı. Kaldı ki; 19. yüzyılda ülkemize gelen birçok Avrupalı araştırmacı, misyoner ve diplomatı şaşkınlığa uğratan ve hatta Nikitin'e " Kürdlerde anaerkil kalıntılar çok güçlü" dedirten bir takım gelenekler uzun müddet varlığını devam ettirdi. Neydi bu abartılan hatta "ayrıcalık" denen ve Kürd kadınını komşu kadınlardan ayıran gelenekler? Başkent İstanbul'da kadın feraceleri sultan fermanları ile belirlenirken, Kürd kadını dekolte sayılacak rengarenk giysilerini giymeye devam ediyor ve hatta "gavur" icadı objektiflere poz verebiliyordu, Kürdlerde haremlik-selamlık yoktu ve evin erkeği evde değilse bile kadın yabancı bir misafiri ağırlayabiliyordu, aşiret meclislerinde kadın erkek birlikte oturabiliyorlardı, ünlü halaylarında iki cinsin yakın temaslarının ise İslami hiçbir kural ile bağdaşır yanı yoktu, birçok bölgede gençler müstakbel eşlerini kendileri seçiyordu[6]. Kadının toplumsal yaşamda görece iyi durumda olduğu şeklinde benzeri örnekler çoğaltılabilir. Bazı bölge ve aşiretlerde hala varlık sürdüren bu gelenekleri, Kürd erkekleri, yabancı araştırmacılar ve hatta birçok Kürd kadını bile bizim kadınlarımızın komşu kadınlara göre bazı imtiyazlarla donatılmış olmasına yormuşlardır. Oysa ulusal mücadeledeki kitlesel katılımlar dâhil yukarıda değindiğimiz "imtiyazların" hepsi büyük oranda geçmişe aittir. Nenelerimizin binlerce yıl önce bizlere bıraktıkları zengin mirasın son kalıntılarıdır.

Erkeklerin korkulu rüyası olan Amazonların yaşadıkları varsayılan bölgelerden bir tanesi de Kürdlerin bu gün üzerinde yaşadıkları toprak parçasıdır. İnsan türü için yerleşik hayatın ve ziraatın başladığı Neolitik devrimin planet üzerindeki ilk ocaklarından biridir bu topraklar. Ziraata elverişli bu bölgede kadınlar erkeklerle birlikte yaşamaya başlamadan çok önceleri, hayatlarını organize edebilmiş ve kendi ayakları üzerinde durmuşlardır. İlk ortak yaşamla birlikte,  her iki cins de kendi çeyiz sandığını ortaya koyardı. Kadının çeyiz sandığı yaşamın idamesi için esas olan zenginliklerle doluyken erkeğinki ise güçlü pazuları ve avlanma-öldürme araç gereçleri ile oldukça fukara idi. Bu birliktelik ile birlikte kadınlar özgürlükleri ve yetenekleri konusunda geriye saymaya başlamış ve erkek egemen toplumun cenderesine girmişlerdir. Buna rağmen birliktelik öncesine dayalı bir takım kazanımlar komşu halklarla karşılaştırıldığından daha bir uzun süre devam edebilmiştir. Bunun nedenleri ne Kürd kadınının siyasal yaşama bilinçli katılımında ne de Kürd erkeğinin daha toleranslı olduğunda aranmamalıdır. Bu durumun esas ve belki de biricik nedeni Kürd toplumunun yaşadığı toprak parçasının jeo-politik konumuyla ilintilidir. Bölgemizde Kürdlerden önce ve Kürdlerle birlikte birçok halk yaşadı. Binlerce yıldır süren dış istilalar yanı başımızda yaşayan birçok komşumuzun tarihten silinmesine neden olmuştur. Yaşayan son iki toprakdaşımız Asuri-Keldani ve Ermenilerin akıbetleri ise hafızalardan henüz silinmemiştir. Günümüze kadar birçok jenosid girişiminden arta kalan halklardan biri de Kürdlerdir. Bu direnişin belki de en büyük nedenlerinden biri, Kürdlerin dağlık alanlarda göçebe ve yarı-göçebe bir yaşam sürdürmeleriydi. Yerleşik olmayan ve hayvancılıkla uğraşan bir toplumda kadın; iktisadi alanda erkekten daha aktif bir rol üstlenmektedir. Hayvanların bakımı-sağılması, süt ve süt ürünlerinin elde edilmesi, ihtiyaç fazlasının pazara sunulması, yünün eğrilmesi, giyeceklerin dokunması, dikilmesi, kilim, halı ve ev vazifesi gören çadırların dokunması, hekimlik ve hatta Kürdlerin yüzyıllar boyunca komşularına ihraç ettikleri kökboyaların elde edilmesinin aktif ve başlıca aktörleri kadınlardır. İktisadi alanın idame ettirilmesinin yanı sıra erkeklere ait tek alan olan siyasi-askeri alanın esas öznesini oluşturacak olan çocukları da yine kadınlar karınlarında ve sırtlarında taşıyarak büyütmüşlerdir. Hayatın yeniden örgütlenmesinin böyle sunulduğu koşullarda, kadın her alanda hazır ve nazırdır ve kadına hayati bir ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu durumdaki Kürd erkeği patriarkal sistemin kendisine tanıdığı üstünlükleri, kadını ev içi ekonomisinin köleliğine hapseden diğer erkeklere nazaran daha bir usturuplu biçimde kullanmak durumunda ve zorundadır. Şartlar değiştiği anda ise diğer hemcinslerinden pek de farklı olmadığını hemen gösterecektir. Nitekim Irak ve Türk devletlerinin sürdürdükleri "güvenlik" politikaları gereği dağlarından sökülüp büyük şehirlerin varoşlarına hapsedilen dünün "imtiyazlı” Kürd kadınları kocalarının, erkek kardeşlerinin ve babalarının herhangi bir Türk, Arap veya Fars erkeğinden pek de farklı olmadıklarını ve aradaki farkları da hızla kapatmaya çalıştıklarını fark etmekte gecikmediler. Dağlarındaki, köylerindeki günlük hayatlarının bir parçası olan geçmişe ait tüm hakları da bir bir ellerinden çekip alınmakta, her gün biraz daha Bağdat veya Tahrandaki kadınlara benzemektedirler. Dilsiz, savunmasız bırakılmış ve ev içi ekonomisinin köleliğine terk edilen bu Kürd kadınlarının tüm zihinsel yetenekleri de ellerinden alınmakta, aile içindeki yeni durumlarını sorunsallaştırıp tartışmaları bile imkânsız hale gelmektedir. Ayrıca dört bir taraftan kuşatılmış bir ulusun kurtuluş mücadelesi devam ederken, bu ulusun kadınlarının kadınlık durumlarını sorgulaması lüks sayılmaktadır. Bu mücadelenin siyasi alanını tekelinde tutan Kürd erkeği tarafından tüm kötülüklerin kaynağı olarak sömürgeci ve istilacı komşular gösterilmektedir. Ülkemizi yakıp yıkanlar, Peşmerge kadınları öldüren- tecavüz eden, köyleri ve otlakları boşaltanlar ve sokaklara özel timlerini sürüp gelişi-güzel sivil öldürenler de bu düşmanlardır. Bütün bir halk olarak var olma mücadelesi verilen bir süreçte; yolda özel tim güçlerince dövülen, hor görülen, işkenceye yatırılan bir Kürd erkeğine, eve gelince hıncını karısından, bacısından veya anasından niye çıkarıyor diye sormak abesle iştigal sayılıyor. İkinci sınıf statüsünde tutulan herhangi bir toplumsal kesimin içine düşürüleceği en büyük tuzak kendisi üzerinde egemenlik kuranlarla aynı ortak değerler uğruna herhangi bir mücadeleye sürüklenmesidir. Böylesine bir mücadelenin sonunda kazançlı çıkacak olan daha önceki süreçte de egemen olanlardır. Çünkü egemen olan örgütlüdür, tecrübelidir ve en önemlisi ortak olduğu öne sürülen taleplerin tespiti ve sunulmasında belirleyici olandır. Ayrıca ortak olduğu iddia edilen bu değerler, içteki sorunları görünmez kılar ve içerdeki ikinci sınıf statüsünde olanın kendi talepleri konusundaki reflekslerini ve ortak olduğu öne sürülen değerleri sorgulamasını engeller ve de manipüle edilmesi kolaylaşır. Bu mücadele sürecinde ve akabinde toplumda hâkim olan (erkek), gücüne güç katarken ezilen durumda olanın (kadın) durumu daha da kötüleşir ve çoğu kez daha önce elinde olanları da yitirir.

Sadece yakın tarihimizdeki devrimlerin sonucuna baktığımızda bile bu durumu açıkça görmek mümkündür. Cezayir ulusal kurtuluş savaşına aktif olarak katılan kadınların, Fransızların ülkeden atılmasından sonraki akıbetleri ibretlik örneklerden sadece birisidir. Özgür Cezayir, bu ülkenin kadınına, Fransızlar zamanında tek sayfadan ibaret olan evlilik cüzdanını dört sayfaya çıkararak iade etmiştir ne yazık ki. Kadınların da herkes gibi daha özgür bir gelecek için savaştıkları süreçte erkekler, Müslüman olduklarını hatırlayıp özgür Cezayir'de harem sahibi olmanın koşullarını da hazırlamışlardı. Kadınlar ise ulusal kurtuluş öncesi kâğıt üzerinde de olsa sadece bir kadınla yetinmek zorunda olan kocalarını evlerini ve en özel olması gereken bir yığın duygularını en azından üç başka kadınla paylaşmak zorunda kalmışlardır. Ve bu anlamda kurtuluş öncesi sahip oldukları bir yığın özgürlüğü kaybetmenin ilk adımlarını da atmış oluyorlardı. Bütün bu kayıplar özgür Cezayir ve Arap kültürüne ait "ortak" değerlerin korunması ve de yüceltilmesi adına yapılıyordu. Fransız işkencecilerine işkence odalarında direnerek pes ettirten ünlü Cemilelere, uğruna mücadele ettikleri “ortak değerler” ve özgür Cezayir'den ne bekledikleri sorulmamıştı ve onlar da taleplerini dile getirme imkânı bulamamıştı. Böylece kendisinden önceki milyonlarca hemcinsinin içine düştüğü gaflete teslim olmuştu. Arap ortak kültürü ve değerlerinin erkekçe olduğunu, kadınların aleyhine şu ünlü şeriatı salık verdiğini, bu değerler yaratılırken kadına söz hakkı verilmediğini anlamaya bile fırsat bulamamışlardı. Böylece ünlü Cemileler bugün Cezayir'de çocuk yaştaki hemcinslerinin kaçırılıp tecavüz edildikten sonra katledilmelerinin koşullarını dünkü erkek yoldaşlarına kendi elleriyle sağlamış oluyorlardı. Fransız polisini şaşırtmak için taktik olarak giydikleri siyah çarşaflar ise, bugün kendi öz kızlarının kefenlerine dönüştü. Böylece egemen olanların sahip oldukları imtiyazları en doğal hakları saydıklarını ve kendi rızalarıyla bu imtiyazlardan vazgeçmeyeceklerini kadınlar bir kez daha acı bir şekilde deneyimlemiş oldular.

Günümüzde Kürd Kadını ve Siyaset

Bizim ülkemizde de daha önce bahsettiğimiz gibi kadınlar kitlesel olarak özgürlük savaşının her alanında (siyasi karar organları dışında) mücadele ediyorlar. Bizim de binlerce Cemilemiz var. Her 8 Mart'ta erkek sekreterler Kürd kadınlarını nasıl "kurtaracaklarını” ve kadınların devrime neden katılmak zorunda oldukları konusunda fetvalar veriyorlar. Çok mecbur kaldıklarında da Amazon nenelerimizden miras özdeyişlere başvurup “şêr şêre çi jine çi mêre” diyorlar. Dağlarda, işkencehanelerde ve esas yükün omuzlarına yığıldığı şehirlerdeki faaliyetlerini ise Kürd kadınının siyaset yaptığı ve hatta siyasette aktif rol oynadığına sayıyorlar ve kadınları da buna inandırmaya devam ediyorlar. Kadınların kendilerine empoze edilmiş bu savaş içinde en ufak bir soru sormaya bile ne hakları ne de vakitleri var. Ülkemizin kadın militanları hala kadın olarak kurtuluşlarını sömürgecilerin ülkemizden atılmaları sonrasına ve genellikle erkeklerden oluşan önderlik kadrolarının insafına havale etmeye devam ediyorlar. Her detayına erkeklerin karar verdiği bir savaşa kadınlar neden katılmak zorunda? Kurtuluş savaşının esas mücadele alanı olarak saptanmış savaşta neden sadece erkek fiziği esas alınmıştır ve bu savaşa katılmak-katlanmak zorunda kalan kadın neden cinsiyetsizleşmek zorundadır? Kurtuluş programlarının tespiti sürecinde neden kadınlara kurtuluştan ne anladıkları sorulmuyor, ortak değerler ne zaman ve kimler tarafından yaratılmıştı ve kimlerin çıkarlarını esas alıyordu, kadın ve erkeğin Kürd kültüründen anladığı nedir ve en önemlisi madem her iki cinsiyet de şêr (aslan) idi, iki cinsiyet arasında fark yoktu niye sadece kadın savaşçı "hafif kadın" ilan edilerek katledilebiliyordu ve bu "hafif" deyiminin ne içerdiği bile izah edilmiyordu. 70'li yılların yiğit Margaret ve Zekiye Xanlarına ne oldu misal? Günümüzde artık sıradan sayılması gereken itiraz içeren ufak refleksler bile siyasal sınıf açısından hala tabu-lüks sayılmakta. Oysa bir parçamızda (Güney’de) son beş yıldır yaşananlar, ulusal kurtuluş sonrasında Kürd kadınını nasıl bir akıbetin beklediğini gözler önüne koymaya başladı. Ülkemizin dörde bölünmesi belki de ilk kez bir şeylere yaramaya başlıyor. Güney Kürdistan'daki Cemileler yukarıda değindiğimiz soruları, zamanında sormamanın kendilerine neye mal olduğunu günlük yaşantılarında en ağır biçimde ödemeye başladılar. Bu parçamızda adı ne olursa olsun bir Kürd devleti var. Klasik deyimiyle söylemek gerekirse Kürd siyasal sınıfı ilk kez Kürd halkıyla, ülkeyi yönetme suretiyle karşı karşıya. Daha önceleri her türlü kötülüğün kaynağı sayılan işgalci-sömürgeci güçler artık belli bir sınırın ötesine geçemiyorlar. 1992 haziranından bu yana da halkımızın tarihinde ilk özgür seçimler sonucu oluşturulmuş bir parlamento ve hükümet iş başındadır. Seçimlere sekiz parti katıldı. İran ve Suudi Arabistan’ın sunduğu tüm imkânlara rağmen sadece %4 oy alan İslami hareket dışındaki diğer tüm örgütler kendilerini en basitinden sosyal-demokrat olarak sunuyor ve de uluslararası tüm demokratik anlaşmalara imza atmaya hazır olduklarını iddia ediyorlar. Bu örgütlerden her biri, Saddam’ın faşist olduğunu iddia ederek ülkenin demokratikleştirilmesinin ilk adım olduğunu onlarca yıl savundu. Yeni bir Kürdistan’ın inşa edileceği özellikle vurgulanıyordu hatta Kürdistan Yurtseverler Birliğinin günlük gazetesinin adı bile "Yeni Kürdistan" oldu. Dağlarda, darağaçlarında ve ayaklanma sırasında ödedikleri bedel ve üstlendikleri ağır yükle kadınların seçime hazırlık sürecindeki ve seçim sırasındaki katılımları ve coşkuları dünyanın dört bir yanından gelen gözlemci ve gazetecileri hayrete düşürmüştü. Hükümet kurulur kurulmaz kadınlar; meydanlarda, parklarda toplanıp Saddam'a ait olduğu öne sürülen medeni kanunun kadın erkek eşitliğine aykırı maddelerini ayıklamaya başladılar. Son derece mütevazı sayılacak taleplerini on binlerce imza eşliğinde temmuz ayında parlamentoya, hükümete, tüm siyasi partilere ve yayın organlarına gönderdiler. Sekiz örgütün her birinin kadın kolları üyelerinin yanı sıra, ulaştırma bakanı dahil tüm kadın milletvekilleri de talep sahipleri arasındaydı. 60'lı yıllarda Kürdistan Demokrat Partisi’nin merkez komitesine kadar yükselebilen ilk kadın ve kurulan hükümetteki içişleri bakanının annesi olan Nahide Şêx Selam hasta yatağından kalkıp toplantılara katılıyor ve değişiklik taleplerinde ilk imzacı oluyordu. Aradan dört yıl geçti. On binlerce kadına ilk cevap dünün komünistlerinden geldi. Komünist Kürd olarak idamla yargılanmış, yıllarca zindan ve dağlarda savaşmış ünlü Komela’nın şeflerinden biri ikinci evliliğini yapıyordu. Düne kadar "farklı" Müslümanlar olarak değerlendirilen Kürd erkekleri iktidara gelir gelmez, Müslüman bir toplum olduklarını hatırlayıvermişlerdi. Daha da vahim olanı bu şefler, örgüt içindeki görevlerine yani Kürd kadınını ve Kürd halkını ‘kurtarma mücadelesi”ne devam ediyorlardı. Daha da ürkütücü olansa yıllarca Saddam'la işbirliği yapanların dahi affedildiği bir ülkede onlarca kadının, "kötü kadın" yaftasıyla katledilmeye başlanmasıydı. Margaretler ortadan kaldırıldığında "niye" ve "kötü kadın ne demek” sorularını sormayan dünün direnişçi Kürd kadınlarına ise, bugün ancak sıranın kendilerine ne zaman geleceğini sormak kalıyordu. Dün dağda silahlı iken soramadıklarını, silahsız-örgütsüz bırakıldıkları ve mutfaklara, en iyi ihtimalle erkeklerce "korunan" bürolara hapsedildikleri şehirlerde gündeme getirmeleri artık neredeyse imkânsızdı.

Planetimiz siyasal sınıfının sağa kaydığı ve fundamentalist hareketlerin yeni alanlar kazanarak güçlendiği bir konjonktürde bizim ülkemiz de bu gericilikten nasibini alıyor. Ve Kürd siyasi sınıfı cinsiyetçi politikalarına yeni argümanlar buluyor. İslam’ın birçok şartını yerine getirmeyen hatta kendisini sol olarak konumlandıran bu siyasal sınıf, kadın talepleri söz konusu olduğu anda Kürd halkının Müslüman bir halk olduğunu "hatırlayıveriyor" ve de İslami hareketlerden çok da farklı bir tavır takınmayı düşünmüyor. “Yeni Kürdistan”da yaşayan her kadın artık, kendisini kendisinden başkasının kurtaramayacağını her gün yeni acı tecrübelerle kavramaya başlıyor ve tüm kitlesel katılımına rağmen gerçekte, Kürd siyasi hayatında hiçbir ağırlığının olmadığını fark ediyor. Ve nihayet “otuz yıl boyunca Kürd kadını siyaset sahnesinde belirleyici-aktif olamadı, sadece manipüle edildi” demeye başlayan kadınların sayısı artıyor.

Memleketimizin kuzeyinde ise 80'lerin yenilgi yıllarında yeni bir umut ışığı olarak Türk metropollerinde başlayan kadın hareketi tüm Kürd kadınlarını da etkilemekte gecikmedi. Sömürgecilerden kurtuluş ama kimlerin kurtuluşu ve nasıl, ulusal değerlerin korunması ne demektir (başlık, berdel, kadınların yüksek sesle ve hatta kayınpeder ve kayınvalide ile hiç konuşmaması, kadının kendi namusunu korumaktan aciz olduğu, hatta namusunun ailesine ait olduğu varsayımına dayanarak ailedeki erkeklerin çizdiği sınırları her “ihlalinde” katlinin vacip olması, erkek namusunun sadece kadın kanıyla temizlenmesi, aşiret kavgalarında kadının barış ganimeti olarak sunulması, evlenen kadının boşanma diye bir şeyi asla ve asla düşünememesi, "kötü-hafif kadın" yakıştırmasının her kadının korkulu rüyası olması vb.). Parantez içine alınan bu değerler Kürd toplumunun yarısının korkulu rüyası iken ve sadece erkeklerin egemenliğini pekiştirirken neden “ortak değer” olarak sunuluyor? “Neden siyasal hedeflerini, mücadele yöntem ve araçlarını erkeklerin saptadıkları, kadınlarınsa sadece erkeklere katıldıkları bir devrim?” soruları artık can alıcı sorular olarak Kürd kadınlarının gündemine girmiştir. Önce İstanbul ve Avrupa’nın metropollerinde bir araya gelen ve genel olarak sol gelenekten olan bu kadınların büyük çoğunluğu ulusal kurtuluş mücadelesinde yıllarca yer almış, zindan, işkence ve dağ tecrübelerinden geçmişlerdi. Erkekçe de olsa siyasi bir mücadele gelenekleri vardı. Bu nedenle de başka koşullarda etkili olabilecek "kadın vurgulu hareket ulusal hareketi bölüyor, Kürd halkı dipçikler altındayken ve dağlarda düşmanla boğuşurken kadınlar nelerle uğraşıyorlar" ithamları bu kadınlara karşı pek bir işe yaramadı ve onları yollarından alıkoyamadı.

Kadınlar bugüne kadar tabu sayılan her alanı didiklemeye başladılar. Özellikle ülkemizin güneyinde Kürdlerin özgür rızalarıyla seçtikleri siyasi temsilcilerinin kadın konusundaki icraatları, sömürgecilerden kurtarılmış ve hatta birleştirilmiş ülkemizin hali hazırdaki siyasi programlar uygulandığında ne menem bir ülke olacağını gözler önüne serdi. Bu son durum kadınlar için yeni bir alarm oluyordu. Ağlamayan bebeğe meme verilmiyordu çünkü sadece bebe biliyordu ne zaman acıktığını veya neresinin ağrıdığını. Öyleyse bebenin ağlamaya başlaması gerekiyordu. Dünya kadın hareketinin tecrübelerinden de yararlanarak cinsel kimliklerini ve taleplerini açıkça ortaya koymak gerekiyordu. “Özel olan siyasidir” in yanında “siyasi deyip şimdiye kadar dışında bırakıldığımız her alanda bizlerin de söyleyeceklerimiz var, bizi ‘kurtarma’ ve yönetmenize artık izin vermiyoruz" demeye başladılar. Cinsiyetsiz bir Kürd kimliğinin olmadığını-olamayacağını dolayısıyla Kürd kadınının kurtuluş taleplerinin kadın ve Kürd başlıkları altında sunulacağı, Kürd ulusal kurtuluşunun Kürd kadınlarının da kurtuluşundan geçtiği, halihazırdaki tüm siyasi programların sadece Kürd erkeklerinin kurtuluş programları olmasına itiraz edilerek kadınca inisiyatifler ve platformlar düzeyinde örgütlenilmeye başlandı.

Henüz çok yeni ve bu anlamda hassas olan bu hareketin başarısı radikalliği oranındadır. Kurtuluş- devrim teorilerinin terminolojisinin erkekler tarafından ve erkeklerin çıkarları esas alınarak formüle edildiği bir an bile göz ardı edilmemeye çalışılıyor. Ciddi ve titiz analizlerden ve değerlendirmelerden geçirilmeden hiçbir "doğru" kabul görmemelidir deniyor. İkameci-ertelemeci mantığın tehlikeli demagojiler olduğu birçok tecrübe sonucu ispatlandı. Bugünün hiçbir talebi hangi gerekçelerle olursa olsun bir şeylerin sonrasına ertelenmemelidir. Önce ulusal-demokratik sonra sosyalist sonra da bilmem ne cenneti söylemleri artık yeni köleliklerin cilaları olmamalı. Öyleyse her kavram, her söylem yeniden ele alınmalı, irdelenmeli, sorgulanmalı. Ulusal olduğu öne sürülen her talep Kürdlerin her iki cinsini de dolaysız ilgilendirmektedir. Kadınların kurtuluş talepleriyle zenginleştirilmeyen bir mücadele sadece Kürd erkeklerinin Kürd kadını karşısında ve onun aleyhine daha da güçlenmesine neden olacaktır. “Ortak değerler”den bahsedildiği her yerde kadınların bu değerlerden ne kazandıkları ya da kaybettikleri sorgulanmalıdır. Kadınları satan veya değiş-tokuş metası haline getiren “değer yargısı”,  Kürd halkının değer yargısı değil sadece Kürd erkeklerinin egemenlik silahlarından biridir. Kürd devleti bu değer yargısını korumak için kurulacaksa o devletin kurulmasına Kürd kadınları kuşkuyla yaklaşmalıdır. Dil dahil ulusal olduğu kafamıza kakılan hiçbir değer cinsel anlamda nötr değildir. "Dünyadaki diğer hemcinslerimizin içine düşürüldükleri tuzaktan kaçınmak istiyorsak günlük dilde kullandığımız Kürdçenin masummuş gibi görünen sıradan kavramlarının bile ardında nelerin gizli olduğunu şimdiden aramamız gerekiyor", tartışmaları artık Kürd kadınlarının gündemine yerleşmeye başladı.

Yüzyıllardır kendi evinde bir tek gün bile barış içinde yaşayamayan Kürd halkının kurtuluşu, sadece erkeklerin hazırladıkları bir kurtuluş projesine kadınların da “katılması” yoluyla gerçekleşemez. Kadınların aktif katılımıyla yüzyıllardır özlenen kurtuluşa somut adımlar atılabilinir. Bunun ilk şartı da Kürd kadınının; kadınca örgütlenmesinden, etkili bir baskı gurubuna dönüşmesinden ve artık ulusal kurtuluş hareketinin gerçekten aktif öznelerinden biri olmasından geçer. Ancak bu koşullarda erkek sekterler 8 Martlarda kadınları kurtarma cüretinden vazgeçer ve Hêmin Mukiryanî’nin kadınlara ihtiyaç duyulduğunda sık sık başvurulan dizeleri ülkemiz kurtulduktan sonra da söylenmeye devam edilir.

Ew peçe u rûbend u çarşêwey nedîwe nenkî to

Ew şir u şallate diyarî dujminî dill çillkine[7]

Senin nenen bu peçeyi, yüz örtüsünü ve kara çarşafı görmemişti

Bu pejmurde giysiler, kötü ve fesat düşmanlarının armağanıdır

Özcesi; Kürd kadını yarısını oluşturduğu Kürd halkının içinde ilk kez kendisi için siyasete soyunuyor ve "Ben asla vazgeçemeyeceğim iki kimlik taşıyorum. Kürdüm ve kadınım. Bu iki kimliğimin her ikisi de iç içe ve aynı önemde. Türk, Irak, Fars, Suriye devletleri ulusal kimliğimi, Kürd erkekleri de cinsel kimliğimi yok etmek istiyorlar. Her ikisi de şiddet kullanıyor. Ünlü ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ erkek özdeyişine katılmıyorum. İki kötüden birini tercih etmenin bana nelere mal olduğunu ülkemin Güney’inden biliyorum. Kimliklerime saldıran herkese, benimle aynı dili konuşsa bile” dış düşmanlara karşı gösterdiğim kararlılıkta bir mücadele vermeye hazırım" diyor.

* Kürd sol hareketlerinden Rizgarî/Ala Rizgarî’nin kurucusu ve yönetim kadrosunda bulunan Hatice Yaşar, bu yazısını 90’lı yıllarda kaleme almış olup yazı, 1994’te Kürdistan Aktüel’de Almanca olarak yayınlanmıştır. Yaşam koşulları nedeniyle yazınsal üretimlerinin birçoğunu arşivleyemediğini belirten yazarın bu yazısının yayınlanmış hali hem kendi arşivinde yer almamaktadır hem de yayınlandığı dergiye ulaşılamamaktadır. Yazarın ilk yayınlandığı tarihten önceki Türkçe yazılmış taslak haline yıllar sonra yeniden ulaştığı ve arşivlediği yazısı yazarın da onayı dahilinde -dönem merkezli muhtevası ve yaklaşımı korunarak- kısmen revize edildikten sonra siz okuyuculara takdim edilmiştir. Yazı, yakın geçmişteki Kürd siyasetinin ve hareketinin öncü kadınlarından birinin gözünden Kürd siyaseti ve hareketindeki toplumsal cinsiyet yaklaşımlarına dair bir döneme ilişkin (90’lar ve öncesi) değerlendirmeler içermesi ve birçok husustaki değerlendirmelerinin güncelliğini koruması hasebiyle yeniden yayınlanmaya değer mühim bir yazıdır. Yazarın bu dönemde ulusal kurtuluşa yönelik siyasi alanda Kürdistan’daki toplumsal cinsiyet ayrımına dayalı sorunlara ilişkin cesur eleştirileri ve değerlendirmeleri ve Kürd kadınlarına çağrısı, günümüzde henüz olgunlaşan ve yaygınlaşan bazı toplumsal cinsiyet teorilerinin ve de kadın ve ulusal kurtuluş mücadelesi ilişkisine dair teorilerin (bilhassa postkolonyal feminizm) Batı dışı dünyada adeta anakronik sayılacak şekilde erken bir temsili olması yazının önemini daha da artırmaktadır. 

Dipnotlar

[1] Yazar, “Kürd” yerine  “Kürd” demenin ve yazmanın doğru olduğuna inandığını ve bu kullanımı tercih ettiğini belirtmiştir.  Yazı redekte edilirken yazarın bu tercihine sadık kalınmıştır.

[2] Kürt masallarında geçen ürkütücü dev ana/nine figürü Kürdistan’ın farklı yerlerinde farklı ad ve özelliklerle karşımıza çıkmaktadır. Devasa memeleri olan ve hareket edebilmek için onları omuzlarından arkaya atan ve can alan bu dev,  arkasından kendisine yakalanmadan memelerindeki sütü emebilenleri evlatlık alıp onlara zarar vermemektedir.

[3] Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nde varlık gösteren kadın örgütü Yayan’ın başkanı cumhuriyetin cumhurbaşkanının eşi Mina Xan’. Günümüzde Kürdistan Yurtsever Birliğinin kadın kollarının başkanlığını uzun yıllar Mam Celal Talabani'nin eşi Hero Xan yürütmüş ve son olarak bu görev Talabani'nin yeğenine devredilmiştir. Diğer kadın kollarında da durum aşağı yukarı aynıdır. Erkek örgütlerinin birer kopyası olan bu örgütlerdeki kadın yöneticiler, erkek yöneticilere yakınlıkları oranında taltif edilmektedirler.

[4] Peşmerge sözcüğünü de Mahabad’da ilk kez bir kadının kullandığı yaygın bir inanıştır.

[5] Günümüzde bu gelenek sadece folklorik bir değer taşıyor. Son KDP-YNK çatışması devam ederken binlerce kadın başörtülerini meydanlara atmanın yanı sıra Hewler-Süleymaniye arası yüzlerce kilometreyi 40 derece sıcakta yürüdüler, parlamentonun önünde açlık grevlerine yattılar ancak bu eylemeleri karşılık bulmadı. Üstelik bu kadınların büyük çoğunluğu yıllarca bu iki örgütün militanlığını yapan yani "devrime katılan" kadınlardı.

[6] Güneydeki Balekayetî bölgesinde “Kewş” geleneği gereği bahar aylarıyla birlikte gençler kırlara giderler. Tamamen özgürdürler ve günlerce kalırlar. Bu gezi dönüşünde evlilik hususunda kendi aralarında anlaşan gençlerin tercihine büyüklerince sadece saygı duyulur.

Qeledize, Bokan, Mahabad şehirleri üçgeninde yaşayan büyük bir aşiretler konfederasyonu olan Mengurlerde devam ettirilen bir gelenek olarak kadının eş değiştirme potansiyeline saygı duyuluyor. “Redukewtin” adı verilen bu geleneğe göre bir kadının değeri koca değiştirmesi oranında artıyor. Tabii erkekler bundan da çıkar sağlamaktan geri kalmamışlardır. Eski koca yeni kocadan her seferinde yükselen bir başlık talep etmektedir.

Anadolu Kürtleri arasında azalmakla beraber halen devam eden bir geleneğe göre nişanlı çiftler kadının baba evinde hazırlanan bir odada birlikte gecelerler.

[7] Hêmin Mukiryanî, "Yadgarî Şîrîn" adlı şiirinde geçen bu dizelerde, kadınların giymek zorunda bırakıldıkları çarşaf ve peçenin, İslam’ı yaymak adına ülkemizi işgal eden Araplara ait olduğunu vurgulamaktadır.