Kürt Meselesi : Etnopolitikadan Jeopolitikaya
Makale / Mesut Yeğen

mesut 
Resim şimdi daha net. Bir zamandır olan biten, yapılanlar ve yapılmayanlar Kürt meselesinin devletin nazarında artık ‘başka bir şey’ olduğunu gösteriyor. Kestirmeden söylemek gerekirse Kürt meselesi devlet nazarında bir zamandır esas olarak jeopolitik bir mesele. Devlet, neredeyse yüz sene boyunca milletten kılma meselesi olarak ve millet inşa etme perspektifinden gördüğü Kürt meselesini artık jeopolitik bir mesele olarak görüyor, meseleye artık jeopolitiğin merceğinden bakıyor. Yine kestirmeden söylemek gerekirse, devlet, neredeyse yüz sene boyunca etnopolitikanın bildik araçlarıyla meşgul olduğu Kürt meselesiyle artık yeni araçlarla, jeopolitikanın araçlarıyla meşgul oluyor. Etnopolitik perspektiften ve etnopolitikanın bildik araçlarından vazgeçmeden elbette.

Kürt meselesini jeopolitik bir mesele olarak, Kürt meselesini jeopolitiğin merceğinden görmek nedir, Kürt meselesinde ne türden jeopolitika araçları devrededir, bu soruların cevaplarına geçmeden önce, Kürt meselesinde neredeyse yüz sene boyunca geçerli olan milletten kılma perspektifine, başka bir tabirle etnopolitik perspektife ve bu perspektife eşlik eden siyasetlere dair kısa bir not düşeyim.

Kürt Meselesinde Etnopolitika

Malum, modern devletlerin millet inşa etme işinde kullandığı çok sayıda siyaseti kabaca üç grupta toplamak mümkün: “arındırma, asimilasyon ve tanıma”. Türkiye devleti, Türk milletinden olma ayrıcalığına ya da istidadına sahip olmadığına kanaat getirdiği Ermeniler ve Rumlar söz konusu olduğunda kullanmaktan imtina etmediği imha, tehcir ve mübadele gibi arındırma araçlarını Kürtler söz konusu olduğunda kullanmadı, en azından sistematik, sürekli ve toptancı bir biçimde. Türk olma istidadına sahip gördüğü Kürtleri esas olarak asimilasyon vasıtasıyla Türk milletinden kılmaya girişti Türkiye devleti. Ta ki 1990’lara kadar. 1990’lardan 2015’e kadar belli belirsiz bir tanıma siyasetiyle meşgul olundu Kürt meselesinde. Türkiye ulusu, anayasal vatandaşlık gibi önerilerin yapıldığı bu dönemde Kürtlerin asimilasyon vasıtasıyla Türkleştirilmesindense, tanıma vasıtasıyla milletten kılınması konuşuldu. Özetle, Türkiye devleti millet inşa etme işinde bir pürüz, bir milletten kılma meselesi olarak gördüğü Kürt meselesiyle mevzii bir arındırma, zayıf bir tanıma ama esas olarak kuvvetli ve kararlı bir asimilasyon siyasetiyle meşgul oldu, meseleyi bu araçlarla  halletmeye çalıştı.

İşaretler, aşağı yukarı yüz sene boyunca geçerli olan Kürt meselesiyle etnopolitiğin bildik araçlarıyla meşgul olma halinde, Kürt meselesini bir milletten kılma meselesi olarak görme durumunda esaslı bir değişiklik olduğunu, bu yüz senelik meşgul olma biçiminin ve perspektifin yanına yeni meşgul olma biçimlerinin ve yeni bir perspektifin iliştiğini gösteriyor. Kökleri 2003’e (Irak işgali) ve 2011’e (Suriye Savaşı) uzansa da, Türkiye devleti 2015’le birlikte Kürt meselesine jeopolitik bir perspektifle de bakmaya, Kürt meselesiyle jeopolitiğin araçlarıyla da meşgul olmaya başlamış görünüyor.

Kürt meselesine jeopolitik perspektiften bakmak ve Kürt meselesiyle jeopolitikanın araçlarıyla meşgul olmak derken neyi kast ettiğimi artık izah edeyim, ama önce bir küçük notu daha araya sıkıştırayım: Kürt meselesine jeopolitik bir perspektiften de bakılıyor, Kürt meselesiyle jeopolitikanın araçlarıyla da meşgul olunuyor derken eski perspektifin ve araçların iptal edildiğini kast etmediğim zaten açık. Ama basitçe yeni bir perspektifin ve araçların eskilerinin yanına ilişmesini de kast etmiyorum. Kast ettiğim eskinin perspektifini bozan, eskinin, araçlarının önüne geçen bir yan yana olma hali daha çok.

Jeopolitikaya Giden Yol

Jeopolitik perspektif derken neyi kast ettiğimi izah etmeye negatif önermelerle başlayayım. Burada kast ettiğim Kürt meselesine sınır-ötesi, bölgesel bir perspektiften bakmak, Kürt meselesini Irak ve Suriye (ve İran) kısımlarıyla birlikte düşünmek ve buna uyarlı bir siyaset takip etmek değil. Değil, çünkü Türkiye devleti Osmanlı’nın parçalandığı 1918’den bugüne hep bu türden bir perspektife sahip oldu Kürt meselesinde. Olmaya da mecburdu, çünkü 1918’de oluşan statükoyu takiben üç ayrı devletin vatandaşı olmuş Osmanlı Kürtleri, bir yandan maruz kaldıkları statükoyu değiştirmek için mücadele ederken, beri yanda da Dünya Savaşı öncesinde tecrübe ettikleri Kürtler-arası iktisadi, sosyal ve siyasi münasebetleri sürdürmeye devam ettiler. Bu durum, Kürt meselesini Kürtlerin vatandaşı olduğu dört ülkenin her biri için sınır ötesi mahiyeti olan, bölgesel bir mesele kıldı. Kimi değişimlerden geçerek elbette.

Mesela, Kürt meselesi Kürtlerin vatandaşı olduğu devletler arasında 1970’lere kadar iş birliğinin aracı olan bir bölgesel mesele olmuşken, bu tarihten sonra çatışmanın da aracı oldu. Malum, Fransız mandasındaki Suriye, 1925 ayaklanmasına katılan Kürt isyancıları kuşatmaya giden Türk askerlerinin Suriye sınırları içerisinden geçen demiryolu hattını kullanmalarına izin verirken, Türkiye ve İran her iki taraftaki Kürt isyancılarla daha etkili bir biçimde meşgul olabilmek için 1932’de bir sınır tashihi anlaşması imzalamış; İran, Irak ve Türkiye ise 1937’deki Sadabad ve 1955’deki Bağdat Paktı vasıtasıyla Kürt meselesinde işbirliği yapacaklarını bir diğerine taahhüt etmişlerdi. Ne var ki, Kürt meselesinin bölgesel mahiyetinin işbirliğinin aracı olması durumunda 1970’lerle birlikte önemli bir değişiklik yaşandı ve İran, Türkiye, Irak ve Suriye arasında geçerli olan Kürt meselesi karşısında işbirliği içerisinde olmak, daha doğrusu Kürt kartını bir diğerine karşı kullanmamak ‘ilkesi’ işlememeye başladı. Önce, İran ve Irak bir diğerine karşı, ardından da Suriye Türkiye’ye karşı ‘Kürt kartını’ oynadı. Öte yandan, Kürt meselesinin bölgesel mahiyetinde 1970’lerde yaşanan bu değişim Kürtlerin durumunda bir değişikliğe yol açmadı ve 1918’de kurulan egemenlik statükosu aynen devam etti.

Körfez Savaşı’nın Irak’ın işgaliyle neticelenen 2003 safhası ise Kürt meselesinin bölgesel mahiyetine yeni bir katman eklemekle kalmadı 1918’de kurulan egemenlik statükosunu da değiştirdi. 2003’le beraber Kürt meselesi küresel bir aktör olarak ABD’nin doğrudan dahil olduğu, bu itibarla bölge-üstü mahiyeti de olan bir meseleye dönüşürken, Irak’ın federal bir devlet olarak yeniden kurulması, 1918’de inşa edilen egemenlik statükosunda önemli sayılabilecek bir değişikliğe yol açtı. 2011’de başlayan ve halen süren Suriye Savaşı ise Kürt meselesinin bölge-üstü mahiyete de sahip bir mesele olma halini pekiştirdi. Suriye Savaşı bölgesel ve küresel aktörler arasında bir vekiller savaşına döndükçe Kürt meselesi yerel, ulusal, bölgesel ve küresel tabakalardan oluşan çok-katmanlı bir meseleye dönüştü.

Özetle, aşağı yukarı yüz senedir dört ülkede birden cereyan ettiğinden, Kürt meselesi 1918’den bugüne neredeyse doğal bir biçimde hep bölgesel boyutu da olan bir mesele oldu. Sadece Türkiye için değil, Kürtlerin vatandaşı olduğu dört ülkenin her biri için.

Kürt meselesinin jeopolitik bir mesele olarak görülmesi, Kürt meselesine jeopolitiğin merceğinden bakmak derken kast ettiğim, Kürt meselesinin bölgesel mahiyeti diyerek aktardıklarımla ilgili olmakla beraber, bunlardan epey fazla, epey farklı. Kast ettiğim şu: Türkiye 2011’den beridir ama daha belirgin olarak 2015’ten bu yana, öncesinde yaptığı gibi Kürt meselesinin Türkiye’deki kısmını yönetmek üzere meselenin Türkiye harici kısımlarına bakmak yerine, revize etmekte olduğu bölgesel perspektifi üzerinden Kürt meselesinin Türkiye harici kısımlarına ve buradan da kendi Kürt meselesine bakıyor. Daha sade bir biçimde söyleyecek olursam: Türkiye 2015’ten beridir kendi Kürt meselesine bölgesel bir mercekten gördüğü Irak ve Suriye (ve İran) merceğinden bakıyor. Nitekim bu perspektif değişikliğinden olsa gerek ki, Türkiye bir zamandır Kürt meselesinin Türkiye haricindeki kısmıyla “İran, Irak ve Suriye’yle işbirliği”, Türkiye içindeki kısmıyla ise “mevzii arındırma, zayıf tanıma ve kararlı asimilasyona” dayalı etnopolitika çerçevesinin dışına düşen araçlarla ilgileniyor daha çok.

Açıklamaya çalışayım...

Kürt Meselesinde Jeopolitika

Bir perspektif ve bu perspektife uyarlı siyasetler birliği olarak Kürt meselesinde jeopolitika birkaç büyük parçadan oluşuyor. İlk büyük parçayı Türkiye’nin revize etmeye koyulduğu bölgesel siyasi perspektifi oluşturuyor. Malum, Türkiye esas olarak 2011’den ama çok daha belirgin olarak 2015’ten beri bölgesel ya da genel olarak uluslararası pozisyonunu değiştirmeye çalışıyor. Arap Baharı’yla birlikte ortaya çıkan Müslüman Kardeşler hattının liderliğini yapmak gibi ihtiraslı bir vizyonla başlayan bu değişim, Mursi yönetiminin devrilip Esas rejimin ayakta kalmasıyla daha mütevazı, daha mevzii ve ideolojiden çok jeopolitik çıkarın yön verdiği bir bölgesel aktörlük rotasına girdi. Bu türden bir aktörlük vizyonunun ‘gereği olarak’ Suriye ve Libya’da savaşa girildi ve yine aynı vizyonun tezahürleri olarak Katar’la neredeyse stratejik müttefik olundu, geleneksel olarak iyi ilişkiler içinde olunan Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail’le ‘bozuşuldu’, geleneksel hasımlardan Rusya ve İran’la mevzii yakınlaşmalar kuruldu ve geleneksel müttefik ABD’yle mevzii ihtilaflar yaşandı. Hülasa, Türkiye bir müddettir ‘bölgesine’ 1952’yle 1989 arasında baktığı gibi bakmayan, bu tarihler arasında hüküm sürmüş uluslararası ilişkiler mimarisinin çökmesinden olsa gerek, ‘bölgesinde’ 1952’yle 1989 arasındakinden daha fazla nüfuz peşinde bir ülke. Suriye ve Irak’ta ne olduğu, bilhassa da Suriye ve Irak Kürtlerinin ne yaptığı ve ne yapacağı Türkiye’nin bu yeni bölgesel vizyonunun doğrudan girdileri olduğundan, Türkiye Kürt meselesine, meselenin Türkiye kısmı da dahil, Suriye ve Irak’ı aşan bir bölgesel perspektiften bakıyor. Özetle, Kürt meselesinde jeopolitikanın tavanında Türkiye’nin bölgesinde daha fazla nüfuz peşine düşmesiyle geliştirmeye koyulduğu jeopolitik perspektif var.

Kürt meselesinde jeopolitikanın ikinci büyük parçasını Irak ve Suriye’de Kürtlerle meskun mahallerde ya da bu mahallerin bir kısmında, daha önce merkezi iktidarların ifa ettiği ve Kürtleri kontrol etmeye matuf ‘düzen kurma’ işini Türkiye’nin üstlenmesi oluşturuyor. Malum, Türkiye ordusu bir zamandır hem Irak’ta hem de Suriye’de yer yer bu ülkelerin ordularını ikame ediyor. Rusya, ABD ve Suriye ve Irak rejimleri tarafından sınırlandırılmakla birlikte, Türkiye her iki ülkede giderek daha fazla alanda, uluslararası sistem tarafından tanınmasa da, egemenlik icra ediyor. Kürt meselesinde jeopolitikanın ikinci katmanında da, bu görece yeni durum,Türkiye’nin, Irak ve Suriye’nin Kürtlerle meskun kısımlarında Irak ve Suriye devletlerini ikame etmesi yer alıyor.

Kürt meselesinde jeopolitikanın üçüncü katmanında Türkiye bürokrasisinin ordu ve istihbarat dışında kalan aksamlarının da Türkiye dışına taşması var. Malum, Türkiye devleti 2015’ten sonra valilik, kaymakamlık, polis, eğitim, Türk Lirası, posta, telekomünikasyon gibi pek çok fonksiyonunu Suriye’nin çeşitli kısımlarına taşımış durumda. Türkiye, hem revize ettiği bölgesel konumunu tahkim etmek hem de Kürt meselesinin Türkiye harici kısımlarını yönetmek üzere bürokrasinin ordu ve istihbarat haricindeki işlevlerini de Suriye’ye taşımış görünüyor. Kürt meselesinde jeopolitikanın üçüncü parçası Türkiye harici Kürtleri (ve Arapları) Türkiye devletinin zor ve ikna aygıtlarının menziline almaktan oluşuyor.

Aynı minvalde dördüncü parçayı Türkiye’nin ülke haricindeki coğrafya ve nüfusu Kürt meselesini yönetmek için kullanması var. Türkiye, bir müddettir Türkiye harici mekanları ve Türkiye yurttaşı olmayan Arapları, Kürtleri ve Türkmenleri Kürt meselesinin hem Irak ve Suriye hem de Türkiye kısımlarını yönetmek için kullanıyor. Suriye’nin Afrin ve Kobani, Kobani ve Haseke arasındaki kısımlarını bizzat kontrol etmek, savaştan kaçmış Suriyelileri Suriye’de ‘uyarınca’ iskan etmek, Irak’la KBY’ni bypass eden sınır kapısı açmaya çalışmak gibi faaliyetler bu minvalde akla gelen ilk örnekler.

Kürt meselesinde jeopolitikanın son parçası, meselenin Türkiye kısmıyla ilgili. Kürt meselesine esas olarak artık jeopolitikanın merceğinden bakıldığından, başka bir deyişle, Kürt meselesinin Türkiye kısmına meselenin Suriye ve Irak kısımlarıyla ilişkisi üzerinden, meselenin Suriye ve Irak kısımlarına ise “bölgede nüfuzumu nasıl arttıracağım” sorusu üzerinden bakıldığından, Türkiye Kürt meselesinin Türkiye içi kısmıyla da artık başka bir biçimde ilgileniyor. 2015’ten sonra takip edilen siyasetlere bakıldığında görülen şu: Kürt meselesinin Türkiye kısmında devlet “asimilasyon mu, tanıma mı” sorusundan uzaklaşmış durumda. Etnopolitika çerçevesine ait bu soru yerini “Kürt meselesi, meselenin Türkiye harici kısımlarıyla ve Türkiye’nin bölgesindeki nüfuzunu arttırmak siyasetiyle ilişkisi içerisinde nasıl yönetilecek” sorusuna bırakmış görünüyor. Bu soruya verilen cevap herkesin malumu: süreklileşmiş bir güvenlik siyaseti, süreklileşmiş bir olağanüstü hal. Zaman zaman duyulan “Kürt meselesini çözdük, artık bir Kürt meselemiz kalmamıştır” retoriğinin arkasında bu cevap olsa gerek.

Hülasa, Kürt meselesine etnopolitik perspektiften bakışın yanına ikinci bir bakış, jeopolitik bir bakış yerleşmiştir derken, etnopolitika araçlarının yanında artık jeopolitikanın araçları da devrededir derken kast ettiklerim bunlar.

Türkiye’nin Kürt meselesine bakışında, Kürt meselesi siyasetinde bu türden etraflı bir değişiklik olmuş olmakla birlikte, söz konusu değişikliğin derinleştirilip derinleştirilemeyeceği ve sürdürülebilir olup olmadığı biraz belirsiz. Bu itibarla da Kürt meselesinde günümüzün büyük sorularından biri şu olsa gerek: Türkiye Kürt meselesine esas olarak jeopolitik perspektiften bakmayı, Kürt meselesiyle esas olarak jeopolitika araçlarıyla meşgul olmayı sürdürebilir mi, sürdürebilirse nereye kadar, hangi biçimde?

Jeopolitikanın Vadesi, Jeopolitikanın Yönü

Kürt meselesinde jeopolitikanın vadesi ve yönü ağırlıkla ilki olmak üzere, dış siyaset ve iç siyaset faktörlerince belirlenecek tabii ki. Buraya üstünkörü bir bakış, mevcut jeopolitik perspektifi besleyecek, zayıflatacak, durduracak, sürdürecek ya da yönünü değiştirecek faktörlerin hepsinin birden mevcut olduğunu gösteriyor.

Kürt meselesindeki perspektif ve politika değişikliğinin esas sebebi olan ve Türkiye’ye “daha nüfuzlu olabilirim” dedirten bölgesel vakumun devam ediyor oluşu mevcut jeopolitik perspektifi sürdürmeye teşvik eden bir faktör. Körfez savaşları ve Arap Baharıyla birlikte “şeylerin bildik uluslararası düzeninin” iyice çökmüş oluşu Türkiye’ye bölgesel konumunu revize edebilmek, bu itibarla da Kürt meselesine jeopolitik bir perspektifle bakmaya devam etmek fırsatını veriyor. Söz konusu vakumun kapanıp kapanmayacağı, kapanırsa nasıl kapanacağı Türkiye’nin bölgesel konumunu görece sabitleyeceği gibi, Kürt meselesinde peşine düştüğü jeopolitik perspektifi sürdürüp sürdüremeyeceğini, ya da ne kadarıyla ve nasıl sürdüreceğini de tayin edeceğe benziyor.

Bölgede “şeylerin bildik uluslararası düzenine” geri dönmenin imkansızlığı, Türkiye’nin harekete geçirebildiği askeri kapasitenin işlerin düzenlenmesinde etkili olması, Katar gibi stratejik ve Rusya, İran ve hatta ABD gibi mevzii müttefiklere sahip olmak, Kürt meselesinin Irak ve Suriye kısımlarının akıbetiyle ilgili olarak İran ve Rusya’yla yakın pozisyonda olmak vb. faktörler Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu büyütmek ve Kürt meselesiyle jeopolitik araçlarla meşgul olmak siyasetini şu ya da bu biçimde sürdürmesini teşvik edecektir. Buna mukabil, ABD’yle müttefikliğin mevzii bir müttefikliğe çekilmiş oluşu, bir zamanların kuvvetli müttefik adayı İhvan’ın etkisizleşmesi, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail ve son olarak Fransa’nın Türkiye’nin hareket alanını sınırlaması, ABD’nin himayesinde olmaları hasebiyle Irak ve Suriye Kürtlerinin kolayca sindirilebilir olmayışı ve Rusya ve İran gibi mevzii müttefiklerin de Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki nüfuz artışına bir yere kadar razı olacak oluşu, Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu büyütmek ve Kürt meselesiyle jeopolitik araçlarla meşgul olmak siyasetine meydan okuyan faktörler. Bir de iç faktörlerden mi yoksa dış faktörlerden mi saymak gerekir emin olamadığım Türkiye’nin savaş ve idare aygıtının sınır ötesindeki operasyonlarının finansmanı meselesi var tabii ki. Sonuçta, sözü edilen jeopolitik perspektifin ve jeopolitikanın finansmanı hiç de kolay bir iş olmasa gerek. Hülasa, Türkiye’nin jeopolitik araçlarla Kürt meselesini yönetme işinin vadesini ve yönünü belirleyecek diğer bir faktör de finansman meselesi.

İç siyaset faktörleri söz konusu olduğunda da manzara benzer. Türkiye’nin jeopolitik perspektifini destekleyenler kadar, bu perspektifin vadesinin uzun olmayabileceğine ya da yön veya kıvam değiştirmek zorunda kalacağına işaret eden faktörler de var. Türkiye müesses nizamının aktör ve zihniyet bazında yenilenmiş oluşu söz konusu perspektifi teşvik eden bir faktör. Günümüzün yenilenmiş müesses nizamının hem seküler hem de muhafazakar aktörlerinin Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu arttırmak ve Kürt meselesine bu perspektiften bakmak siyasetine onayları tam görünüyor. Keza, bu perspektife verilen popüler destek de az değil. Türkiye’nin hem yeni bölgesel perspektifinin hem de Kürt meselesindeki yeni siyasetinin yürütülebilmesini mümkün kılan önemli düzenlemelerden biri olan cumhurbaşkanlığı sistemine verilen popüler destek bu durumu teyit ediyor.

Öte yandan, aynı faktörlerin birer arka yüzü de var. İlk olarak, malum cumhurbaşkanlığı sistemine karşı popüler bir itiraz var. Sistemin devam edip etmeyeceğini meçhul kılan bu itiraz, olur da büyür ve sistemin değişmesine yol verirse Türkiye’nin bugün takip ettiği bölge ve Kürt siyasetinin bugünkü biçimiyle sürdürülmesi zora girecektir. Keza, olur da cumhurbaşkanlığı sistemi seçimler sonrasında değiştirilirse bunun müesses nizamın kompozisyonuna ve kodlarına yansıması epey muhtemel. Müesses nizamın kompozisyonu ve kodları olur da genişlerse, Türkiye bölgesel iddialarını geriye sarmaz elbette ama bu iddiaları başta batılı muhataplarıyla müzakere ederek revize etmeye başlayabilir. Bu türden bir revizyon muhtemelen Türkiye’nin Kürt meselesi siyasetine de akseder ve bugün takip edilen jeopolitik perspektifte bir düzeltme yapılır.

Hülasa, Türkiye bir zamandır Kürt meselesine jeopolitik bir perspektiften bakıp, Kürt meselesiyle jeopolitika araçlarıyla meşgul oluyor ve fakat ve bakışın ve meşguliyetin vadesi ve yönü belirsiz.

Öte yandan, bu belirsizlik Türkiye’yi Kürt meselesinde jeopolitik perspektif öncesine, etnopolitik perspektife döndürebilecek kadar kuvvetli bir belirsizlik değil. Türkiye’nin bugünkü bölgesel pozisyonuna meydan okuyan faktörler galebe çalsa ve iç faktörler de cumhurbaşkanlığı sistemine son verecek biçimde işlese dahi Türkiye’nin ne bölgesel pozisyon itibarıyla ne de Kürt meselesine bakışı itibarıyla 2011 ya da 2015 öncesine dönmesi pek muhtemel görünmüyor.

Şundan: Bildik uluslararası düzenin çökmüş olmasından türeyen bölgesel vakum devam ettikçe Türkiye’nin eski pozisyonuna dönmesi mümkün değil. Buna mukabil, söz konusu vakum ancak Türkiye ve ‘başkaları’ eskisinden farklı, yeni pozisyonlara sabitlendiklerinde kapanabilir. Bu da eskinin eskide kalacağını gösteriyor. Her halükarda Türkiye’nin bölgesel pozisyon itibarıyla başa sarması olacak şeye benzemiyor.

Keza, Kürt meselesinin Türkiye, Irak ve Suriye’deki izdüşümleri arasında oluşan maddi ve imgesel bağlar Türkiye’nin Kürt meselesinde Türkiye’ye sınırlı bir etnopolitikaya dönmesini de imkansız kılıyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin bugünkü bölgesel pozisyonuna meydan okuyan faktörler etkili olsa ve ülke içi siyasal kompozisyon cumhurbaşkanlığı sistemine son verecek biçimde şekillense dahi Kürt meselesinde jeopolitik perspektif öncesine dönülmeyecek, pek muhtemelen jeopolitikayla etnopolitikanın özgün bir karışımı devreye girecek görünüyor.

Türkiye’nin bölgesel siyasetinde ve Kürt meselesine bakışında eskinin eskide kaldığını gösteren bütün bu durum Türkiye Kürtlerine, Kürt siyasetine nasıl aksediyor sorusunun cevabı da başka bir yazıya kalsın.